KIBRIS’TA İKİ LİDER ARASINDA
DOĞRUDAN MÜZAKERELER
3 EYLÜL 2008
TARİHİNDE BAŞLAYACAK
( 30 Temmuz 2008 )
Tugay ULUÇEVİK, Emekli Büyükelçi
Yeni Çözüm Arama Süreci
Kıbrıs’taki iki Taraf’ın Liderleri Talât ve Hristofyas 21 Mart 2008 tarihinde buluşarak, 44 yıldır çözülemeden duran Kıbrıs sorununa BM zemininde çözüm bulmak amacıyla yeni bir süreç başlatmışlardır.
Talât ve Hristofias, 23 Mayıs 2008 tarihindeki ikinci buluşmalarında, çözüm arama sürecinin hedefini “ilgili Güvenlik Konseyi kararlarınca tarif edilen siyasi eşitliğe dayalı iki kesimli, iki toplumlu federasyon” olarak belirlemişlerdir. İki Lider, aynı buluşmada, bu ortaklığın “tek uluslararası kişiliğinin bulunmasını” ve bir Federal Hükümet’e (Federal Government) ve eşit statüdeki “Kıbrıs Türk Oluşturucu Eyaleti’ne” (Turkish Cypriot Constituent State) ve “Kıbrıs Rum Oluşturucu Eyaleti’ne” (Greek Cypriot Constituent State) sahip olmasını kabul etmişlerdir.[1]
Liderler, 1 Temmuz 2008’deki üçüncü buluşmalarında da, ortaklık devletinin “tek egemenliğinin” olması ve “tek vatandaşlığın” bulunması hususunda ilke mutabakatına varmışlardır.
BM Güvenlik Konseyi de 13 Haziran 2008 tarihinde kabul ettiği 1818 sayılı kararıyla[2] Kıbrıs sorunu için öngörülen çözüm şeklini, daha önceki 1251 sayılı karara gönderme suretiyle, şu şekilde tarif etmiştir:
“Kıbrıs sorununun çözümü, tek egemenliği ve tek hukukî kişiliği olan ve içinde tek vatandaşlık bulunan, iki toplumlu ve iki kesimli bir federasyon çerçevesinde bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü korunan ve ilgili Güvenlik Konseyi kararlarında tarif edilen şekilde siyasî bakımdan eşit iki toplumu ihtiva eden bir Kıbrıs Devleti’nin üzerine oturtulmalıdır ve böyle bir çözüm bütün halinde veya kısmî olarak herhangi bir ülkeyle birleşmeyi ve taksimin ve ayrılmanın her şeklini yasaklamalıdır.”
Görüleceği üzere, iki Lider’in üzerinde mutabık kalmış oldukları çözüm çerçevesi, Türkiye’nin ve KKTC’nin on yıllardır reddedegeldikleri veya çekincelerle kabul ettikleri BM Güvenlik Konseyi’nin kararlarında yer alan unsurlardan oluşmaktadır. Yukarıda zikredilen 1251 sayılı kararda kullanılan “bir Kıbrıs Devleti” kavramında kelimelerin baş harfleri büyük harfle yazılmıştır. Kasdedilen Kıbrıs Türk Tarafı’nın ve Türkiye’nin 1963 sonundan bu yana yok hükmünde kabul edegeldiği 1960 “Kıbrıs Cumhuriyeti’dir.” Bu da, Tarafların, sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin”, anayasası federal düzen kuracak şekilde tadil edilmesi suretiyle yaşatılması ve böylece çözüme ulaşılması hususunda anlaşmış olduklarını ortaya koymaktadır. 1251 sayılı karar bugün Hristofias’ın iş başına geldiği günden bu yana demeçlerinde tarif etmekte olduğu çözümün unsurlarını bütünüyle ihtiva etmektedir.
