Emete GÖZÜGÜZELLİ CİVAN
(Ayşe Kocatürk)
ayse@aysekocaturk.com
Kıbrıs Türkleri üzerinde Annan planı sürecinden bu yana süren psikolojik harp son günlerde artmış vaziyette sürdüğü gözlemlenmektedir. Batı dünyası ve seçilmiş misyonerleri gerek Kıbrıs Türkleri gerekse Türk dünyası ve Anavatan Türkiye Cumhuriyeti üzerinde çok keskin sonuçlar doğurtacak operasyonlar düzenlediği ortaya çıkmaktadır. Her zamanki gibi bu operasyonlar medya kanallarının görsel yada yazılı metinleri ile gerçekleştiriliyor. Şimdi Kıbrıs’ta gelinen son sürece bakmakta fayda vardır. Bilindiği üzere, Talat ve Hristofyas arasında aralıklarla başlatılan görüşmelerin sonuncusu olan 25 Temmuz 08 tarihinde gerçekleşen yüzyüze görüşme arifesinde yapılan ortak açıklamada 3 Eylül’de özlü görüşmelerin başlayacağı mesajının verilmesi “çözüm gelecek” hayalinde olanlardan büyük memnuniyet gelmesine de imkan kılmıştır. Bu durum esasen daha önce gerçekleşen mutabakatlar zincirinin devamını öngörmektedir. Bu mutabakatlar zincirinde Kıbrıs Türkü zemin kaybetmeye doğru gittiği apaçık bir gerçektir. Zira bugüne kadar rumlarla varılan mutabakatlarda Kıbrıs Türk egemenliğinin sulandırılması yönünde varılan anlaşmalar geleceğimizin ciddi anlamda tehlikeli sürece sokulmasını da imkan yaratabilecek pozisyondadır. Zira sözlü söylenen demeçlerden ziyade, altına imza atılan veya onaylanan maddelerden yeni başlanacak olan süreçte sınava girilecektir.
Nitekim, uzunca bir süredir, Mehmet Ali Talat’ın 8 Temmuz 2006 mutabakatından bu yana 21 Mart, 23 Mayıs, 1 Temmuz 2008 anlaşmalarında sergilediği tavizkar tutum, ne üzücüdür ki başlayacak olan 3 Eylül görüşmelerinde karşımıza çıkacak ana konulardan biri olacaktır. Özellikle de iki ayrı egemen halkın yaşadığı Kıbrıs’ta tek egemenlik ve vatandaşlık esaslarına dayanarak federal bir çözüm modelinde eyalet sistemi altında bir uzlaşıya gidilmesi yönünde gelen Rum taleplerine Talat’ın onay vermesi durumun ciddiyetini daha bariz bir şekilde ortaya koymaktadır.
Nitekim,çözüm beklentisinde olan tarafların beklentisi 2009’da bu işi bitirmek ve tek egemenlik ve vatandaşlık esasına dayalı bir uzlaşı ile çözüme kavuşmaktır. Dünya basını ve Avrupa Birliği,ABD ve diğer dış unsurlar, bugüne kadar varılan mutabakatlardan en az Rumlar kadar alınan sonuçlardan memnuniyet duymaları gelişen süreci dikkatlice değerlendirmenin önemini de ortaya koymaktadır. Zira bugüne kadar Kıbrıs Türkleri ile herhangi bir şekilde egemenlik paylaşımında bulunmayı reddeden GKRY’nin acaba neden bugün gelişmelerden ve egemenlik hususunda bir anlaşmaya gidilmesinden memnuniyet duymaktadır?
Özellikle de Yunanistan ve Rum partilerinin hemen hemen hepsi(AKEL,DİKO,EDEK,DİSİ vb) görüşmelerin ana hedefinin “Tek egemenlik ve vatandaşlık” zemininde Kıbrıs’ı yeniden birleştirmenin olduğunu açıklarlarken, Hristofyas’ın sözcüsü Stefanu “İstediğimiz işgali ve yerleşikliği sona erdirecek, toprağı halkı,ekonomiyi ve kurumları iki toplumlu, iki kesimli federasyon çerçevesinde birleştirecek bir çözümdür” şeklindeki Temmuz ayı sonunda yaptığı beyanatı içinde bulunduğumuz hayati konumu da gözler önüne sermektedir.
Annan planında olduğu gibi batı dünyasının sivil toplum örgütlerine aktardığı fonlar yardımı ile meydanlara dökülen bazı çevreler bu kez yeniden örgütlenme yoluna giderek, adanın yeniden birleştirilmesi yönünde ses çıkaracak eylemler, mitingler vb gibi hazırlık çalışmaları içerisine girdikleri gözlemlenmektedir.
