Daha sonra Yusuf bey nasıl olsa bu çirkin saldırıları atlatır dedim ve bu yazı nedense bir türlü kalemimden dökülmedi. Ama son bir kaç gündür Yusuf Beyin görevden alınması haberlerinin Türk medyasında tartışıldığı bir zamanda bilgisayar önüne geçib ‘bazı şeyleri söylemenin zamanı geldi, geçiyor’ dedim ve bu yazıyı yazdım.
Yusuf beyle bir arkadaşım aracılığıyla tanışma fırsatı buldum. Birinci Ermenistan Cumhuriyeti zamanı Başbakanlık görevinde bulunan Ovannes Kaçaznuni’nin ‘Taşnaksutyun Yapacak Bir Şey kalmadı adlı’ raporunu Ermeniceden Türkçeye çevirmemi istedi ve kısa bir süre sonra çeviriyi tamalayarak kendisine teslim ettim. Kendisini akademisyen kimliği ile tanıdım ve bende çok olumlu izlenimler bıraktı. Daha sonraki görüşmelerde de, Ermeni meselesi ile ilgili bazı ortak görüşlerimizin olduğunun farkına vardım. Son sekiz yıldır Ermenistan üzerine çalıştığımdan bu ülkenin bölgeye ve özellikle de Türkiye ve Azerbaycan’a yönelik ahlak dışı siyasetinden de yeteri kadar haberdar olduğumu iddia ede bilirim.
Yusuf bey, Ermenistan’ın ve diaspora Ermenilerinin sözde soykırım konusunda tüm hükümet yetkililerinden daha çok resmi tezi savunan birisi idi ve maalesef bu onun görevden alınması ile sonuçlandı. Bu, resmi tezi savunan diğer akademisyenlere gözdağı vermektir. Son zamanlarda Yusuf Bey ve takımı sadece ve sadece gerçeği söylediklerinden ve Türk ulusal bekaasını korumaya çalıştıklarından dolayı köşeye sıkıştırılmaya çalışılıyordu.
Bir kaç yıldır Türkiye’de sözde Ermeni soykırımı konusunda oldukça karmaşık bir tablo çizilmektedir. Hükümet ve devlet yetkililerinin büyük bir bölümü resmi tezi savunan akademisyenlere karşı tutum izlemektedir. Soykırım yapılmadı diyen akademisyenler neredeyse ihanetle suçlanmakta, aksini savunarak Türk milletinin masumiyetini zedelemeye çalışan ve bunu önemli derecede başaran ‘3 kuruşa satılık akademisyenler/yazarlar’ meydan sulamakta, çeşitli ödüller alarak kamu oyunda meşruitiyetini temin etmeye çalışmaktadırlar.
Gafletin, delaletin ve hatta ihanetin kol kaldırıp meydanlarda boy gösterdiği bir zamanda Yusuf Bey ve takımının Türkler Ermenilere soykırım yapmadı diye haykırmasını bir anlamda Don Kişot’un yel değirmenine karşı kılıç sallaması gibi değerlendirmek mümkündür. Ancak burada çok önemli bir farkın olduğunu hatırlatmak yerinde olur. Kişot, kendi kişisel egosunu tatmin etmek için yel değirmenine kılıç sallıyordu, oysa Yusuf Bey ve takımı kendilerine göre değil, Türk milletinin masumiyetini korumak adına eşit olmayan şartlarda mücadele vermekteydi ve şimdilik be mücadelenin birinci yarısını Ermenistan ve Türkiye’deki kripto Ermeniler (ihanet içinde olan Türkleri unutmamak lazım ve hiç bir zaman da unutulmamalıdır!) kazandı. Ama bu mücadele bitmedi ve hiç bir zaman da bitmeyecektir! Yusuf Halaçoğlu’nu annesi Türk Tarih Kurumu’na başkanlık etsin diye doğurmamıştı tabii ki. Bu kurumun başında durmayı hak eden bir çok akademisyen var ve bütün engellere rağmen her zaman olacaktır! Ancak Halaçoğlu’ndan sonra kurumun başına kimin getirileceği oldukça önem arzetmetedir. Bu kararı veren yetkililer büyük bir ihtimalle durum değerlendirmesi yaparak soykırım suçlamasına daha loyal bakışı olan birisini atayacaklardır. Hatta bu kararı veren mercilere kolaylık olması bakımından bazı kişilerin isimlerini verebilirim. Başkanlık koltuğuna-Halil Berktay, Taner Akçam ve Orhan Pamuk sahip olmayı haketmişlerdir. Veya Ermenistan soykırım müzesi başkanı Hayk Demoyan da bu göreve atanabilir. Her ne kadar kendisinin vatandaşlık problemi olsa da, Yusuf Beyi görevden alanlar için bunun halledilmesi o kadar da zor olmaması gerek. 2015 (sözde Ermeni soykırımının 100. yılı) yılına kadar daha bir çok milli duruşu olan akademisyen veya siyasiler mücadele meydanından dışlanacaktır.
Türkiye için en büyük tehlike sözde Ermeni soykırımı konusunda kamu oyunun ikiye bölünmesidir. Ermenistan/Ermeniler bunu başardıkları taktirde arkasından toprak ve tazminat talebinin gündeme geleceğinde adınız gibi emin olabilirsiniz. Bu zaman Türkiye ciddi sorunlarla karşılaşacaktır. Bu vahim gerçek hiç bir zaman unutulmamalı, kendisini Türk olarak görenler ve vatanını sevenler bu duruma karşı mücadele etmelidir. ‘Su uyur düşman uyumaz’ atasözü hiç bir zaman unutulmamalıdır.
Ha bu arada son bir şey; az kalsın unutuyordum. Birader, Siz, Şeref siz misiniz?
Bir yanıt yazın