25 Temmuz 2008 Bildirisi : Tam Teşekküllü Müzakereler 3 Eylül 2008’de Başlayacak
Kıbrıs’taki iki Taraf’ın Liderleri Talât ve Hristofyas 25 Temmuz günü dördüncü kez buluşmuşlardır. Görüşme sonunda yayınlanan Ortak Bildiri’nin öze ilişkin metni şöyledir:
“…Liderler, tam teşekküllü müzakerelerini BMGS’nin iyi niyet görevi çerçevesinde 3 Eylül 2008 tarihinde başlatmayı kararlaştırdılar. Tam teşekküllü müzakerelerin amacı, Kıbrıs sorununa, Kıbrıslı Rumların ve Kıbrıslı Türklerin temel ve meşru hak ve çıkarlarını koruyacak karşılıklı kabul edilebilir bir çözüm bulmaktır. Üzerinde anlaşmaya varılan çözüm eşzamanlı ayrı referandumlara sunulacaktır.”[3]
Dışişleri Bakanlığı’nın Açıklaması[4]
Dışişleri Bakanlığınca 25 Temmuz’da yapılan açıklamada, kapsamlı müzakerelerin 3 Eylül 2008 tarihinde başlatılması kararından duyulan memnuniyeti dile getirilmiş ve “Türkiye başından beri Kıbrıs sorununun yerleşik Birleşmiş Milletler parametreleri olan iki kesimlilik, siyasi eşitlik, iki eşit Kurucu Devletin kuracağı yeni ortaklık temelinde çözülebilmesini teminen Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin iyiniyet misyonu çerçevesinde kapsamlı müzakerelerin başlatılmasını desteklemektedir” denilmiştir. Açıklamada, Türkiye’nin Kıbrıs’ta iki taraf arasında 3 Eylül’de başlatılacak müzakere sürecine de bu anlayış doğrultusunda tam desteğini vereceği kaydedilmiştir.
Yunanistan Dışişleri Bakanı’nın Açıklaması[5]
Yunanistan Dışişleri Bakanı Bakoyanni, 25 Temmuz’da yaptığı açıklamada, ”Kıbrıs’ta liderlerin, Kıbrıslı Türkler ve Rumlar’ın temel ve meşru hakları ile çıkarlarını koruma hedefli, karşılıklı olarak kabul görmüş bir çözüme ulaşmak için aldıkları müzakerelere başlama kararını selamladığını” belirtmiş ve “iki liderin, Kıbrıs’ın, iki toplumlu ve iki bölgeli federasyon ve tek kimlik, tek vatandaşlık ve tek egemenlik çerçevesinde tekrar birleşmesi için müzakerelere başlama yönünde vardıkları anlaşmayı selâmlıyoruz” demiştir.
İngiltere’nin Açıklaması[6]
İngiltere’nin Avrupa İşlerinden Sorumlu Bakanı Jim Murphy, 25 Temmuz günü yaptığı açıklamada, Kıbrıs‘ta liderlerin müzakerelere başlanması yönünde vardıkları uzlaşmadan duyduğu memnuniyeti dile getirerek, İngiltere’nin “Kıbrıslılar tarafından Kıbrıs için çözümü” desteklediğini söylemiştir.
5 Haziran 2008 tarihinde Kıbrıs Rum tarafıyla Ortak Mutabakat Muhtırası imzalayarak Talât ve Hristofias’ın 23 Mayıs’ta çözüm için tespit ettikleri çerçevenin içeriğinin Rum Tarafı’nın pozisyonuna uygun yönde değiştirilmesine katkıda bulunan ve bu suretle Kıbrıs’taki iki Taraf’ın başlattığı sürece tek taraflı müdahalede bulunmuş olan İngiltere’nin “Kıbrıslılar tarafından Kıbrıs için çözüm” düşüncesi pek inandırıcı olmamaktadır.
BMGS’nin Açıklaması[7]
BMGS Ban Ki-moon 25 Temmuz’da yaptığı açıklamada, iki Liderin kapsamlı çözüme yönelik tam teşekküllü müzakereleri 3 Eylül’de başlatma kararını almalarından duyduğu memnuniyeti dile getirmiş ve Liderleri şimdiye kadar sağladıkları ilerleme için takdir ettiğini ifade ederek “karşılıklı kabul edilebilir bir çözüme yönelik gayretlerini BM tam olarak destekleyecektir” demiştir.