Rumların “Tek vatandaşlık ve egemenlik” konusundaki söz ve demeçlerinin yanı sıra Hristofyas’ın “Yeni bir ortaklık değil, yenilenmiş bir ortaklık” sözleri karşısında KKTC Cumhurbaşkanlık Sözcüsü Sayın Hasan Erçakıca’nın Hristofyas’ın vurguladığı bu söz karşısında yaptığı açıklamada “Yenilenmiş değil,yeni bir ortaklık devleti kurulacak. Yeni devlet hem KKTC hem de Kıbrıs Cumhuriyeti unsurlarından oluşacak” açıklaması yapsa da maalesef duyulan tedirginliğin giderilmesine imkan kılmamıştır. Ne yazık ki bu tür söylemler sözde söylenmekteyse de esasen tarafların arasında gerçekleştirilen mutabakatlara yansıtılmamaktadır.
1 Ağustos Arifesinde TMT’ye ve KKTC’ye karşı yürütülen Psikolojik Harp(II)
İçinde bulunduğumuz süreçte Kıbrıs Türk halkı üzerinde neden yeni bir psikolojik savaş sürdüğünü izah etmek lazımdır.
8 Temmuz 2006’daki Talat-Papadopulos görüşmesinde BM himayesinde varılan 5 maddelik mutabakat esasen Annan planı veya benzer bir planın sunulamayacağını da ortaya koymuştu. Zaten Rum yönetimi de bunu her fırsatta dile getirdi. 2008’de Hristofyas’ın başkan seçilmesi ile akan sular daha berraklaştı ve 21 Mart’tan itibaren süren görüşmeler temelinde yapılan ortak açıklamalarda beyan edilen “Tek egemenlik ve vatandaşlık” konusunun esasen “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin devamını öngördüğünün de açık sinyallerini verdi. 23 Mayıs ve ardından da 1 Temmuz görüşmelerinde bu husus vurgulandı ve açıkça bu konuda anlaşmaya varıldığının açıklamaları yapıldı. Bunlara ilaveten de taraflar arasında eyalet sistemi temelinde yeni bir birleşik Kıbrıs yaratılacağının mesajları deşifre edildi. İşte böylesine önemli bir süreç Anavatan Türk kamuoyunda işlenmesi gerekirken birden Ergenekon operasyonu kapsamında alınan yeni gözaltılar ile türkiyenin gündemi değiştirildi. Ne tesadüftür ki Kıbrıs konusunda ciddi anlamda ses çıkaracak olan kişiler arasında olan Paşalar “terörist” damgası ile tutuklandılar.
Taraflar arasında en son yapılan 25 Temmuz görüşmesinde de birçok konuda uzlaşmaya vardıkları iddia edilen metinlerin referanduma yeni bir plan adı ile sunulacağı açıklandı. Nitekim Barış Harekatını kınama etkinliklerine Baf’ta katılan Rum lider Hristofyas, Kıbrıs sorununun önemli yönlerinin çoğu noktalarında görüş birliği sağlandığını açıkladı ve yeni devletin bugünkünün devamı(yani Kıbrıs Cumhuriyeti’nin) olacağını belirtti. Bu gelişmenin ardından güneyde günlük yayımlanan Fileleftheros gazetesi de Türklerin egemenlik konusunda yumuşadığını ve “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin lağvedilmeyeceğini yazdı.
Kıbrıs Türklerinin geleceği ile ilgili bu gelişmeler yaşanırken Avrupa Parlamentosu’nda yaklaşık sekiz ay bekletilen bir rapor taslağı gündeme getirilerek kabul edildiği açıklandı. Söz konusu rapor adadan Türk askerinin çıkarılması çağrısında bulunarak Kıbrıs’ın bir AB toprağı olduğu açıklandı. Ne ilginçtir ki bu konuda AP’da hazırlanan raporun özellikle de 20 Temmuz 1974 Mutlu barış harekatı haftasına denk düşürülerek açıklanması adada bir “işgal” sorunu varmış şeklindeki Rum-Yunan ve içimizdeki bazı misyoner kişilerin yaygaracılığı ile örtüşmesi hayli düşündürücüdür. Özellikle de bu dönemde Türkiye’deki bazı ulusal basın ve yayın organlarının Kıbrıs Türkünün tarihi öz değerlerini karalayan ve sanki de 1974 Mutlu Barış Harekatı’nın meşruluğunu suistimal eden yayımlara geçmesi Türk halkı üzerinde var olan psikolojik harp operasyonunun da bir parçasını oluşturmaktadır.
