Emete GÖZÜGÜZELLİ CİVAN
ayse@aysekocaturk.com
Gürcistan’da 2004 yılında Miheil Saakaşvili Gül Devrimi ile iktidara gelmesi 2003 yılında ve onun öncesinde örgütlendirilen sivil toplum hareketlerinin etkin faaliyetleri neticesinde gerçekleşti. Saakaşvili Amerika’nın desteği ile iktidara getirildi. Medya ve sivil Toplum örgütlerinin sokak eylemleri sonucunda önceki Cumhurbaşkanı olan Eduard Şawardnadze’nin görevinden ayrılmak zorunda kalması ile sonuçlandı. Bu sivil devrime Gül Devrimi dendi. Gürcistan’da cereyan eden bu olaylar yaşandığı sırada eş zamanlı denilecek kadar örtüşen bir zamanda Kıbrıs’ta da Yeşil Devrim düzenlendi ve tıpkı Gürcistan’da olduğu gibi KKTC’de de batı yanlısı ve Amerikan çıkarları ile örtüşen siyaset izleyen kişiler iktidara getirildiler.
Bu konunun detaylarını irdemelemeden önce bugünkü durumu tekrar ele almak gerekir. Geldiğimiz süreçte, Kıbrıs Türkü tedirgin bir bekleyiş içinde olduğu görülüyor… Bu tedirginliği ise esasen Talat ve Hristofyas arasında varılan tek egemenlik ve vatandaşlık konusuna dayanıyor. Rumlar ise tek egemenlik ve vatandaşlık konusunda varılan anlaşmadan hayli memnunlar. Yaptıkları basın açıklamalarında bu memnuniyetlerini devamla dile getirerek “Tek egemenlik ve vatandaşlık” temelinden asla geri adım atmayacaklarını dile getiriyorlar. Aslında KKTC’de iktidara getirilen Yeşil Devrimin temsilcileri imza koydukları metinlerin yarattığı aleyhteki sonuçların farkında bile değiller. Zira kendilerine batılı unsurlar tarafından çizilen pembe tablo oldukça farklı.
Netice itibarıyle, taraflar arasında varılan anlaşmalardan oldukça memnuniyet duyan Rum yönetimi elde ettiği kazanımlardan o kadar memnun ki bugüne kadar imzalanan anlaşmalardan geri adım atılmayacağını devamla duyurma ihtiyacı hissediyor. Bu noktada ise akla gelen konu şudur ki, bugüne kadar en sarih haklarımızı dahi bize vermekten sakınan Rumlar acaba neden bugün bu gidişattan ve varılan mutabakatlardan memnuniyetlerini dile getiriyorlar? Merak konusudur.
Ülkede bu kritik süreç devam ederken, var olan hatalı anlaşmaları(tek egemenlik gibi) görmezden gelerek etrafa sahte umutlar salmaya devam eden bir yönetimin halen hiçbirşey olmamış gibi 2009’da Rumlarla çözüm olacağı umudunu taşıyarak halka sahte mesajlar vermeye devam etmesi iki farklı kutubun sahip olduğu uç noktaları da gözler önüne seriyor. Bugün gelinen süreçte Kırbıs Türkü iktidar ve CB’nın görüşmeler sürecinde izlediği tutumdan oldukça rahatsız. Dolayısıyla da halk, kendi görüşünün görüşmeler sürecine yansıtılmadığının farkına varmış durumda.
Bu duruma ilaveten, yeşil devrimin seçilmişlerinin sözde Kıbrıs Türk egemenliğinin devam edeceği şeklindeki sahte ve yanlış telkinleri aralıksız sürdürmeye devam etmeleri esasen işin ciddiyetini de gözler önüne seriyor. Aslında, bu çizgide olanların öne sundukları savlarında “Biz yıllarca bu Kıbrıs sorununu yaşadık, artık kendi çocuklarımız bir 50 yıl daha bu sorunla boğuşmasınlar biz bu işi bitirelim” düşüncesinin hakim olduğu görülüyor. Bu düşünce sonucunda Kıbrıs Türkünü nasıl bir idam sehpasına oturttuklarının farkında bile değiller. Neymiş efendim ; iki kesimli, siyasi eşitliği olan federal bir Kıbrıs oluşturmanın zamanı artık gelmiş(!).
