Svetlana Sudak, Karin Melis Mey, Alemitu Bekele Degfa, İris Rosenberger. Bu isimleri bileniniz var mı? Hiç zannetmiyorum. Çünkü bilmeniz imkânsız. Çünkü ne isimleri, ne de soy isimleri bizden değil. Peki, Melek Hu ve Cem Zeng’i tanıyor musunuz diye sorsam? Ön isimleri Türkçe olsa da galiba bu isimleri de tanıyor olamazsınız. Bahram Muzaffer de size yabancı olmalıdır. Peki; Elvan Abeylegesse desem galiba hepiniz tanırsınız. Çünkü bu tavşan dişli çıt kırıldım senci kız, 5-6 yıldır içimizde. Onu artık tanıyoruz. Tıpkı bu sene Ramazan Şahin diye bir güreşçiyi tanıdığımız gibi…
Evet değerli okuyucularım; yukarıdaki isimlerin hepsi de sporcu ve kâğıt üzerinde de olsa hepsi Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı. Hepsi de Pekin olimpiyatlarında ülkemizi temsil ettiler. Ramazan Şahin Rusya’nın Dağıstan Özerk bölgesinden ama galiba Türk değil. Çünkü hiç Türkçe bilmiyor. Serbest güreşlerde 66 kiloda altın madalya kazandı. Elvan Abeylegesse ise atletizmde 10.000 metrede gümüş madalya kazandı. Diğerleri mi; diğerleri tıpkı bizim yerliler gibi hepsi karavana attılar. Boşuna yük oldular bu fakir milletin sırtına.
Bu sebeple ben bu olimpiyatlarda hep şöyle düşündüm: Pekin’e 68 kişilik bir işe yaramazlar ordusu ile gideceğimize keşke olsaydı da sadece Michael Phelps gibi tek bir sporcu ile gitseydik! Adam tek başına 75 milyonluk Türkiye’nin 8 katı altın madalya kazandı. Ya da Svetlana Sudak, Karin Melis Mey, Alemitu Bekele Degfa, İris Rosenberger gibi işe yaramaz 11 yabancıyı devşirip Türkleştireceğimize, bunlara verdiğimiz paraların yüz katını verip bir Usain Bold satın alabilseydik. Adam rekor kırarken adeta dünya ile dalga geçiyor.
Devşirmelerin içinde yine de en başarılısı Elvan Abeylegesse’dir. Zira 5-6 yıldır ülkemizi başarı ile temsil ediyor bu kız. Ancak buradan açıkça çağrı yapıyorum, lütfen bu kıza biraz yardımcı olun. Biraz besleyin bu kızı. Maazallah, koşarken küçük bir hortum çıksa bu kızcağızı melek yapıp göklere yükseltecek. En azından hayırsever bir diş tabibi çıksın da şu kızın dişlerini bir elden geçirsin. Zira hiç abartmıyorum; sahip olduğu fiziki görüntü ile 5000 ve 10.000 metrede yarışan bayan sporcuların en çirkini Elvan’dır. Kenyalı ve Etiyopyalı zenci rakipleri bile ondan çok daha güzel ve çok daha alımlılar. Lütfen şu kızla biraz daha yakından ilgilenin. Madem garibi yurdundan yuvasından koparıp ta buralara getirdiniz, bari adam gibi sahip çıkın kendisine.
Gençlik ve Spor Genel Müdürü Mehmet Atalay’ı oldum olası sevmemişimdir ben. Vekilken sevmiyordum, asil olunca hiç sevmemeye başladım. Kusura bakmasın ama 75 milyonluk bir ülkenin spor teşkilatını yönetecek kapasite ve tecrübede görmüyorum kendisini. Bu yüzden AKP, eğer bu ülkenin sporuna gerçekten ivme kazandırmak istiyorsa, kendisini derhal görevden almalı ve yerine adam akıllı birisini getirmelidir. Bilgili, tecrübeli, sporcu ruhlu ve otoriter birisini demek istiyorum. Tabi siyasi kaygıları ve mülahazaları bir tarafa atarak…
İddia ediyorum; eğer Mehmet Atalay’ın oturduğu koltukta şimdi bir başkası oturuyor olsaydı, bu ülkenin son devirlerde yetiştirdiği en büyük kabiliyetlerden Süreyya Ayhan yok olup gitmezdi. Hiçbir genel müdür de Süreyya Ayhan’ı Yücel Kop’a yem etmezdi.