Hatırlatmak gerekirse Psikolojik harp, savaş yada barış dönemlerinde dost, tarafsız veya düşman hedef toplumlarının kendi çıkarları yönünde tutum ve davranışlarını yönlendirmek, kitleyi etkilemek için ekonomik, siyasi, kültürel, askeri, teknolojik, sosyal ve hatta dini alanlarda planlanarak uygulanan tüm faaliyetleri kapsamaktadır. Psikolojik harp uygulama olarak psikolojik harekatı kapsar. Psikolojik harekat kapsamında bir ülkeyi ayakta tutan değerlerin yıpratılarak, kendi milli menfaatlerini gerçekleştirmek üzere yürütülen faaliyetlerdir. Kıbrıs’ta da özellikle Kıbrıs Türkünün adada sahip olduğu Türklük kimliğini, Devletini, Anavatanla olan bağlarına tahammül edemeyen batı dünyasının oryantalizim projesi kapsamında(Doğu toplumlarının politik, kültürel vs eritilmesi ) bir savaş vermektedir. Bu savaş kapsamında içteki(veya dıştaki) kurum, parti, sivil toplum örgütleri ve medya kullanılarak hedef seçilen halk veya kitle üzerinde farkına varılamayan bir operasyon gerçekleştirilerek seçilen halkın etki altına alınması arzulanır. Bu operasyon kapsamında kendi kurumlarına, polis ve ordusuna, dini, kültürel değerlerine, yargı sistemine karşı yalan haberler yayılması hedeflenerek toplumda bir “korku ve güvensizlik” yaratılması hedeflenir. Bu korkunun yaratılması için de görsel ve yazılı medya(radyo,tv,gazete,dergi,broşür..)kanalları vasıtası ile anılan değerler için yıpratıcı bilgiler verilmesi planlanır ve uygulanır. Verilen bilgiler uzun uzadıya anlatılır ki, halkın mücadele azmi kırılarak bir çaresizlik içerisine düşmesi sağlansın. Bunun için yalan haberler günlerce yazılır, çizilir ve tartışılır.
Yapılan operasyonlarda halka bir korkunun veya güvensizliğin verilmesinden öte seçilen halkın kendi tarihi değerleri, kimliği, kültürü, dini hatta kurumlarına(yargı, polis vb) güveni yitirilerek, kendisine gösterilen diğer ulusu yada kurumu üst görmesi hedeflenir. İşte şuan Kıbrıs Türküne karşı yapılan savaş da budur. KKTC’deki halkın egemenliğinden vazgeçerek birleşik Kıbrıs’a inanmaları için yapılan yayımlar ekseninde Kıbrıs Türkü umutsuzluğa sürüklenmek istenmektedir.
Özellikle de Türkiye’de başlatılan Ergenekon operasyonu kapsamında Kıbrıs’taki TMT teşkilatının da ayni kapsamda tutulacak yer altı teşkilatları arasında yer aldığını iddia edecek kadar çılgınca yayımlar yapmayı kendine misyon edinen bazı medya kuruluşlarının temsilcilerinin kime ne maksatla hizmet ettikleri ayrı bir merak konusudur.
Temmuz ayında çıkan Tempo dergisinde “1913’ten günümüze Gizli Örgütlenmelerin Anatomisi” başlıklı yazıda, “Kıbrıs’ta TMT” alt başlığı ile verilen haberde “1958’de kurulan TMT, Türk subayları tarafından organize edildi. Kuruluşunda Genel Kurmay Başkanlığı’nın onayı bulunduğu iddiası, örgüte meşrutiyet kazandırdı. Amacı Rum terör örgütü EOKA’ya karşı Türklerin can ve mal güvenliğini korumaktı. Bu örgütün üyeleri arasında Rauf Denktaş bile vardı. Ancak TMT hakkında da pek çok söylenti çıktı. Bunlar arasında barış yanlısı Rum ve Türklerin öldürülmesi de bulunuyordu…” şeklindeki iddiaları ve yorumları tamamı ile Kıbrıs Türk tarihinin gerçeklerinin saptırılarak öz değerlerimizin karalanması anlamına geldiği ortaya çıkmıştır. Burada Yarbay Rıza Vuruşkan’ın resminin de Hrant Dinki öldüren Ogün Samas ile ayni karelerde yer alması durumun ne kadar talihsizce yapıldığının da ayrı bir göstergesidir.