BMGS’nin, açıklamasında, gerek Liderlerin sıfatları, konunun özü bakımından tarafsız bir dil kullandığını görmekteyiz.
Diğer Açıklamalar
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Vekili Gallegos tarafından 25 Temmuz’da Basın Açıklaması yapılarak, “Kıbrıs Rum Lideri Hristofyas’ın ve Kıbrıs Türk Lideri Talât’ın Kıbrıs’ın yeniden birleştirilmesi amacına yönelik doğrudan görüşmeleri 3 Eylül tarihinde başlatma kararını almış olmaları” hakkında memnuniyet ifade edilmiş ve “Kıbrıslı Rumların ve Kıbrıslı Türklerin meşru haklarını ve çıkarlarını koruyacak karşılıklı kabul edilebilir bir çözüm bulunması için yapılacak müzakerelerin açıklanmış olan hedeflerini kuvvetle destekliyoruz” denilmiştir.[8]
AB Komisyonu Başkanı Barroso, 25 Temmuz’da verdiği demeçte,[9] müzakerelerin başlatılması hakkındaki kararı, Kıbrıs’ın yeniden birleştirilmesini amaçlayan karşılıklı kabul edilebilir bir çözüm için atılmış önemli bir adım olarak nitelemiş ve “birleşmiş ve bütünleşmiş bir Kıbrıs sadece Kıbrıslıların değil, bütün AB’nin yararına olacaktır” demiştir.
Çözüm Çerçevesi Türkiye’nin Ve KKTC’nin Vazgeçilmezlerine Cevap Veriyor mu?
Türkiye ve KKTC, barışsever iki Devlettir. Uluslararası sorunlara, ortak millî dava olarak benimsedikleri Kıbrıs konusu dahil, barışçı müzakereler yoluyla âdil ve kalıcı çözümler aranmasını dış siyasetlerinin temel ilkelerinden biri olarak saptamışlardır. Konuya bu açıdan baktığımız zaman, Kıbrıs’taki iki Liderin Kıbrıs sorununa kapsamlı siyasî çözüm bulunmasını amaçlayan tam teşekküllü doğrudan müzakereleri 3 Eylül 2008 tarihinde başlatmayı kararlaştırmış bulunmalarını doğru yönde atılmış bir adam olarak değerlendirmekteyiz.
Bununla beraber, Tarafların hedef olarak aldıkları çözümün ve bu çözüm için belirledikleri ana çerçevenin Türkiye’nin ve KKTC’nin âdil ve kalıcı bir çözüm için vazgeçilmez kabul ettikleri unsurları içerip içermediğine bakmak ihtiyacını duymaktayız. Bu açıdan objektif bir değerlendirme yapmaya çalışırken doğal olarak, Türkiye’nin ve KKTC’nin yetkili Kurumlarınca ve en üst Makamlarınca, Kıbrıs konusunda hedef olarak alınan çözüm şekli hakkında yapmış oldukları açıklamalara bakma ve bu açıklamalarda kullanılan kavramları, Kıbrıs’taki iki Lider’in çözüm için belirledikleri çerçevenin içine konulmuş olan unsurlarla karşılaştırma ihtiyacını duymaktayız. Ayrıca, Türkiye’nin ve KKTC’nin çözümün BM zemininde aranmasına taraftar olduklarını dikkate alarak, BM’nin Kıbrıs sorununun çözümü için bugüne kadar saptamış olduğu parametreleri, ilgili teknik kavramlar hakkında yaptığı tarifleri de dikkate almaktayız.[10]
Kıbrıs’taki iki Liderin 25 Temmuz’daki son buluşmasından 5 gün önce KKTC’de Barış ve Özgürlük Bayramı olarak kutlanılan Türkiye’nin Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 34. yıldönümü münasebetiyle Cumhurbaşkanı Gül’ün[11], TBMM Başkanı Toptan’ın[12] KKTC Cumhurbaşkanı Talât’a gönderdikleri mesajlar ve KKTC Cumhurbaşkanı Talât ile Başbakan Erdoğan’ın törenler sırasında yaptığı konuşmalar[13] bize değerlendirme için yeterli malzemeyi oluşturmaktadır. Ayrıca, MGK’nin 24 Nisan 2008 toplantısından sonra yayınlanan Basın Bildirisi[14] ve Dışişleri Bakanlığı’nın 25 Temmuz 2008 tarihli açıklaması de değerlendirmemize temel teşkil etmektedir.
Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 34. Yıldönümünde Verilen Mesajlar
Cumhurbaşkanı Gül, 20 Temmuz 2008 tarihli mesajında, Türkiye’nin “Kıbrıs’ta huzur ve barışın teminatı” olarak gördüğü çözümü, “Ada’daki mevcut gerçeklere dayanacak bir çözüm” şeklinde nitelemiştir. Cumhurbaşkanı Gül, “Ada’daki mevcut gerçekler” sözünden ne anlaşılması gerektiğini, “Kıbrıs’ta siyasî açıdan birbirine eşit iki halk, iki demokrasi ve iki devlet mevcuttur” sözleriyle, çok açık biçimde tarif etmiştir. Cumhurbaşkanı Gül, ayrıca, Türkiye’nin garantör ülke olarak “Kıbrıs’ta yeni bir ortaklık kurulması hedefini paylaştığını” vurgulamıştır.
TBMM Başkanı Toptan, KKTC Cumhurbaşkanı Talât’a gönderdiği mesajda “KKTC’nin siyasî eşitliğini….güvence altına alacak” kapsamlı ve hakça çözüm isteğini dile getirerek, KKTC’nin yaşatılmasını esas alan bir çözüm şekli öngörmüştür.
Çözümün “Ada’daki gerçeklere dayanması” düşüncesi KKTC’deki 20 Temmuz törenlerinde KKTC Cumhurbaşkanı Talât ve Başbakan Erdoğan tarafından da dile getirilmiştir.
Erdoğan da “eşit iki halk” kavramını vurgulamış ve “kapsamlı çözüm” “Kıbrıs Türk Halkı ve KKTC’nin kurucu ve eşit olarak yer alacağı yeni bir ortaklıkla mümkün olacaktır” demiştir. Talât “iki halkın eşitliğine dayalı” ve ayrıca, “Kıbrıs Türk Halkının”, “kendi asli kurucu yetkilerini kullanarak”, “egemenlikteki eşit ortaklığını tescil edeceği” bir çözümden sözetmiştir.
Talât ve Erdoğan, “iki kurucu devlet” ve bunların “eşit statüsü” kavramlarını konuşmalarında vurgulamışlardır. Talât ve Erdoğan “Türkiye’nin garantörlüğünün devam etmesi” gereğine önemle işaret etmişlerdir. Ayrıca, Talât, “Barış Harekâtıyla elde edilen güvenceleri, kazanımları ortadan kaldırmayacak bir çözüm” isteğini ifade etmiştir.
Başbakan Erdoğan, konuşmalarında, Kıbrıs meselesinin “millî dava” olduğu; “şehit kanlarıyla alınmış olan bu topraklar (KKTC toprakları) üzerinde, birilerine asla hak etmedikleri bir imkânın teslim edilmeyeceği”; “KKTC topraklarının asıl sahiplerinin şehitler olduğu” gibi söylemlere de yer vermiştir. Başbakan Erdoğan “Talât’a güvenimiz tam ve desteğimiz sürecek” şeklinde konuşmuştur.
Ada’daki Gerçeklere Dayanan Çözüm
Kıbrıs sorununa çözüm arayışlarının hareket noktası için esas alınacak Ada’daki gerçekler hakkında Taraflar (KKTC-Türkiye/ GKRY-Yunanistan) arasında halen bağdaştırılması mümkün görünmeyen görüş ve algılanış farkı vardır.