Halbuki “Çözüm adil olmalı” görüşü birçok yetkilinin dilinde olsa da işin adil tarafı kalmamış durumda. Bu bağlamda Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Ağustos ayının başında yaptığı bir açıklamada “Çözüm için iki kesimlilik, siyasi eşitlik ve garantörlük şart” açıklaması dahi Kıbrıs Türkünün içini rahatlatmış değil. Peki neden? Bir kere AKP’nin iktidara geldiği günden bu yana Kıbrıs politikası devamla değişikliğe uğraması ve değişken olması ana sıkıntılardan biri. Bugün ise gelinen süreçte artık Kıbrıs Türkü kendi egemenliğinin tanınmasını ve birleşik Kıbrıs yaratılması konusunda yaşadığı isteksizliği açığa çıkarmış bir ortamdayız. Bu en son KADEM anket sonuçlarında da iyice açığa çıktı. Bu gerçekler göz ardı edilerek iktidardaki kişilerin ille de birleşik Kıbrıs diyerek Kıbrıs Türkünün gerçek arzusunun görmezden gelmeleri hayli düşündürücüdür.
Gürcistan’ın Gül Devrimi ile Kıbrıs’taki Yeşil Devrim’in Bağlantısı(II)
Şimdi gelinen süreçte konuyu daha geniş perspektiften ele alarak incelemeye çalışalım. Daha önceki yazılarımda sıklıkla ifade ettiğim Türk halkının gerek Kıbrıs’ta gerekse Türkiye’de bir psikolojik harp kıskacında olduğu bilinen bir gerçek. Medyanın rolü şüphesizki bu savaştaki en büyük etken ve pek tabii ki silah olarak yer almakta. Hatırlanacağı üzere Annan planı sürecinde Kıbrıs Türklerine “evet” çağrısında bulunan Akp yönetimi adadaki Türkiye’den gelen pek çok soydaşımızı etkileyerek “Anavatan evet denmesini istiyor, o halde biz de evet diyeceğiz” psikolojisine girerek, Plana hayır diyen cephenin elinin zayıflamasına imkan kılmıştı. Şüphesiz ki Kıbrıs Türklerinin plana evet demesi için gerek Amerika gerekse diğer dış unsurların da yoğun çabaları vardı. Sonuçta 24 Nisan 2004’te yapılan eş zamanlı referandumda Kıbrıs Türkleri %65 oranında bir evet ile adada birleşik Kıbrıs’a onay verdiklerini gösterdiler. Bu oranın şekillenmesinde adada 1974 sonrası bulunan Türk soydaşlarımız da çok büyük etken oldular. NTV’nin o dönemde yaptığı açıklamada ise adaya 1974 sonrası gelen soydaşlarımızın %95’inin plana “evet” dediğini belirtmekteydi. Buraya kadar herşey normaldi. Kıbrıs Türkü bugüne kadar Anavatan’daki Türk hükümetinin Kıbrıs konusundaki siyasi veçhesi ne ise o şekilde duruş sergilemiş ve siyaset oluşturmuştur.
Ancak Annan planına evet Kıbrıs Türküne bir sonuç getiremedi. Bilakis birçok alanda zemin kaybetmesine imkan kıldı. Ne Türkiye’deki AKP hükümetinin “çözüm sağlanmazsa, KKTC’nin tanınması için mücadele vereceğiz” sözleri ne de “AB Komisyonu’nun izolasyonların kaldırılması yönünde aldığı kararı” yerine getirilmedi. Hatta BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Güvenlik konseyi’ne sunduğu raporu ki burada Kıbrıs Türkleri üzerinden izolasyonların kaldırılması çağrısı da vardı Rusya vetosu ile bu rapor da kabul edilmedi.
Annan planı ardından Kıbrıs Türkleri hep uyalama taktiği ile sırtı sıvazlandı. Dünya konjektüründe ise birtakım olaylar gerçekleşmeye başlamıştı. Kosova’nın bağımsızlığını ilan etmesi ve bunu dünya devletlerinin Rusya itirazlarına rağmen tanıma yoluna gitmesi adada birtakım kesimlerin artık KKTC’nin tanınmasına doğru gidileceği umudunun da doğmasına imkan kıldı. Bu umut çok sürmedi. Ne KKTC CB Mehmet Ali Talat ne de Türk hükümeti bu yönde siyasi amaçları olmadığını batılı ittifaklarına yüksek sesle söyleyerek içlerinin rahatlamasına imkan kıldılar. Ancak ne olduysa oldu ve bu süreçte Rusya’nın ani çıkışı gündeme oturdu. Rusya federasyonu başkanı Putin Kosova bağımsızlığı konusunda görüş beyan edenlere cevaben Kuzey Kıbrıs’ın tanınması teklifini yaptı. Putin’in bu sözü pek gündeme getirilmedi ve sürçü lisan etmiş gibi gösterilerek süreç birleşik Kıbrıs yaratılması yönünde yeni atılımlar ile sonuçlandı.