1 Ağustos Arifesinde TMT’ye ve KKTC’ye karşı yürütülen Psikolojik Harp(III)
Tempo dergisindeki yorumda Genel Kurmay Başkanlığı’nın TMT’yi kurduğu şeklindeki iddianın örgüte meşrutiyet kazandırdığı şeklindeki açıklaması, sanki de Genel Kurmay başkanlığının gizli silahlı örgüt kurmaya meyilli olduğu savını doğururken, bu son operasyonda(ergeneokon) tutuklanan emekli orgeneral seviyesindeki paşaların da gizliden silahlı örgüt kurmakla suçlandıkları iddiasına destek niteliği yaratmaya çalışarak TSK’ni yıpratma maksadı taşıdığı ortaya çıkmaktadır. Bahsekonu yorumda TMT’nin sanki de barış yanlısı olan Türk ve Rumları öldürmek için kurulduğunu ortaya atarak bu konuda özellikle de bilgi sahibi olmayan insanların kafasında “Acaba bu gerçekten böylemi” sorusunun doğmasını yaratmaya çalışmaktadırlar. Enis Tayman ve İpek Özbey’in birlikte kaleme aldıkları bu makale, sözkonusu şahısların Kıbrıs Türk tarihi ile ilgili ne kadar bilgiden yoksun olduklarını açıkça ortaya koymaktadır.
Yine TMT’nin bu yıl 1 Ağostos’da 50’nci yılı etkinlikleri öncesinde 27 Temmuz 2008’de Taraf gazetesi yazarlarından Ayşe Hür’ün “Othello’nun Güzel Ülkesi Kıbrıs” isimli köşe yazısında TMT ile ilgili yer alan çirkin iddialar ortaya atılması, kimlerin hangi tarafta olduğunun da açık göstergesi olmuştur.
Hür anılan yazısında “…20. yüzyılın ilk yarısı İngilizlerin tavrı sayesinde yumuşak geçti ama, 1955’te Rumlar İngiliz sömürgecilerini adadan kovarlarken, Türkler Enosis korkusu ile İngilizleri destekleyince iki toplumun arası açıldı. Ardından ise uluslarararası aktörler ve Anavatanlar karıştı. Rumlar “Enosis”, Türkler “Taksim” dediler. Rumlar “Akritas planı” Türkler “geçici Merhale Planı” dediler ve 1960’da Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantörlüğü altında kurulan, iki toplumun eşit haklara sahip olduğu bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’ni 1974 yılında yıkmayı başardılar. Ayni çevreler iki toplumu birleştirmemek için ellerinden geleni yapmaya devam ediyorlar…” şeklindeki açıklamaları tarih bilincinden yoksun bir gazetecinin yazdığı yalan yanlış bilgileri kamuoyuna duyururak emperyalizme uşaklık ettiğinin de apaçık göstergesi olmuştur.
Belirtilen bu sahte, yanlış ve saptırılmış tarihi gerçeklerin düzeltmesi şu şekildedir; Bir kere Kıbrıs Türkleri Enosis korkusu ile İngilizleri destekleyerek iki toplumun arası açılmamıştır. 1 Nisan 1955 tarihinde kurulan terör örgütü EOKA, ada genelinde başlattığı Kıbrıs Türklerine yönelik baskı, şiddet ve katliamın bir sonucu olarak Kıbrıs Türkleri kendi kendilerine bir direnişe gitmişlerdir. Kaldıki Kıbrıs Türkleri İngilizlerin yanında olmamışlardır. Bu böyle olsaydı 1957-58 şehitleri verilmezdi. Ayni zamanda, meydanlarda Rumların Enosis çığırtkanlıklarını protesto için toplanan sivil ve masum ve de silahsız soydaşlarımızın üzerlerine jeeplerini sürerek ve ateş açarak şehitler verilmesine sebep olan İngilizlerdir;(ingilizlerin Türklere karşı yaptıkları ayrımcılıkları dile getirmek apayrı bir makale konusudur).
Hür’ün iddia ettiği gibi adadaki Türkler, İngilizler’i destekledikleri için iki toplumun arası açılmadı. Yüzyıllardan beri enosis çığırtkanlığı yapan Rumların özellikle de Makarios III’ün 1950’de adaya ayak basması ardından gizlice silahlanma yoluna Yunanistan desteği ile gidilmesi ve bir gerilla taktik savaşı ekseninde adada huzursuzluk yaratarak enosis’i gerçekleştirme hedefi öncesindeki 1954 yılında Rumların 1950 yılında adada gerçekleştirdikleri plebisit sonuçlarının BM’de kabul ettirmeye çalışarak adanın Yunanistan’a ilhakını öngören çağrıda bulunmaları ile zaten uluslararası aktörlerin ve doğal olarak anavatanların konu ile yakından ilgilenmelerine sebep olmuştur.
