Doç. Dr. Çağrı ERHAN
20 Agustos 2008
Rusya Federasyonu ile Gürcistan arasında Güney Osetya sorunu dolayısıyla başlayan çatışmanın ilk günlerinde Başbakan Erdoğan, Türkiye’nin Kafkas İstikrar Paktı önerisini açıklamıştı. Ardından Moskova’da Rusya Devlet Başkanı Medvedev ve Başbakanı Putin’le görüşen Erdoğan, önerisinin son derece sıcak karşılandığını ifade etmişti. Medya organlarının büyük bölümü de bu önerinin Türkiye’nin bölgesel liderlik rolünü pekiştirdiğini ifade etmişlerdi.
Diğer taraftan, açıklandığı günden itibaren takip ettiğimiz öneriye üç temel eleştiri yöneltmek mümkündür:
1-Bölgede çatışma devam ederken ve gerginlik giderek Rusya ile ABD arasında yeni bir “Soğuk Savaş” fırtınası estirmeye başlamışken bu planın ortaya atılması zamanlama açısından hatalıdır. Kuşkusuz Türkiye egemen ve bağımsız bir ülkedir. Fakat ittifak ilişkisi içinde bulunduğu ABD ile Rusya arasında ipler gerilmişken ne ölçüde bağımsız hareket edebileceği akıllara gelen meşru bir sorudur.
2-Öneri son derece aceleyle hazırlanmıştır. Başbakan’ın Dışişleri Bakanlığı’ndan ısrarlı talebi üzerine, içeriği müphem sadece başlığı belirgin bir fikir kamuoyuyla paylaşılmıştır. Bu öneriyi önümüzdeki süreçte diri tutacak ve gerekli açılımları yapabilecek kadro kısıtlıdır. Hariciyemizin “alan uzmanı eksikliği” olarak tarif edilebilecek kronik sıkıntısı bu konuda da hemen su yüzüne çıkmaktadır. Dışişleri Bakanlığı personeli “açılım yorgunu” olmuştur. Uzun vadeli stratejik planlar dâhilinde yürütülen ve ilgili dairelerin personeli başka yere tayin olsa bile genel ilkeler çerçevesinde aynı şekilde sürdürülen kapsamlı politikalar yerine, sıcak gelişmelere bağlı, sonuca değil konjonktürel gereksinimleri karşılamaya odaklı bu türden açılımlar Bakanlık içinde dahi heyecan yaratmayabilir. Kısa süre sonra gündem değiştiğinde hep beraber şahit olacağımız gibi, bu açılım da, daha öncekilerle benzer bir kaderi paylaşacak, giderek gündemde geri sıralara düşecektir.
Türk dış politikasında “sabun köpüğü diplomasisi” olarak vasıflandırılabilecek bu türden açılımların kalıcı olmadıkları ve beklenen faydayı sağlamadıkları görülmüştür. Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanlığından, Medeniyetler İttifakına, Irak’a Komşu Ülkeler zirvelerinden, Kıbrıs, Afganistan, Ahıska açılımlarına ve hatta Filistin-İsrail ve Suriye-İsrail arasında arabuluculuğa kadar pek çok açılım kamuoyunda olağanüstü heyecan yaratacak biçimde başlatılmış ama bir süre sonra sabun köpüğü misali ortadan kaybolmuştur.
Hâlihazırda, Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ), Ekonomik İşbirliği Örgütü (ECO), D-8 Girişimi vb. uzun yıllar önce kendi başlatmış olduğu projelerden beklediği faydayı sağlayamamış olan Türkiye’nin alelacele yeni açılımlar üretmeye çalışması ne kadar doğrudur ?
3-Rusya’nın Gürcistan’la; Türkiye ve Azerbaycan’ın ise Ermenistan’la aynı masa etrafında oturup, bölgeye ilişkin ortak kararlar alabileceklerini düşünmek gerçekçi değildir. Kısa vadede de bu türden bir platformun oluşturulması mümkün değildir. Rusya Dışişleri Bakanı’nın bir hafta önce “Kimse Gürcistan’ın toprak bütünlüğünden söz etmesin” dediğini bir an için hatırlarsak herhalde krizin Ağustos 2008’de olup bitenlerle sınırlı kalmayacağını, Kafkasya’nın iki yeni bağımsız devlete (Abhazya, G. Osetya) gebe olduğunu düşünmek için bir çok sebep mevcuttur.
Bununla birlikte, bazen dış politikada -tıpkı iç politikada olduğu gibi- kamuoyuyla paylaşılan bilgilerle, gerçek niyet birbirinden farklı olabilir. Bazen de, baştan hiç planlamamış da olsanız, ortaya çıkan yeni durum sizi bazı yeni hareket tarzlarına itebilir. Bunlardan hangisinden dolayı olursa olsun, Türkiye, G. Osetya Krizi ile başlayan ve Başbakan’ın Kafkas İstikrar Paktı önerisiyle şekillenen son 15 gün sonucunda Ermenistan’la yeni bir dönemi başlatabileceğinin sinyallerini veriyor.
Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin neden sıkıntılı olduğunu, iki ülke arasında neden diplomatik ilişkiler bulunmadığını burada uzun uzadıya yer vermek gereksizdir. ASAM internet sitesinde ve ERAREN’in sayfasında bu konularla ilgili onlarca makale yayınlanmıştır. Ancak burada önemli görülebilecek bir noktanın altını çizmek yeterli olacaktır: Erivan istekli olmadıkça bu alanda ilerleme sağlamak mümkün değildir. Bugün itibariyle Erivan yüzünü tamamen Moskova’ya dönmüştür. Dolayısıyla, Türkiye’nin hassasiyetlerine zarar vermeyecek bir barış havasının Ermenistan’la birlikte estirilmesi ancak Rusya’nın “olur”unun alınmasıyla mümkün olur. Kuşkusuz Rusya’nın bu “olur”unun da kolaylıkla sağlanabileceği düşünülmemelidir.
Türkiye son iki yıldır en az üç kez Ermenistan’a “zeytin dalı” uzatmış ama karşılık bulamamıştır. Elbette, iki komşu ülke arasında var olan bu anormal durum sonsuza kadar sürdürülemez. Ne halkının çoğunluğu açlık sınırında yaşana Ermenistan ne de AB’ye, komşularıyla anlaşmazlıklarını çözme sözü veren Türkiye bu durumun devamından medet umabilir. Her iki taraf için de hayırlı olacak yeni bir dönemin başlangıcı o zaman neden bu kadar gecikmiştir? Neden Türkiye’nin uzattığı el havada kalmaktadır? Cumhurbaşkanı Gül’ün Türkiye-Ermenistan maçını izlemek üzere Erivan’a gitmesi sorunları çözecek midir? Erivan’la eşzamanlı olarak, Erivan’a hâkim başkentlerin de olumlu yönde harekete geçirilmesi sağlanmadığı sürece, Türkiye’nin Ermenistan’a ilişkin projelerinin beklentilerini karşılaması uzak bir ihtimaldir.