Kafkaslarda korkulan ve bir o kadar da beklenen olay meydana geldi ve 1992’den günümüze “dondurulmuş” durumda olan Güney Osetya anlaşmazlığı yeniden kapsamlı ve sıcak bir çatışmaya dönüştü. Gelişmeler sadece bölgede yaşamını sürdüren 70 binin üzerindeki sivili değil, tüm Kafkasları ve bu bağlamda küresel dengeleri de doğrudan ilgilendirmektedir. Saakaşvili’nin iktidara gelmesinden (2004) bugüne sorunlu bölgeler şeklinde tanımlanan Abhazya ve Güney Osetya sınırında yaz ayları çatışmalarla yüklü biçimde geçmekteydi. Saakaşvili’nin ülkeyi kısa sürede üniter yapıya geri döndürme söylemi Abhazya ve Osetya merkezli bir çatışmanın yeniden başlaması beklentilerini daima canlı tuttu. Acara’da yürütülen başarılı operasyon da bunun işareti olarak görüldü. Fakat Saakaşvili bu politikasını, önündeki en büyük engel olarak gördüğü Rusya nedeniyle bir türlü gerçek manasıyla uygulayamadı. Bunun yerine Rusya’yı uluslararası alanda şikayet etmek, ülkesini Batı dünyası ve onun kurumlarına yakınlaştırmak ve dönem dönem ufak askeri/polisiye harekatlarla adımlar atma çabasında oldu. Bu genel eğilim doğrultusunda geçen 2008 yazının sonuna doğru da, Gürcü kuvvetleri anayasal düzeni yeniden tesis etmek adına Güney Osetya’ya girdiler. 8 Ağustos sabahı başlayan operasyonla kısa sürede başkent Tskhinval ve çevresinin kontrolünü ele geçirdiler. Bu ilk adım sonrasında sadece Güney Osetya’nın kuzeyde Rusya’ya yakın Java bölgesi Gürcü kuvvetlerinin kontrolü dışında kaldı. Gürcistan açısından bu harekât ülkede anayasal düzenin yeniden tesisi adına yapılması gereken polisiye bir operasyon ya da bir tür iç güvenlik harekâtı olarak tanımlanmaya çalışılacaktır. Fakat sürecin gelişimi dikkate alındığında bunun çok da mümkün olamayacağı rahatlıkla söylenebilir. Nitekim Gürcistan’ın attığı bu adım, daha önce Abhazya’da Gal bölgesinde girişilen operasyonda ve Acara’da olduğu gibi cevapsız kalmadı. Gürcü-Oset anlaşmazlığının başladığı 1990’lı yılların başından günümüze, Osetya’daki halka Rus vatandaşlığı veren Rusya (neredeyse toplam nüfusun yarısı), diplomatik açıklamalarla yetinmeyerek derhal karşıt harekât başlattı ve 100’ün üzerinde olduğu belirtilen tankla askerlerini Osetya’ya soktu. Peşi sıra Rus savaş uçaklarının, aralarında askeri havaalanlarının da bulunduğu Gürcistan’daki bir takım stratejik hedefleri bombaladığı haberleri uluslararası ajanslara düşmeye başladı. Uluslararası toplum tarafları çatışmaları sonlandırarak barışçıl yöntemlerin temel alındığı bir yönde hareket etmeye çağırsa da, bu sürecin yeni ve öncesinden daha sıkıntılı bir dönemi başlattığı aşikârdır. Uluslararası toplumun en büyük korkusu bu ‘savaşın’ ilk önce Abhazya’ya sonrasında da Kafkasların tamamına yayılarak kontrol edilmesi mümkün olmaya yeni bir süreç başlatması. Çatışmaların (savaşın) bir iki gün içerinde durması beklentisi ve çağrıları olmakla birlikte Rusya’nın Gürcistan’a istediği dersi vererek isteklerini karşılayacağı, pazarlık için koz elde edecek yeni bir noktaya ulaşana kadar durmayacağını söylemek mümkündür. Osetya meselesi, Rusya’nın diğer sorunlu bölge olarak tanımlanan ve Kosova’dan sonra bağımsızlığının uluslararası camia tarafından tanınmasını yeniden talep eden Abhazya’da yeni adımlar atmasıyla sonuçlanabilir. Bu ise Kafkaslarda daha da hareketli günler anlamına geliyor. Olayın geçmişine bir göz attığımızda öncelikle şu hususlara dikkat çekebiliriz: Osetler etnik olarak Gürcülerden farklıdır. Sovyetler Birliği döneminde ikiye bölünen Oset nüfusun ağırlıklı bölümü bugünkü Rusya Federasyonu topraklarında kalan ve Kuzey Kafkasya’daki federal bölgelerden biri durumundaki Kuzey Osetya’da yerleşik durumdadırlar. Güney Osetya ise Gürcistan içerisinde özerk bir bölge olarak bırakılmış ve ayrı bir siyasi unsur olarak tanımlanmıştır. Sovyet döneminde yaşanan sorunlara rağmen bölgenin tam bir sorun merkezi haline gelmesi Sovyetlerin yıkılmasıyla birlikte olmuştur. Güney Osetya’da yaşayan ve nüfusun üçte birini oluşturan Oset azınlık, Gürcistan’a bağlanmayı reddederek bağımsızlığını ilan etmiştir. Bu bağımsızlık ilanı resmen mümkün olmasa da, Osetya’nın Gürcistan tarafından kontrolü de fiilen mümkün olamamıştır. Osetler ilk önce bağımsızlık, sonrasında da Kuzey Osetya ile birleşme ve güçlü bir Osetya/Alanya oluşturma planları yaparken Gürcü yönetimleri üniter bir Gürcistan yaratmak adına bölgeye “Osetya” dahi dememişlerdir. Güney Osetya’yı kadim ismi “Samaçablo” şeklinde ya da başkentinden esinlenerek “Tskhinval bölgesi” olarak adlandırmışlardır. 1991–92 dönemindeki çatışmalardan sonra Rus Barış gücünün yerleştiği bölge bağımsızlık yönünde faaliyet gösterirken Gürcistan bu bölgeyi toprak bütünlüğüne yeniden dahil etmeye çalışmıştır. Taraflar arasında yürütülen görüşmeler sıkıntılı da olsa, Mikhael Saakaşvili’nin iktidara geldiği 2004’den bu yana daha da kötüleşmiştir. Saakaşvili Osetlere, biraz Acara’daki başarının biraz da ABD’nin desteğinin verdiği özgüvenle, üniter bir Gürcistan’ın içinde özerklik oluşturulması önerisi götürmüştür. Bu öneri Oset tarafınca kabul edilmemiş ve Osetler 2006’da yaptıkları referandumda tam bağımsızlık kararı almıştır. Bu gelişme taraflar arasındaki görüşmelerin 2006’dan bu yana neredeyse tıkanmış duruma gelmesinin de sebebidir. Bu tarihten sonra sürece özellikle Gürcistan’ın NATO üyeliği perspektifinin de tetiklemesiyle, Rusya gelişmelere çok daha doğrudan müdahil olmuştur. Moskova yönetimi önceliğini bu bölgelere vermiştir. Osetya ve Abhazya merkezli hava sahası ihlalleri, karşılıklı sınır ihlalleri gibi tartışmalarla zaten gerginlik yaşayan Rus-Gürcü anlaşmazlığı, Osetya ve Abhazya’nın statüleri noktasında düğümlenmiş durumdadır.
Gelişmeler, ABD’nin Gürcistan yönetimine tanıdığı öncelik ve Saakaşvili’nin politikalarıyla bugünkü çatışma noktasına ulaşmıştır. Gürcistan’ın büyük beklentilerle katıldığı NATO’nun Nisan ayındaki Bükreş zirvesinde Üyelik Eylem Planı (MAP) alamayarak eli boş dönmesinin, Saakaşvili’yi Aralık’ta yapılacak zirveden önce sorunlarını halletme yönünde harekete geçmeye zorladığı iddia edilebilir. Batı dünyasını, Rusya karşısında gittikçe zora düşen Gürcistan’ı İttifak şemsiyesi altına almaya zorlamak ya da sıkışan iç politik dengelerden milliyetçilik kartını ateşleyerek çıkma politikası gibi hesaplar içinde olabilecek Gürcü yönetiminin, Rusya’nın sert tepkisiyle ülkeyi zorlu ve sıkıntılı bir sürece taşıdığı aşikârdır. Bu süreç şimdiden, sadece Rusya ve Gürcistan ile Kafkasları ilgilendiren bir süreç olmaktan çıkmış durumdadır. Genel olarak bakıldığında 2008 yılının Kafkasya’da hareketli ve sıkıntılı geçtiği görülmektedir. Ermenistan ve Gürcistan’da yapılan seçimler ve sonrasında yaşanan istikrarsızlık, Azerbaycan’da yapılacak seçimler ve seçimlerin ne getireceği tartışmaları ve dondurulmuş anlaşmazlıkların çözülmesi