Ata sporumuz güreş, öteden beri uluslar arası müsabakalarda yegâne yüz akı spor dalı olarak bilinmektedir. Ancak Pekin olimpiyatlarında Türk Milleti’ni utandıran spor dallarının başında güreş gelmektedir. Bu sebeple federasyon başkanı Osman Aşkın Bak derhal istifa etmeli, aksi takdirde hemen görevden alınmalıdır. Şahsen kendisini tanımam. Bildiğim kadarıyla aktif güreş hayatı da yok Dr. Osman Aşkın Bak’ın. Muhtemelen siyasi mülahazalarla federasyon başkanı yapılmıştır. Güreş Federasyonu Başkanı seçildiğinde dinci medyada şu kabil yağdanlık yazılar yayınlanmıştı hakkında: “…Türk güreş tarihinde 1980’li yıllarda Osman AAtaç Bey, 2001-2004 Osman Şansal başkandan sonra federasyon başkanlığı görevine gelen Dr. Osman Aşkın Bak için belki de bu zamana kadar görev alan en genç başkan diyebiliriz. Evet, 40 yaşında ata sporumuzun patronluk koltuğuna oturan Dr. Osman Bak için en iyisi biz de ‘güreşte Genç Osman devri’ dersek yerinde olur kanaatindeyim…”(1).
Osman Aşkın Bak’ın siyasi kanaati nedir bilmiyorum. Ancak serbest Güreş Milli Takım antrenörü Adem Bereket’in ve olimpiyat şampiyonu olan Dağıstan göçmeni Ramazan Şahin’in sahip oldukları fiziki görüntü, güreş federasyonunda dinci bir yapılanma olabileceğini akla getirmektedir. Asıl adı Ramazan İrbayhanov olan Ramazan Şahin’in Çeçen asıllı olduğuna ilişkin bilgiler var internette. Çeçenlerle Türkler’in akrabalıkları ne derecedir, emin değilim ama iki yıldır Türkiye’de olan Ramazan Şahin’in bir kelime dahi Türkçe bilmiyor olması, oldukça ilginç! Adam inatla Türkçe öğrenmiyor olmalıdır!
Sahip olduğu top sakalıyla Ulu camii müezzini görüntüsü veren antrenör Adem Bereket de oralardan gelmiş olmalıdır. Çünkü o da Türkçeyi zar zor konuşuyor. Çeçenlerin Türklükleri tartışmaya açık olsa bile, Müslüman oldukları tartışmasızdır. Ayrıca Çeçenler, şu anda Suudi Arabistan’da yaygın olan Vahhabilik öğretisinin etkisi altındadırlar ve Vahhabilik, oldukça katı kuralları olan ve siyasi yönü ağır basan bir mezheptir. Afganistan ve Pakistan’ın altını üstüne getiren, zaman zaman ülkemizi de vuran El-Kaide terör örgütü de büyük ölçüde bu mezhepten beslenmektedir. Mezhebin temelinde Ahmet b. Hanbel ve özellikle İbni Teymiye’nin görüşleri yatmaktadır. Bu bakımdan başta Güreş Federasyonu olmak üzere; spordaki dinci yapılanmaya dikkat edilmeli ve spor, dini propaganda aracı olmaktan bir an önce çıkarılmalıdır. Eğer maksat İslami propaganda ise, olimpiyat benzeri geniş çaplı spor müsübakalarında şampiyon olan bir Müslüman sporcu, bunu zaten kendiliğinden yapıyor demektir. Daha fazlasına gerek yoktur.
***
Türk sporunda halen geçerliliğini koruyan Dr. Abdullah Cevdet modelini ilk başlatan isim Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’dır. Turgut Özal’ı bu konudaki ilk icraatı Naim Şalamanov’u Bulgaristan’dan satın alarak Türkiye adına yarışlara sokmak olmuştur. Naim Süleymanoğlu’ndan bahsediyorum. Naim Şalamanov, 1986 Melbourne olimpiyatlarında göstermiş olduğu başarıdan sonra, casusluk filmlerine taç çıkartılacak biçimde kaçırılmış ve Türkiye’ye getirilmiş ve Türk vatandaşı yapılmıştır. Daha sonra da uluslar arası müsabakalarda Türkiye adına yarışabilmesi için Bulgaristan’a 1.000.000 dolar fidye verilmiştir. Naim Süleymanoğlu’nun Türkiye’ye iltica etmesinde hiç şüphesiz ailesinin Türk olmasının yanı sıra, o sırada Todor Jivkov yönetimindeki Bulgaristan’da Türklere karşı uygulanan eritme politikasının da etkisi vardır.