Türk Tarafı: “İki Halk – Rum Tarafı: “İki Toplum”
Türk Tarafı’na göre Ada’daki gerçeklerden en önemlisi, Ada’da, birbirinden ırk, din , dil, kültür ve tarihî ülkü bakımından farklı iki halkın yaşamakta olmasıdır. Her iki halk kendi kaderlerini tayin etme hak ve iradesine ayrı ayrı sahiptir.
Rum/Yunan ortaklığına göre, Ada’da, kuzey kesimi Türkiye’nin askerî işgali altında bir “Kıbrıs Cumhuriyeti” vardır. Ada’nın işgal altındaki kuzey bölgesinde yaşayan Kıbrıslı Türkler, Ada’da yaşayan diğer unsurlar olan Rumlar, Ermeniler, Marunîler ve Lâtinlerle birlikte “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” Anayasa ve diğer yasalar önünde eşit haklara sahip vatandaşlarıdırlar. Ada’da iki halk mevcut değildir. 1960 Andlaşmalarına ve Devlet’in Anayasasına göre “Kıbrıs Cumhuriyeti” iki “toplumdan” oluşmaktadır.
1964’den bu yana BM ve ayrıca AB Rum/Yunan Ortaklığının bu görüşünü ve iddiasını destekleyegelmektedir. BM Güvenlik Konseyi’nin BMGS’ne Kıbrıs konusunda verdiği iyi niyet görevi 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin “iki toplumuna” yöneliktir.[15] BM’nin Kıbrıs sorununa çözüm aranması için kurduğu müzakere mekanizmasını “toplumlararası görüşmeler” olarak adlandırması bu yüzdendir.
Türkiye’nin ve KKTC’nin dile getirdikleri “Kıbrıs’ta siyasî açıdan birbirine eşit iki halkın varlığına ” dayalı çözüm fikri ve hedefi, Talât ile Hristofias’ın 23 Mayıs’ta ve 1 Temmuz’da mutabık kaldıkları çözüm çerçevesinde yoktur. İki Liderin mutabık kaldıkları çözüm çerçevesi “iki halk” değil, “iki toplum” kavramını içermektedir. BM Güvenlik Konseyinin oluşturduğu Kıbrıs konusu hakkındaki terminoloji içinde de “iki halk” kavramına yer bulunmamaktadır.
Bu noktada, çözüm arama sürecinin geçmiş bir döneminde yaşanmış ve BMGS’nin raporuna yansımış bir olayı hatırlatmak istiyoruz.
Denktaş ile Vassiliou arasında BMGS Perez de Cuellar’ın katılımıyla 26 Şubat – 2 Mart 1990 tarihinde New York’ta yapılan görüşmelerde Denktaş’ın çözümün Ada’daki iki halkın varlığı gerçeğine dayandırılması isteğini ve önerisini BMGS raporunda[16] bakınız nasıl değerlendirmiştir:
“13. …. Müzakereler sırasında Bay Denktaş ‘toplumlar’ teriminin, her biri için ayrı ‘kendi kaderini tayin etme’ hakkını içerecek şekilde ‘halklar’ terimiyle eşanlamlı kullanılmasını önerdi….Kendisine cevaben, toplumlararası görüşmeler çerçevesinde BM Güvenlik Konseyi’nin kullandığı terminolojiden farklı bir kavram ortaya atılmasının semantik olmaktan öteye bir sorun yaratacağını….terminolojide yapılacak bir değişikliğin şimdiye kadar bağlı kaldığımız kavramsal çerçevenin değişmesine yol açacağını ifade ettim. Esefle kaydedeyim ki, bu şartlar altında, bana Güvenlik Konseyince verilmiş olan iyi niyet görevinin özü ve müzakerelerin temeli hakkında soru işaretleri ortaya çıkaran işin esasına ilişkin bir çıkmaza girdiğimiz sonucuna vardım.”