Bayan Hür’ün, kaleme aldığı bahsekonu yazıda “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin 1974 yılında yıkıldığından bahsetmesi de esasen kendisinin ne denli Kıbrıs tarihi konusunda cahil olduğunu da ortaya çıkarmıştır. Kıbrıs Cumuhriyeti 1974 yılında yıkılmamıştır. Kıbrıs Cumhuriyeti önce Makarios’un 30 Kasım 1963’teki 13 maddelik anayasa değişlişklik önerileri ile ortadan kaldırılmak istenmiş ve bu başarılmayınca da 21 Aralık 1963 yılında Kıbrıs Türklerine karşı etnik temizlik operasyonu başlatılarak Noel’e kadar topyekün Kıbrıs Türklerinden kurtulma planı hedeflenmişti. Bu Kıbrıs Türkünün TMT liderliğinde teşkilatlanma yoluna gitmesi ile adada engellendi. Kıbrıs Türkü tam 11 yıl boyunca ada genelinde %3’lük gettolarda yaşamak zorunda bırakıldıklarında, kimi zaman aç, kimi zaman susuz mücadele etmişler ve Rumun boyundurluğunu kabul etmemişlerdir. Bayan Hür’ün aç kalan Kıbrıs Türkünün vitaminini almak için ovalardan topladığı otlarla ekmek ve yemek yaptığını bilmemesi normaldir. Zira kendisi uzun yıllar Amerika’da rahat ortamlarda yabancı dostları ile şarap tokuştururken ada halkının yaşadıklarını bilmemesi bizlerin öz tarihini karalama ve yanlış bilgileri kamuoyuna saptırmasına asla yetki vermez.
1 Ağustos Arifesinde TMT’ye ve KKTC’ye karşı yürütülen Psikolojik Harp(IV)
Bayan Hür bahsekonu yazısında Kıbrıs Türklerinin öz tarihi ve değerleri ile dalga geçer gibi yeni bir tarih yazma girişiminde bulunmakta olduğu gözlemlenmiştir. Hür anılan yazısında “Balkan savaşı bittiğinde, Türk toplumu, İngiliz yönetimine başvurarak Kıbrıs’ın İngiltere ve Mısır’a bağlanmasını isteyecek kadar çaresizdi” diyerek Türklerin bu arzusu sonucunda İngiltere’nin ada halkının talebini öne sürerek adayı ilhak ettiğini yazmaktadır. Bu şekildeki asılsız açıklamaları ile biz Kıbrıs Türklerini aşağılama yoluna giden Hür’ün Güney’den ne kadar para aldığını merak etmemize de imkan kılmıştır. Çünkü bu tür idddiaları sadece Türk milleti çıkarları aleyhine davranan kişilikler yapabilir…
Bayan Hür’ün ne geçmişteki Kıbrıs Türk mücadelesini ne de bugünkü mücadelelerini tanımadığı apaçık bir gerçektir. Başka milletlerin uşağı olma sevdasında olsaydı bu halk, çoktan Rum yada İngiliz mandasında olurdu. Osmanlı’nın çöküş dönemine denk düşen Balkan harbi ve sonrasında gelişen süreçte, Osmanlı topraklarını kaybeder pozisyona gelmesinden ötürüydi ki adayı İngiltere’ye kiralamayı şartlı olarak kabul etmişti. Kaldıki Birinci Dünya Savaşı yaşandığı yıllarda, İngilizler Kıbrıs Türklerine karşı en ağır baskılarını uygularlarken, adada Türk kimliğinin kullanılmasına dahi müsaade etmemekteydiler. Örneğin Kıbrıs Türk tarihinde utançla anılan Sir Münir gibi satılmış kişilerin İngiliz mandasını kabul eder nitelikte davranmaları tüm topluma mal edilemez. Nitekim, tarihin hiçbir evresinde Kıbrıs Türkü ingiliz boyundurluğuna geçmek(iltihak) için bir talepte bulunmamıştır. Bu duruma ilaveten, Bayan Hür bize “Anadolu’da bir zümre Amerikan ve İngiliz mandasını istiyordu” şeklinde bir açıklamada bulunsa kendisine hak verebilirdik. Çünkü Anadolu’da belirli bazı aydınların manda yönetimini arzuladıkları bilinse de esasen tüm Türk halkının bunu istediği yorumunun dile getirilme imkanını ne bize ne bayan Hür’e vermediğini ifade etmek gerekmektedir. Şayet bu tip yorumları getirme çabasında olunursa, işte bu durum atalarımıza ve tarihimize açık bir saldırı niteliğini taşır. Halkı yanıltma ve mandacı bir milleti simgeler…Dolayısıyla tarihi gerçeklerin saptırılarak tarihimize dil uzatılması ve milletimizin karalanması asla kabul edilemez!