Talat Papadopulos arasında imzalanan 8 Temmuz 2006 anlaşması 5 maddeye dayanıyordu. Bu koşullar Annan planının artık ortadan kalktığını ve oluşacak çözümün federal zeminde iki toplumlu iki bölgeli siyasi eşitliğe dayalı bir anlaşma olacağı belirtilmekteydi.. Ancak bu üst söylemlerin altı doldurulmamıştı. Nasıl bir federal çözüm? Eyalet sistemi temelindemi yoksa egemen devletler seviyesinde mi bir çözüm olacaktı?
Özellikle de devamla dile getirilen siyasi eşitlik temelindeki çözümün taraflar arasında kabul edileceği söylemi iktidardakilerin ruhunu okşadı. Federal bir çözümün modellerinin dünyadaki örnekleri bile dikkate alınmadan üstünkörü bir şekilde anlaşmalar sağlandı. 2008’de Rum başkanlığına Dimitris Hristofyas gelince birleşme yanlısı mücadele verenlerin yüreklerine su serpildi. Zira iktidarda olan CTP partisi ile AKEL yani Hristofyasın partisi arasında olan kardeşlik bağı yıllar öncesine dayanıyordu. Her ikisi de ortak vatan yaratma hayalinde mücadele veriyorlardı. Hristofyas iktidara geldikten sonra Talat ile yapılan mutabakatlarda 21 Mart 2008 süreci dahil olmak üzere, 23 Mayıs, 1 Temmuz, 25 Temmuz görüşmelerinde anlaşmaya varılan ortak metinlerde “sovereignty” yani egemenlik tanımlaması yapılmazken yeni bir çözüm modeli yaratıldığı görüldü. Buna tek egemenlik ve vatandaşlık dendi. İki egemen halkın yaşadığı adada tek egemenlik ve vatandaşlık nasıl olabilirdi? İşte bu noktada bir eyalet modeli yaratıldı. Bu modelde Kuzey’de kendi idaresini belirli konularda yapacak olan Kıbrıs Türkleri ayrı egemen varlık olmayacaklardı. Rumlara seçme seçilme hakkı verilirken Türklere de bu hak verilecekti. Nitekim, Kıbrıs Türkleri zoraki ve yalanlarla donatılmış bir birleşme modeline hazırlanmak istendiği ortaya çıktı.
Tek egemenlik ve vatandaşlık hassas konulardan biriydi ve rumların yıllardan beri savundukları tezlerinin bir sonucuydu. 1 Temmuz’da bunu Talat kabul etti. Daha önceki mutabakatlarda da buna yer veren açıklamalar yapıldı. Şimdi 3 Eylül’de iki lider arasında görüşmeler yeniden başlayacak ve işin sonunda yani 2009’da anlaşmaya gidilmesi hedeflenecek. Peki 2009’a kadar uzlaşı sağlanabilirmi ?
Bunun için dünyadaki son gelişmelere bakmakta fayda vardır. Bilindiği üzere Kosova’nın bağımsızlığının ardından gerek bölgede gerekse özerk statüde olarak bağımsızlık etmek isteyen bölgelerde bir kıvılcım başlattı. Bugün Gürcistan’da yaşanan savaş Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlık talepleri aslında yeni değil. 1989 yılından beri konu sürmekte. Güney Osetya’nın bağımsızlık talebi Kosova’dan sonra Kafkaslar’da suların durulmayacağının da göstergesi. Bağımsızlık ve etniik milliyetçiliğin gerek Kafkaslar’da gerekse diğer kritik bölgelerde artmaya doğru gideceği görülüyor. Bu ortamda iki farklı halkın yaşadığı Kbrıs’ta zoraki bir evlilik neden planlandığını iyi analiz etmek lazmdır. Kıbrıs bir kere stratejik açıdan oldukça önemli bir bölgede yer alıyor. Sahip olduğu jeo-ekonomik,jeo-politik, jeo-stratejik konumu itibariyle adaya sahip olan gücün bölgenin egemen gücü olduğunun da göstergesi. Zira tarih bize bunun böyle olduğunu hep bariz bir şekilde ortay koymuştur. Kıbrıs’a sahip olan Anadolu’ya da sahip olacağı gerçeği dikkate alındığında neden bugün batı dünyasının ille de birleşik Kırbıs diyerek Türkiye ve Türk askerini adadan çıkarmak için çaba sarf ettiğini açıkça ortaya koyabiliyor. Hedef Mustafa Kemal Atatürk’ün Lozan başarısı ile kurduğu bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ni Sevr dönemindeki haritaya kavuşturmaktır. Bunun için de son kale konumundaki Kıbrıs adasındaki KKTC’nin ortadan kaldırılması yani Kıbrıs Türk egemenliğinin son bularak adanın birleştirilmesi ile mümkün olduğunun tespiti yapılmıştır.