Bu bağlamda, BM’nin içine düştüğü bir çelişki üzerinde durmak istiyoruz. 1992 yılında Denktaş – Vassiliou arasında müzakere edilmiş olan Fikirler Dizisi’nde ortaya çıkacak nihai antlaşmanın onay için Ada’nın iki tarafında ayrı referandumlara sunulacağı hükme bağlanmıştı. O zaman müzakereler nihaî bir noktaya ulaşamamıştı. ANNAN Plânı üzerindeki süreç ise Referandumlar aşamasına kadar ulaşmış ve Ada’daki iki halk kaderlerini tayin için ayrı ayrı oy kullanmışlardır. Aynı şekilde, Talât ve Hristofyas arasında başlamış olan şimdiki süreçte de “üzerinde anlaşmaya varılacak olan çözümün eşzamanlı ayrı referandumlara sunulacağı” kararlaştırılmıştır. Halbuki, BM “kendi kaderini kendisinin tayin etmesi hakkını” içerdiği için Kıbrıs’ta “iki ayrı halk” olduğu gerçeğini kabul etmemektedir. ANNAN Plânı üzerindeki iki ayrı referandumun sonuçlarını geçerli kabul eden BM’nin bundan sonraki çözüm arayışlarında Kıbrıs’ta iki “halkın” ayrı varlığı gerçeğinden hareket etmesi Ada’da âdil ve kalıcı bir çözüme ulaşılmasına tarihî bir katkı oluşturur.
Ayrıca, BMGS Kofi ANNAN’ın 1 Nisan 2003 tarihli raporunun 72 inci paragrafında[17] “toplum” yerine “halk” kavramını kullandığı dikkate alınmalıdır. Raporda, “referandumların düzenlenmesinin altında yatan düşünce, Kıbrıs’ın yeniden birleştirilmesinin liderler tarafından değil, her bir tarafın halkı tarafından kararlaştırılmasıydı” ifadesine yer verilmiştir.
Ada’da İki Devlet’in Mevcudiyetine Dayalı Çözüm
Cumhurbaşkanı Gül’ün Ada’daki gerçekler meyanında “Ada’da iki Devlet’in mevcudiyetine dayalı”; TBMM Başkanı Toptan’ın “KKTC’nin siyasi eşitliğini güvence altına alacak” ve Başbakan Erdoğan’ın “Kıbrıs Türk Halkı ve KKTC’nin kurucu ve eşit olarak yer alacağı çözüm” sözlerinde ifadesini bulan “KKTC” ve “Güney Kıbrıs’taki Rum Devleti’nden” müteşekkil çözüm fikri ve anlayışı, Talât-Hristofyas mutabakatında mevcut değildir.
İki Lider’in kabul ettikleri çerçevenin öngördüğü ve BM Güvenlik Konseyi karalarında da tarifi yapılan çözüm şekliyle, 1960 “Kıbrıs Cumhuriyeti”, federal bir düzen yaratan yeni anayasasıyla varlığını sürdürecektir. Buna mukabil, KKTC’nin varlığının sona erdirilmesi kaçınılmaz olacaktır. Zira, iki Lider BM Güvenlik Konseyinin kararları çerçevesinde çözüme ulaşılmasında mutabık kalmışlardır. Güvenlik Konseyi Kararlarına göre var olduğu kabul edilen 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’dir, KKTC ise yok hükmündedir (Güvenlik Konseyi’nin 541 ve 550 sayılı kararları).
20 Temmuz 1974’den sonra, BM ve bugün de AB, üzerinde KKTC’nin egemen olduğu toprakların, aslında, “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ülkesinin halen Hükûmet’in yetkisini kullanamadığı kuzey bölgesi olduğu” şeklinde bir pozisyon benimsemiştir. Nitekim, “Kıbrıs’ın” 2003’deki AB’ye Katılım Anlaşması’nın 10 Numaralı Protokolü’ne göre, “Kıbrıs Cumhuriyeti” bütün olarak AB’ye tam üye kabul edilmiştir. AB’nin resmi kaynaklarında yer alan ifadeyle de, “Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti’nin fiilî kontrolü altında bulunmayan Ada’nın kuzey bölümünde AB müktesebatının uygulanması askıya alınmıştır.”