Öte yandan bayan Hür bahsekonu yazısında “Kemalist kadroların Kıbrıs’ı önemsemediği”nden bahsederek bunun 1923 Lozan Barış Antlaşmasında belli olduğunu yazmıştır. Buna ilaveten Hür yazısında Türklerin ada’dan ayrılmasına karşı çıkan tarafın İngilizler olduğunu, Türkleri Rumlara karşı bir denge unsuru görenin de İngilizler olduğunu iddia etmektedir. Bayan Hür’ün Kemalist kadrolar olarak ifade ettiği ekibin Kıbrıs’ı önemsemediği iddası tamamı ile saptırılmış ve gerçek dışı bir durumu yansıtmaktadır. Hal böyle olsaydı, Türkiye Lozan’da 16. Madde üzerinde tadil edilmesi yönünde bir mücadele vermeyecekti. Neydi bu 16. Maddenin ilk şekli? Lozan Antlaşması’nda ilk olarak 16. maddede “Türkiye kendi dışında kalan arazi ve adalar ile ilgili ilhak, istiklal veya herhangi bir diğer idare şekli hakkında, alınan ve alınacak olan bütün kararları kabul ve tasdik eder” hükmü getirilmişti. Bu maddeye şiddetli şekilde itiraz eden Türk heyetinin ana gerekçesi adalar ve özellikle de Kıbrıs’ta uygulanacak yönetime herhangi bir şekilde karışma hakkı olmamasıydı. Türkiye’nin tamamı ile Kıbrıs’tan kopartılmasıydı. Nihayetinde 16. madde düzeltildi ve “Bu arazi ve adaların mukadderatı, ilgililer tarafından tayin edilecektir.“ hükmü getirildi.
Bu noktada Bayan Hür’e şu hatırlatmayı yapmakta fayda vardır; belirtmiş olduğu Kemalist kadrolarda özellikle de İsmet İnönü döneminde 1964 yılında Türklere karşı yapılan etnik temizlemeyi önlemek için Türkiye’nin verdiği tepki karşısında Amerika’nın ünlü Johnson Mektubunu çıkarması sonrasında İnönü’ye Fransız gazeteci bir sual yöneltmiş ve İnönü mevcut durumla ilgili şu cevabı vermişti; “Dünyada yeni bir düzen kurulur ve Türkiye Cumhuriyeti o düzende olması gereken yerde olur”. Bu cümleyi iyi anlamak gerekmektedir. İnönü o dönemde batı dünyasının Kıbrıs Türklerine karşı yapılan soykırımlar karşısında gereken tedbirleri almamasından ötürü durumu kınarken, Türkiye’nin gerekirse yeni dünya düzeninde olması gereken yerde Türkiye yerini alır diyerek burada Kıbrıs’ta ne yapılması gerekiyorsa Türkiye’nin de bunu yapacağı mesajını korkusuzca verdiği ortaya çıkmaktadır.
1 Ağustos Arifesinde TMT’ye ve KKTC’ye karşı yürütülen Psikolojik Harp(V)
Bayan Hür’ün “Özel Harp Dairesi’nin Becerikli Çocuğu:TMT” alt başlıklı yazısında TMT’nin kurulumu ile ilgili tarihi süreci eksik ve yetersiz yazmanın ötesinde ifade ettiği “TMT’nin tüzüğüne göre Türk toplumu aleyhine faaliyet gösterenler hangi milletten olursa olsun önce bir ihtar mektubu ile uyarılacak, eğer bir düzelme olmazsa, teşkilat üyelerinden seçilen üç kişilik ekip tarafından dövülecekti. Dayakla yola gelmeyenin cezası ölüm olacaktı. Ölüm şekli ve ne gibi silah kullanılacağı idare heyeti tarafından tespit edilecekti. İhtar ve dayak, barış zamanları kullanılacak, karışık zamanlarda vakit kaybetmenin aleyhte olacağı durumlarda doğrudan üçüncü maddeye geçilecekti. (Teşkilatın sorumlu isimleri, ölüm cezasının Türklere hiç uygulanmadığını idda ettiler ancak 1960’ta Bayraktar Camii’nin iddia edildiği gibi EOKA tarafından değil Türkler tarafından bombalandığını yazan haftalık Cumhuriyet gazetesinden Ahmet Muzaffer Gürkan ve Ayhan Hikmet’in bu fasıldan öldürüldüğü hep söylendi)…” şeklindeki iddiaları ile TMT örgütünü bir terör örgütü gibi lanse etmeye çalışması Bayan Hür’ün öz kimliğinin ne olduğunu merak etmemize imkan kılmıştır.