Gürcistan’ın Gül Devrimi ile Kıbrıs’taki Yeşil Devrim’in Bağlantısı(III)
Hatırlanacağı üzere, Amerika’nın desteği ile 2003 yılında Gürcistan’daki Sivil Toplum Örgütleri Gül Devrimini başlatarak Cumhurbaşkanı Eduard Şewardnadze’nin istifa etmesi sağladı ve 2004’te yapılan seçimlerde ezici çoğunlukla Mihail Saakaşvili’nin Cumhurbaşkanı yapıldı. Saakaşvili ile Gürcistan’ın, Rus ekseninden ayrılarak tamamen batı eksenine yönelmesi ise esasen bugünkü krizin bir boyutunu oluşturur. Öte yandan yaşanan krizin diğer önemli bir boyutu da bölgedeki doğal gaz ve petrol kaynaklarının Batıya köprü rolü üstlenen Gürcistan’ın üzerinden Batıya aktarılmasının hedeflenmesi ve bu konuda Rusya’nın büyük tepkisini alması. Kıbrıs ve Gürcistan’ın batı dünyasının elinde tutmak istediği bölgelerden biri. Her iki yer de stratejik ve jeoekonomik değere sahip. Her ikisi de batıya enerji kaynaklarının nakli konusunda seçilen güzergahlardan biri. Her ikisi de düşman olarak algıladıkları unsurların önünde kale olarak belirleyebilecekleri mekanlardan biri.
Mesela Rusya bugün, Kafkaslar, Orta Asya, Avrupa’da Amerika ile hakimiyet kurma yarışına girdi. Amerika’nın kendi nüfuz bölgesi yaratmak için Ukranya’da Turuncu Devrim, Kırgızistan’da Lale Devrimi, Gürcistan’da Gül Devrimi, Kıbrıs’ta Yeşil Devrimleri ile kendi ulusal çıkarlarını koruyacak kişilerin iktidara getirilmesine sivil toplum örgütleri kanadı ile öncülük etti. Yani Amerika psikolojik savaşını yalnız Kıbrıs’ta değil, Kafkaslarda da gerçekleştirdi. Örneğin Gürcistan’da Saakaşvili’nin gelmesi ile, Gürcistan AB’ne girmek için kollarını sıvadı. Bağrında taşıdığı Güney Osteya ve Abhazya özerk bölgelerinin kendi içinde eritme metodunu uygulamak istedi.
İşte bu noktada Kıbrıs konusu ile bu gelişen olayların ne derece bağlantılı olduğunu belirtmekte fayda vardır. Amerika Kosova’nın bağımsızlığını destekledi, Rusya buna karşı çıktı. Kosovanın bağımsızlığı domino taş etkisini uyandırdı. Kafkaslar karşmaya başladı. Gürcistan’daki Güney Osetya da bağımsızlığını ilan etti. Ortalık karıştı. KKTC’de gerçekleştirilen Yeşil Devrim sonrasında iktidara getirilen yönetim de Gürcistan lideri gibi gözünü batıya çevirdi. Amerika ile sıkı ilişki içine girildi. Birleşik Kıbrıs için çalışmalar hızla artırıldı. Amerika’nın verdiği milyondolarlarca fonlar ile ülkedeki sivil toplum örgütleri desteklenerek birleşik Kıbrıs siyaseti desteklenmek istendi.