girişimleriyle, Kafkasya dünyanın yeni ilgi merkezi haline gelmiştir. Neredeyse 2000’li yılların başına kadar bir kenarda kaldıklarını ve unutulduklarını düşünen Kafkasya ülkeleri, hem AB hem de NATO ile sınır komşusu haline gelince Kafkasya için yeni bir dönem başlamıştır. Diğer taraftan artan doğalgaz ve petrol fiyatlarının tetiklemesiyle ekonomik olarak ayağa kalkan Rusya’nın, bu genişlemeleri tehdit olarak görmeye başlaması ve siyasal mücadeleye girişmesiyle Kafkasya bir tür mücadele alanına dönüşmüştür. Çünkü Rusya’nın sınırı ve “yakın çevresi” Kafkasya artık AB ve NATO’nun da sınırı ve yakın çevresidir. Kısacası Kafkasya’daki gelişmeler tüm dünya tarafından daha yakından izleniyor ve bölgenin sorunlarına ortak çözümler bulunmaya çalışılıyor. Çıkarların uzlaşmaması nedeniyle ortaya çıkan çekişme ise güç dengesi mücadelelerinin yeni boyutu olarak küresel alana yansımış durumda. Mevcut tablo, Rusya’nın kendi çıkarları çerçevesinde anlaşmazlıkların devamına ve hatta yeniden sıcak bir nitelik kazanmasına çalışırken, ABD ve AB ile kurumlarının ihtilafların çözümü için çaba gösterdiği yönündedir. Ama sonuca bakıldığında tarafların tamamının bu anlaşmazlıkları kendi çıkarları bağlamında yönlendirmeye çalıştıkları, seyri belirleyecek taktik ve stratejik adımlar attıkları görülmektedir. Bu mücadelenin Doğu Avrupa ve Batı Balkanlar’da olduğu gibi Batı dünyasının lehine ve Rusya’nın aleyhine bir sona doğru gidip gitmeyeceği ise önemli bir soru olarak karşımızda durmaktadır. Zira Kafkasya Avrupa değildir, Kafkasya ülkeleri de Balkan ya da Doğu Avrupa ülkeleri değlidir. Rusya’nın yakın çevresi olarak gördüğü bölgedeki etkinliği ve varlığı da Avrupa’dan farklı bir görünüm sergilemektedir. Son dönemde iç sorunlarla boğuşan Türkiye’nin ise bu süreçteki rolü ya da yeri ise dikkatle üzerinde durulması gereken bir başlıktır. Başbakan Erdoğan’ın Akdeniz İçin Birlik Zirvesi’nde yaptığı konuşmada vurguladığı Türkiye’nin çevresindeki bölgelerdeki sorunlara çözüm getiren ülke algısının, Kafkasya’daki sorunların çözümüne etkisi ve katkısı dikkatle değerlendirilmelidir. Benzer biçimde, ilk defa yapılan Büyükelçiler Zirvesi’nde de Türkiye’nin içinde yer aldığı bölgelerde yapıcı roller yüklendiğinin vurgulanması önemlidir. Türkiye’nin Kafkasya’da, bölgesel bir takım sorunların tarafı olduğu da akla getirildiğinde sorunların çözümü süreci Türkiye’yi doğrudan ilgilendirmektedir. Özellikle Türkiye-Ermenistan, Azerbaycan-Ermenistan, Dağlık Karabağ, Güney Osetya ve Abhazya (Rusya-Gürcistan) sorunları Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren sorunlardır. Türkiye sorunun çözümünde bir aktör olmaya çalışmakla birlikte sorunun da doğrudan bir parçası konumuna gelmektedir. Rusya ile Gürcistan arasındaki ilişkilerin çökmesi ve tarafların yıkıcı bir savaş sonrasında yaratacakları uzlaşmaz zemin, Türkiye’nin KEİ, BTC boru hattı, BTK demiryolu hattı gibi ekonomik ve siyasi projelerinin kötü etkilemesinin ötesinde Karadeniz merkezli giriştiği BLACKSEAFOR, Karadeniz Uyumu gibi bölgesel güvenlik girişimlerini de çökertme potansiyeli taşımaktadır. Yıllarca süren ince ayrıntılarla adeta tırnakla kuyu kazarcasına şekillendirilen bölgesel projelerin çökmesi Türkiye’nin istemeyeceği sonuçlar olacaktır. *Doç. Dr. Mitat Çelikpala, TOBB Ekonomi Teknoloji Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, [email protected]
|
Bir yanıt yazın