Bir kere TMT teşkilatının yemini şu şekildeydi; Kıbrıs Türkünün yaşayışı ve hürriyetine, malına, her türlü ananesine ve mukaddesatına, her nerede ve kimden olursa olsun vaki olacak tecavüzlere karşı koymak için, kendimi YÜCE TÜRK ULUSUNA ADADIM. Gördüğüm, duyduğum ve hissettiklerimi ve bana emanet edilenleri hiç kimseye ifşa etmiyeceğime, ifşaatın ihanet sayılacağına ve cezasının ölüm olduğuna, verilecek cezayı seve seve kabul edeceğime namusum ve şerefim üzerine AND İÇERİM.
Yukarıdaki TMT yemininden de anlaşılacağı üzere Hür’ün iddia ettiği gibi bir TMT tüzüğü yoktur. TMT yemini ise sadece ve sadece Kıbrıs Türkünün can ve mal güvenliğini korumak için verilen yeminden ibarettir. İsmail Tansu’nun anılarında ise TMT lideri Yarbay Rıza Vuruşkan’ın adaya geleceğinde kendisine verilen emirler içerisinde yer alan ; “Lider Kıbrıs’ta TMT’ye veya Türk toplumuna yönelik; hainlik, casusluk, bozgunculuk, soygunculuk, gasp ve eşkiyalık gibi girişimlere fırsaat vermeyecek önlemleri önceden alacaktır. Bu gibi faaliyetlerin olması halinde, suçları sabit olanlar, liderin oluşturacağı özel bir kurul tarafından cezalandırılacaktır. Ancak, ıslah edilmedikleri için ortadan kaldırılması gerekenler olursa bunun için Özel Harp Dairesi Başkanından izin alınacaktır.” şeklindeki maddenin Bayan Hür tarafından saptırılarak farklı cümleler içerisinde yorumlanması ortaya attığı iddiaların asılsız ve gerçek dışı olduğunu da ortaya koymaktadır. Kaldı ki Bayraktar Camii 1960’da değil, 1962’de Rumlar tarafından bombalanmıştır. Bu bombalamanın ise geçtiğimiz yıl Rumlar tarafından gerçekleştirildiği Rum basınında yer almıştır.
Buradan da açıkça anlaşılacağı üzere, Bayan Hür tarihi gerçekleri saptırmayı kendisine marifet bilerek insanları yanıltmayı ve dış unsurların çıkarlarına hizmet etmeyi kendisine misyon belirlemiştir. Acaba bunları yazmak için mi Amerika’dan koparak Türkiye’de Taraf gazetesinde çalışmayı kime hizmet için kabul etmiştir?
1 Ağustos Arifesinde TMT’ye ve KKTC’ye karşı yürütülen Psikolojik Harp(VI)
Özellikle de Bayan Hür’ün “Olaylar Tırmanıyor” alt başlığında “Ne tesadüf ki, Vuruşkan ve ekibinin Ada’ya ayak bastığı tarihten itibaren toplumlararası olaylar tırmandı…iki tarafın devletleri yada ‘derin devleti’ tarafından yönlendirilen EOKA ve uzantıları ile TMT ve uzantıları adayı kan gölüne döndürdüler” şeklindeki yorumu hem TMT teşkilatını karalamak, hemde Kıbrıs Türkünün bugün var olmasına imkan kılan nice isimsiz kahraman şehitlerine ve gazilerine yani tüm Kıbrıs Türk halkını lekelemek maksadını taşıdığını açığa çıkaran ana gösterge olurken, Hür’ün ne derece Kıbrıs Türk tarihinden yoksun zavallı bir şahsiyet olduğunun da apaçık bir göstergesi olmuştur.