Nitekim bu operasyon sonucu Annan planına Kıbrıs Türklerinin evet demesi sağlandı. Ancak bu adanın birleştirilmesi için yetmedi. Zaten Amerika da Rumların plana hayır diyeceğini çok iyi biliyordu. Ama buna rağmen hep KKTC’de Kıbrıs Türkleri üzerinde yoğun bir psikolojik harp gerçekleştirildi. 24 Nisan 2004 referandumunda bir sonuç alınamasa da bu Rumların tüm ada adına tek başlarına AB toprağı olmalarına sebep oldu. Kıbrıs Türklerine hiçbir hak ve söz verilmedi. Şimdi yeni bir süreçteyiz. Hedef birleşik Kıbrıs’ın bu kez yaratılması. Zira Kıbrıs petrol kaynakları açısından oldukça zengin bir ada. Var olan sorun nedeni ile Rumlar henüz petrol arama işine başlayamadılar. Kıbrıs’ın birleştirilerek Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattından alınacak enerjinin ve adadan çıkarılacak enerji kaynaklarının (petrolün) Yunanistan üzerinden Avrupa’ya taşınması hedef. Bunun için Türkiye’nin bölgedeki etkinliği istenmiyor. O nedenle garantiler sistemi üzerinde düzenlemelere gidilecek. Türkiye’nin NATO üyesi olması bahane edilerek, Türkiye’ye NATO şapkası ile adada bulunabileceği mesajı verilecek. Bu kez adanın garantörü NATO Barış Gücü adı altında sağlanmak istenecek. Muhalefet edenlere de Türkiye Nato üyesi dolayısıyle burada adanın güvenliği sağlanabilir denilecek. Bu yolla da “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin NATO üyesi olmasının Türkiye tarafından önü açılsın baskısı gelecek.
Özellikle de Gürcistan’ın NATO desteği ile Güney Osetya’ya ordularını sürdüğünü iddia eden Rusya’nın NATO temsilcisi Dimitry Ragozin’in açıklamları dikkate aldındığnda, NATO’nun ilerleyen süreçte şayet GKRY’nin de yeni bir olası anlaşma ile NATO’ya alınmasına imkan kılınırsa, Kıbrıs Türkleri daha zorlu bir sürece gireceğini gösteriyor.
Bu süreç Kıbrıs’ta birleşik Kıbrıs yaratılması için başlatılacak olan yoğun propaganda sürecinde ele alınabilecek konulardan biri olmakla birlikte, “Adada Kıbrıs Türk egemenliğinin devam edeceği” gibi söylemler ile süslenmek istenecek. Adada birleşik Kıbrıs oluşturulması ile KKTC Devleti ve Kıbrıs Türk egemenliği ortadan kalkması, ayni zamanda Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki egemenliğinin de son bulması anlamına gelir. Bunu büyük bir şiddetle arzulayan batı dünyası,birleşik Kıbrıs ardından Türkiye’yi kıskaca alınıp, Kosova ile başlayan bağımsızlık hareketlerinin, Kafkaslarda devam etmesi ve Türkiye’ye sıçratılması ile sonuçlandırılacaktır. Türkiye’de ayrılıkçı zihniyette olan PKK terör örgütünün eylemlerini daha da artırması, batının da AB yolunda baskısının sağlanarak PKK’lılar ile masaya oturulması istenebilecek veya PKK’lıların istedikleri bölgelerde özerk bir statüye kavuşturulması istenebilecektir…
Oyunun büyüklüğünü sadece gürcistan veya Kıbrıs’taki sürece bakarak değerlendirmek büyük hata olur. Dünyada yeni haritalar yaratılması için başta Amerika ve batı dünyasının yeni bir mücadelesi baş göstermiş durumda. Ortadoğu, Kafkaslar, Orta Asya, Balkanların yeniden şekilleneceği bir sürece doğru gidiyoruz. Özellikle de İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın en son yaptığı Türkiye ziyaretinde ankara değil İstanbul’a gitmeyi tercih etmesi ve sırf Atatürk’ün kabirini ziyaret etmemek için programı istanbula çekerek resmi ziyaret sınıfından bunu çıkarması ve buna da “önemsiz bir konu, görüşmenin özüne bakmak lazım” şeklinde hükümet kanadının cevap vermesi Türkiye’de “kırmızı çizgilerin ve ulusal değerlerin”değişmeye doğru gittiğini gösteren en önemli göstergelerden biri olmuştur.
Bu gelişmeler ışığında batı dünyasının PKK terör örgütünü desteklediği, Kıbrıs’taki Türk egemenliğine tahammül edemedikleri, Lozan’da kabul gören Türkiye Cumhuriyeti sınırları, kuruluş ilkeleri, çizgisine tahammül edemedikleri gerçeğini her Türkün iyi kavrayarak bugün tüm dünya Türklüğünün maruz kaldığı baskılar karşısında bir onur meselesi olan egemenliğinin daim etmesi için gösterdiği dirençe sahip çıkılmalı ve adanın Rum ve batı esaretine sokulmaması için çaba sarf edilmelidir. Yoksa tarih kendini yeni acılara yenileyebilecektir…
www.aysekocaturk..com
14 Ağu. 08
12:19
Bir yanıt yazın