BEŞİR AYVAZOĞLU
Bazı gazete ve televizyonlarda Türk Tarih Kurumu başkanlığına tayin edilen Prof. Dr. Ali Birinci’nin fotoğrafı yerine benimki yayımlandı. Hangi haber ajansı tarafından yapıldığını öğrenemediğim bu yanlışlık yüzünden değerli dostum, devir teslim töreninde bir açıklama yapmak zorunda kalmış.
Fotoğraflarımızı karıştıranlar, aramızdaki dostluğu biliyorlar mıydı, bilmem! Evet, hem Prof. Dr. Ali Birinci yakın dostumdur, hem de ona görevi devreden Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu… Bu yüzden iki duyguyu aynı anda yaşadım; yani biri için sevindim, diğeri için üzüldüm. Ama bana sorarsanız, Halaçoğlu -görevden alınış biçimi pek hoş değilse de- on beş yıldır taşıdığı yükten kurtulduğu için sevinip rahatlamıştır. Birinci’nin ise, bu görevi nasıl ağır bir yükün altında girdiğini bilerek kabul ettiğinden eminim.
Türk Tarih Kurumu, hiç şüphesiz çok önemli ve kendisinden çok şey beklenen, bu sebeple tartışmaların odağında bir kurumdur. Çok geniş bir coğrafyaya asırlarca hükmetmiş bir imparatorluğun bakiyesi olduğumuz için kökleri tarihin derinliklerine uzanan bir yığın problemimiz ve sorumluluklarımız var. Türk Tarih Kurumu, bu problemlerle ilgili doğru teşhisler koyması ve çözümler üretmesi beklenen bir kurumdur. Ancak bağlı olduğu kurumun, yani Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’nun yılan hikâyesine dönen kanunu henüz çıkmadığı için, Türk Dil Kurumu, Atatürk Kültür Merkezi ve Atatürk Araştırma Merkezi gibi, onun da hareket alanı da son derece dardır.
Bilindiği gibi, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Kanunu’nun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine ve Bu Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesine Dair 519 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin dayandığı 3911 sayılı kanun, dolayısıyla bu kanuna dayanılarak çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname, 1993 yılı sonlarında Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmişti. Bu yüzden on beş yıldır eli kolu bağlı olan Kurum’un sağlıklı bir yapıya kavuşturulması ve yapacağı çalışmaların kanunî zemine oturtulması amacıyla hazırlanan kanun tasarısı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bekleyip duruyor.
Umarım, Türk Tarih Kurumu’ndaki nöbet değişikliği, ilgili kanunun bir an önce çıkarılması için ilgilileri harekete geçirir.
Ali Birinci’ye gelince: Hiç şüphesiz, yaşayan en büyük yakın tarih uzmanlarımızdan biridir. Özellikle İttihat ve Terakki ve Hürriyet ve İtilaf Fırkası üzerinde çalıştığını, Hürriyet ve İtilaf Fırkası (1990) adlı eserinin de yayımlandığını hatırlatmak isterim. Basın ve düşünce tarihiyle de ilgilenen Birinci’nin bu konudaki makalelerinden bazıları “Matbuat Âleminde Birkaç Adım” alt başlığını taşıyan Tarih Uğrunda (2001) ve “Yakın Mazinin Siyasî ve Fikrî Ahvali” alt başlığını taşıyan Tarih Yolunda (2001) adlı kitaplarındadır.
Ve tabii biyografi… Bana sorarsanız, Ali Birinci yaşayan en büyük biyografımızdır. Onun kılı kırk yararcasına yazdığı biyografileri gözü kapalı kullanabilirsiniz. İnanmazsanız, Tarihin Gölgesinde (2001) adlı kitabını okuyunuz. Biyografisini yazdığı bir şahsiyetin mesela ölüm tarihini ayı ve günüyle kesin olarak tespit etmek için mezarlıklarda günlerce keşfe çıkmaktan üşenmediğini söylersem, ne demek istediğim daha iyi anlaşılır. Aşırı titizliğin ve mükemmeliyetçiliğin üretimi düşürdüğü doğrudur; ancak önemli olan elbette çok yazmak değil, yazdıklarınızla bir hatayı düzeltmek, bir boşluğu doldurmak, bir gerçeği ortaya çıkarmış, en azından yeni bir yorum getirmiş olmaktır.
Birinci, mevcut bilgileri birbirine monte eden bir araştırmacı değil, yeni bilgiler peşinde koşan, bunu yaşama tarzı haline getirmiş bir tarihçi; rahmetli Orhan Şaik Gökyay gibi, bağa ‘destursuz’ girenlerin belalısı acımasız bir eleştirmendir. Hatayı affetmez; bazen her tarihçinin yapabileceği basit hataları büyütüp eleştirilerinde kantarın topuzunu kaçırarak gereksiz polemiklere girse de, birilerinin mutlaka bu sevimsiz vazifeyi üstlenmesi gerektiği kanaatindedir.
Birinci’nin kitap kurtluğunu bilerek sona bıraktım. O, inanılmaz bibliyografya bilgisinin yanı sıra, son derece zengin ve seçkin kütüphanesiyle bibliyofiller âleminde bir efsanedir. Şimdiden Ali Emiri’lerin, İbnülemin’lerin, Muallim Cevdet’lerin zümresine dâhil olduğunu söyleyebilirim. Değerli kitabın uzaktan kokusunu alanlardandır. Ancak onun değerli kitap ölçüsü bibliyomanlarınkine hiç benzemez. Aldığı kitabın öncelikle işe yaramasını ve çalıştığı konularda kendisine ışık tutmasını ister. Başkaları için hiçbir anlam ifade etmeyen üç-beş sayfalık bir risale bile, onun için paha biçilemez bir kaynak olabilir. Kitap kendi işine yaramıyorsa, çok değerli de olsa, ihtiyacı olanlara hediye etmekten kaçınmaz. Kitabı bir çeşit yatırım aracı olarak gören ve müzayedelerde büyük paralar ödeyip satın alarak hem fiyatların aşırı ölçüde yükselmesine sebep olan, hem de aldıkları kitapları hapsederek başkalarının faydalanmasını engelleyen sahte kitapseverlerden nefret eder.
Türk Tarih Kurumu’nun yeni başkanı işte böyle, hayatını ilme adamış bir adamdır. Çok başarılı olmasını bütün kalbimle temenni ediyorum.
Hayırlı olsun.
Bir yanıt yazın