Aslen Türk asıllı olmakla birlikte Naim Süleymanoğlu, Türkiye’deki devşirme sporcu uygulamasının ilk adımı olmuştur. Naim’den sonra, genelde Bulgaristan ve Sovyetler Birliği’nde yaşayan Türk asıllı ailelerin çocukları olmak üzere; Türkiye’ye karşı bir teveccüh yaşanmıştır. Özellikle güreş, halter ve boks gibi daha çok bireysel güce dayanan sporlarda pek çok yabancı sporcu gelip Türk olmuş, sonra da Türkiye adına yarışmışlardır. Bu konuda en büyük etken, galiba Naim Süleymanoğlu’na duyulan resmî ilgi ve sağlanan maddi imkânlar olmuştur. Zira Türkiye, 1988 Seul olimpiyatlarında son derece başarılı olan Naim Süleymanoğlu’nu Türkiye’ye dönüşünde son derece tantanalı törenlerde karşılamıştır. Böyle görkemli bir tören, Türkiye’de bir ilk idi ve böyle bir tören, o güne kadar devlet adamları için bile yapılmamıştı bu ülkede. Sanırım dünyada da bir örneği de yoktu böyle bir törenin.
Turgut Özal’ın sporda uygulamaya soktuğu Dr. Abdullah Cevdet modeli, ilk başlarda genelde Türk Cumhuriyetlerinden gelen sporcuları kapsarken, son yıllarda genelde üçüncü dünya ülkeleri denilen ve daha çok geri kalmış ülke sporcularını da kapsar şekilde genişlemiş bulunmaktadır. Ayrıca ilk başlarda güreş, halter ve boks gibi ağır ve bireysel güce dayalı sporları kapsarken, son yıllarda hemen hemen sporun her dalında sporcu getirilmekte, Türkleştirilmekte ve Türkiye adına yarıştırılmaktadır. İşte yukarıda isimleri verilen insanlar da bu kabil sporculardandır.
Ancak Pekin olimpiyatları göstermiştir ki; sporda kalkınmanın yolu bu değildir ve bu yöntem, son derece yanlış bir yöntemdir. Öte yandan sporcular, bidayette insan olmalarının yanı sıra, artık uluslar arası ticaretin aracı haline gelmiş birer ticari meta haline gelmişlerdir. Artık onların da bir piyasası ve borsası vardır. İyi sporcu iyi paradır artık. Demek oluyor ki; Türkiye bütçesine göre hareket etmiş ve bütçesine uygun sporcular almıştır. Az paraya az yetenekli sporcu almış demek istiyorum.
Türkiye büyük paralar verip başarılı sporcular satın alamayacağına ve uluslar arası müsabakalarda başarılı olmak zorunda olduğuna göre; o zaman geriye tek bir şey kalıyor; o da her alanda olduğu gibi spor alanında da oturup bu ülkenin insanlarına yatırım yapmaktır. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yoktur. Elin oğlu nasıl sporcu yetiştiriyorsa aynı yöntemlerle sporcu yetiştirmek gerekir. Michael Phelps günde 12.000 kalorilik besin alıyor ve bu kaloriyi harcamak için günde 80 km. yüzüyorsa Derya Büyükuncu da aynı şeyi yapacaktır. Demek ki; sporda başarının temel şartı iyi ve düzgün beslenmek, sonra da çok çalışmaktır. Michael Phelps henüz 23 yaşında ve iki olimpiyatta 14’ü altın olmak üzere toplam 16 madalya kazandığı halde Derya Büyükuncu, üst üste katılmış olduğu 5 olimpiyatta hiçbir başarı gösteremiyorsa ve sürekli nal topluyorsa bunun sebebi gayet açıktır. Derya Büyükuncu, iyi beslenmiyor, kendisine iyi bakılmıyor ve iyi çalıştırılmıyor…
İddia ediyoruz ki; bugüne kadar gerek olimpiyatlarda, gerekse diğer uluslar arası büyük spor karşılaşmalarında dereceye girip Türk Milli Marşı’nı çaldırma ve Türk Bayrağı’nı göndere çektirme başarısı gösteren hiçbir sporcu, Türk Devleti’nin yapmış olduğu bilinçli ve planlı çalışmanın ürünü değildir. Bunların hemen tamamı, kendi bireysel çabaları, özverileri ve bireysel yetenekleri ile başarılı olmuşlardır. İthal Naim Süleymanoğlu’na gösterilen ilginin hiç birisi diğer sporculara gösterilmiş değildir.