İki Kesimlilik
Türk Tarafına göre, Ada’daki mevcut gerçeklerden biri de “iki kesimliliktir.” Bu, Talât’ın çözüm çerçevesinde korunması gerektiğini söylediği Barış Harekâtının sağladığı kazanımların en önemlilerindendir. Talât ile Hristofyas arasında mutabık kalınan çözüm çerçevesinde BM Güvenlik Konseyi kararlarına atıf yapıldığı için “iki kesimlilik” ilkesi, Kıbrıs Türk Tarafı’nın bu ilke hakkında uzun yıllardır sahip olageldiği anlayıştan farklı bir anlam kazanmıştır. Kıbrıs Türk Tarafı, geçmişin acı tecrübelerini göz önünde tutarak, siyasî çözüm çerçevesinde Türklerle Rumların 1974’ten önce olduğu gibi iç içe değil, fakat ayrı coğrafî kesimlerde yaşamaları gerektiğini savunagelmiştir. Buna göre, serbest dolaşım ve yerleşim özgürlükleri zaman içinde iki halk arasındaki karşılıklı güven duygusu geliştikçe tedricen uygulanmalıdır. Mülkiyet haklarına ilişkin karşılıklı talep ve iddialar takas ve tazminat yöntemiyle halledilmelidir.
Oysa, BM’nin anlayışına göre, “iki kesimlilik” kavramı, nüfusun etnik yapısı bakımından saf iki bölge yaratılması demek değildir. Mülkiyet hakkı bakımından da durum böyledir. “İki kesimlilik, bir toplum tarafından yönetilecek bir federe devletin kendi kesiminde nüfus ve mülkiyet bakımından açık bir çoğunluğa sahip bulunması” anlamına gelir.[18] Yani, bu anlayış, Kıbrıs Türk Kesimi’ne Rumların da yerleşmesine cevaz vermektedir.
Ayrıca, Kıbrıs sorununun siyasî çözüme ulaştırılmasıyla birlikte Ada’nın tamamı AB’ne katılmış olacağı için, AB hukukunun gereği olarak “iki kesimlilik” uzun olmayan bir zaman içinde ortadan kalkmış olacaktır. ANNAN Plânı üzerindeki gelişmeler, AB’nin Kıbrıs’ta varılacak anlaşmayla ilgili derogasyonları benimseme niyetinde olmadığını ortaya koymuş bulunmaktadır.[19]
MGK, 24 Nisan 2008 tarihindeki toplantıda, “iki kesimliliği”, çözüm çerçevesinde korunması esas olan parametrelerden biri olarak zikretmiştir.
Siyasî Eşitlik
Talât ve Hristofyas, çözüm için üzerinde mutabık kaldıkları çözüm çevresinde, Türk Tarafı’nın vazgeçilmezleri arasında yer alan “siyasî eşitlik” kavramı için BM Güvenlik Konseyi kararlarındaki tarifi esas almışlardır. Oysa, BM’nin anlayışına göre,[20] “siyasî eşitlik”, Türk Tarafı’nın savunduğu tezin aksine, şimdiki durumda Ada’da mevcut gerçeklerin bir parçası olan iki devlet arasında geçerli bir kavram değildir. Siyasi eşitlik iki taraf arsında nihai çözümle birlikte ve toplum (federe birim) düzeyinde ortaya çıkacaktır. Çözümden önce taraflar arasında siyasi eşitlik yoktur. “On an equal footing” ilkesi müzakere yöntemine ilişkindir ve BM’nin var olduğunu kabul ettiği Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki toplumu bakımından geçerlidir.
İki Lider’in mutabakatında “iki toplumlu” bir çözümden söz edildiği için, öngörülen “siyasî eşitlik” ilkesinin toplumlar ve onların yönetimleri düzeyinde geçerli olacağını düşünmek yanlış olmaz. Kaldı ki, var oldukları kabul edilen “iki toplum” 1960 “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” bünyesinde varlık ve statü kazanmışlardır. “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin”, 1960 Anayasası’ndaki yapının federal yapıya dönüştürülerek yaşatılması plânlandığı için, esasen var olan iki toplum yeni federal yapı içinde yeni şekil ve federe birim statüsü kazanarak devam edeceklerdir. Bu birimler federe birim statüsünde eşit kabul edileceklerdir.