Hal böyleyken şu suali sormak lazımdır; Tıpkı bir Rum ağzı gibi yazan Bayan Hür ortaya attığı bu çirkin ve tarihi gerçeklerden yoksun iddiaları acaba kimlere hizmet için yapılmaktadır? Kendisi acaba Rum yönetiminden veya diğer dış unsurların lobilerinden ne kadar maddi yardım almaktadır? Tüm bu ve buna benzer suallerin cevabını nasıl yapacağı doğrusu merak konusudur.
Bayan Hür’ün yazısının son bölümünde ifade ettiği “1974 müdahalesinin haklı yanları vardı ama ‘yemeğin pişirilmesinde’ Türk tarafının katkısı hiçbir zaman irdelenmedi diyerek TMT’yi “1960 anaysal düzenini ortadan kaldırmak ve Rumları ve Türkleri öldürmek için kurulduğu” iddiasında bulunarak bir Rum milliyetçisi gibi yazı yazmasından ötürü kendisini şiddetle kınıyoruz.
En son cümlelerinden olan ve yine saçmalayan Bayan Hür, “Sonuçta ortaya ‘Türk kontragerillasının doğum ve talim yeri’ olan garip oluşum çıktı. Rauf Denktaş’ın KKTC devlet başkanlığı ile TMT tipi yapılanmalar iyice kurumsallaştı yada Kıbrıs adeta TMT’leşti” yorumu hıyanetin sesi olan Bayan Hür’ün gerçek zihniyetini de açığa çıkarmıştır.
Bayan Hür’e bu noktada şunları sormak lazımdır; Kıbrıs Türkünün tarihini ve TMT kuruluşunu acaba okudunuz mu? Kıbrıs Türkünün topyekün TMT teşkilatını desteklediğinden haberiniz var mı? KKTC bir kontragerilla deme hakkını nereden elde ediyorsunuz? Siz PKK ile KKTC’yi bir mi tutmaya çalışıyorsunuz? Bugün Kıbrıs TMT’leşti inancınız neden sizi rahatsız ediyor? Bu konuda yaptığınız yorumları kimden ve hangi fonlardan paralar alarak yazma ihtiyacı hissettiniz? O çok korktuğunuz TMT ve KKTC bugün tüm Kıbrıs Türkünü temsil etmesi neden sizi rahatsız ediyor? Unutmayınız ki, Kıbrıs Türkü tarihi ile onur duyar! TMT’nin kim olduğunu size anlatmanın bir faydası yoktur. Zira anlatsak da anlamayacaksınız. Ancak, TMT Teşkilatını veya KKTC’yi karalamak tüm Kıbrıs Türküne bir hakareti niteliği taşır.
Bayan Hür sanki bir Rum vatandaşı gibi kendi öz değerlerimize ve tarihimize dil uzatmayı marifet sayarak yazılar yazmayı “demokratik hak ve özgürlük” olarak nitelendirerek Türk milletini ve KKTC Devletini aşağılamayı bir “hak” sanıyorsanız yanılıyorsunuz! Hiçkimse size bu hakkı veremez! Unutmayın ki tarih tekerrürden ibarettir. Ve devran dönecektir, o sap da dönecektir…
Bayan Hür veya Tempo dergisi gibi Kıbrıs Türkünün tarihi gerçeklerini saptırarak Kıbrıs Türk mücadelesinde önemli bir yeri olan TMT Teşkilatını neredeyse bir terör örgütü sınıfına sokulmasına asla müsaade edilemez. Bizim namusumuz olan KKTC ve TMT teşkilatına dil uzatmak en büyük haysiyetsizliklerden biridir.
Şehit kanları ile kurulan KKTC Devletinin varoluşuna imkan kılan TMT’nin 50. Yılını şerefle kutlarken, bugün TMT’nin askeri kanadı olarak Kıbrıs Türkünün can ve mal güvenliğini, sınırlarını korumak için 1976 yılında kurulan Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığımızın kuruluşunun 32. Yılını, ayni zamanda adanın Osmanlılar tarafından fethinin 437.yılını en içten dileklerimle kutlarım.
Son söz olarak bilgi bilenle bilgi sahibi olmayan arasındaki fark; biri bilgisi biri iftiraları ile yazıp konuşmasıdır. Bunun içindir ki, Akıllı milletine tarihine değerlerine sahip çıkar, akılsız da başka milletlerin mandasını benimseyerek onların söylemek istediklerinin tellalcılığını yapar…
31 Tem. 08
13:24
Bir yanıt yazın