Bu bakımdan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından, Maltepe Başıbüyük mezarlığında halen hayatta olan Roma Olimpiyatları’nın şampiyon güreşçisi Müzahir Sille, 1956’da İstanbul’da düzenlenen Dünya Kupası’nda şampiyon olan Yaşar Yılmaz ve 3 tane Dünya ikinciliği bulunan Dursun Ali Erbaş için şimdiden mezar hazırlanıp isimlerinin yazılı olduğu mezar taşları dikildiğine ilişkin haberi(2) ibretle, dehşetle ve içimiz acıyarak okuduk. Oysa muhtemelen belediye kaynaklarını ona buna hortumlatan İstanbul Büyükşehir Belediye yönetiminin yapması gereken, halen hayatta bulunan şampiyonlar için bedava mezar yeri tahsis etmek değil, onların sağlıklı ve konforlu bir yaşam sürecekleri modern konutlar tahsis etmek olmalıydı. Konuya ilişkin haberi hazırlayanları candan kutluyorum. Türkiye’de hâkim olan yönetim anlayışını göstermesi açısından son derece başarılı bir haber yapmışlar. Belki birileri çıkar da bu bayağılığa, bu adiliğe ve bu aşağılık davranışlara artık “DUR” der…
***
Peki, yazımızın başlığına ilham kaynağı olan Dr. Abdullah Cevdet kimdir? İsterseniz bir iki kelime ile de olsa Dr. Abdullah Cevdet hakkında bilgi verelim: Bazı kesimlerce özellikle boy hedefi haline getirilmiş olan Dr. Abdullah Cevdet, bugün Malatya iline bağlı bir ilçe olan Arapkir doğumludur. Arapkirli tabur imamı Hacı Ömer Efendi’nin oğludur. Tıbbiye okumuştur. Asıl mesleği doktorluktur. II. Meşrutiyet sonrası batılılaşma yanlılarının öncülerindendir.
Kimilerine göre; Dr. Abdullah Cevdet’in, devrinin Türkçü ve İslamcı aydınları tarafından boy hedefi haline getirilmiş olmasının, bugün de pek çok insan tarafından yine aynı gözle bakılmasının sebebi; fikirlerinin maksatlı olarak yanlış yorumlanmasıdır. Zira Dr. Abdullah Cevdet, kalkınmanın lokomotifinin kaliteli işgücü olduğunu, bunun için de nüfus artışına ihtiyaç bulunduğunu savunuyor, ancak ülkede yeterli nüfus artışı sağlanıncaya kadar aradaki insan gücü boşluğunun, dışarıdan göç alarak doldurulmasını teklif ediyordu. İşte onun bu teklifi, muhalifleri ve düşmanları tarafından batıdan damızlık erkek getirilmesi, “kana kan katmak” şeklinde yorumlanmış ve kendisine cephe alınmıştır(3).
Dr. Abdullah Cevdet’in konuya ilişkin fikirleri, “Türk ırkının ıslahına ihtiyaç vardır. Bu bakımdan batıdan damızlık erkek getirilmesi gerekir!” şeklinde yorumlanabilir mi bilmiyorum. Ancak onun fikirleri muhalifleri ve muarızları tarafından öyle yorumlanmış ve bugün de aynı şekilde yorumlanmaya devam etmektedir. Çünkü geçtiğimiz yıllarda (2006 yılında) Ankara’nın Çankaya ilçesinde onun ismiyle anılan bir sokağın adı değiştirilmek istenmiş, ancak Danıştay bu değişikliği iptal etmiştir.
Dediğim gibi; Dr. Abdullah Cevdet’in temel fikri, eğer ekonomik kalkınmanın temel fonksiyonunun kaliteli insan gücü olduğu noktasında ise ve savaşlarda en gürbüz çocuklarını yitirmiş Osmanlı gibi bir ülkenin ekonomisinin insan gücü ihtiyacını karşılamak için dışarıdan gelecek göçleri, geçici de olsa bir çözüm yolu olarak düşünmüşse bunun herhangi bir kötü tarafı olmamalıdır. Çünkü aynı şeyi, geçmişte ve bugün başta Almanya ve ABD olmak üzere bütün kalkınmış ülkeler uygulamışlar ve uygulamaya da devam ediyorlar…
22.08.2008
Ömer Sağlam
_____________
1- Avni Tarhan, “Güreşimizde Genç Osman Devri” başlıklı makalesi, Zaman, 21.03.2007.
2- internet sitesinde bulunan 21.08.2008 tarihli ve “İşte Türkiye’nin spor politikası: Az maaş boş mezar” başlıklı Uğur Demirkırdı imzalı DHA kaynaklı haber.
3- bkz. Zeki Arıkan, internet adresinde bulunan 26.02.2006 tarihli ve “Dr. Abdullah Cevdet” başlıklı yazısı.
Bir yanıt yazın