MGK, “iki Taraf’ın siyasî eşitliğinin” çözüm çerçevesinde korunmasının esas olduğunu belirtmiştir.
Yeni Bir Ortaklık Devleti Kurulması
MGK’nin 24 Nisan 2004 tarihindeki toplantısından sonra yayınlanan Basın Bildirisi’nde, diğer hususlar meyanında “Yeni Ortaklık Devleti” kavramına yer verilmiştir.[21] Barış Harekâtı’nın yıldönümü törenleri vesilesiyle yayınlanan mesajlarda ve yapılan konuşmalarda da vurgulanan “yeni bir ortaklık” düşüncesi Talât – Hristofias görüşmelerinde ortaya çıkan çözüm çerçevesine yansımış değildir. BM Güvenlik Konseyi Kararlarlarında da Kıbrıs sorununun yeni bir devlet kurulması suretiyle çözüme kavuşturulması düşüncesi yoktur. Kaldı ki, Hristofias, Talât’ın “yeni ortaklık” kavramını sık sık vurgulaması karşısında, 1960 “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” bünyesindeki ortaklığı hatırlatarak “yenilenmiş ortaklık” kavramını dile getirmiştir.[22]
ANNAN Plânı’nın ürünü olan ve referandumda Rumlar tarafından reddedilen Andlaşma’da da “ortaklığımızı yenilemeğe karar vererek” (deciding to renew our partnership)[23] şeklinde bir ifade kullanılmıştır.
ANNAN Plânı üzerinde yapılan halkoylamasında kullanılan oy pusulasının üzerinde şu soru ibaresi yer almaktaydı: “ Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne birleşik olarak gireceği yeni düzeni hayata geçirecek Kuruluş Anlaşması ve tüm Eklerini; Kıbrıs Türk Devleti’nin Anayasası’nı ve yürürlükte olacak yasalara ilişkin hükümleri onaylıyor musunuz?”
Görüleceği üzere, oy pusulasında dahi “yeni ortaklık” değil “yeni düzen” kavramı kullanılmıştır.
Egemenlik
Talât – Hristofyas görüşmelerinde çözüm için ortaya çıkan çerçevede ve ayrıca, çözüm için esas alınan BM Güvenlik Konseyi kararlarında, hedeflenen federal çözümde devletin “tek egemenliğinin” ve “tek hukukî kişiliğinin” olması öngörülmüştür. Bu iki unsurun normal şartlarda devletler hukukunun icabı olarak kabul edilmesi gerekir. Oysa, Kıbrıs Türk Halkı’nın 1963-74 döneminde yaşamış olduğu acı tecrübe, aranan çözüm şekli çerçevesinde “egemenlik”, “egemenlikte eşit ortaklık”, “egemen eşitlik” gibi kavramlara can alıcı bir nitelik kazandırmıştır. Başbakan Erdoğan 20 Temmuz günü Lefkoşe’de yaptığı konuşmada “1974 Barış Harekâtı Kıbrıs Türkü’nün soykırıma uğramasını engellemiştir. Barış Harekâtı, toplu mezarlara ağıt yakan Kıbrıs Türkü’nün kaderini değiştirmiştir” şeklindeki ifadelerle Kıbrıs Türk halkına tarihî gerçekleri hatırlatmıştır. Gerçekten, 1960’da varılan Andlaşmalarla o zaman Kıbrıs sorununun kalıcı biçimde çözülmüş olduğu düşünülmüşken, üçbuçuk yıl gibi kısa bir zaman sonra Kıbrıs Türk halkı soykırıma uğrama tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Unutulmamalıdır ki, 1960 düzeni de “iki eşit kurucu toplumun” üzerine bina edilmişti. Ancak, devletin “tek egemenliği” olduğu ve bu egemenliği uygulamada nüfus üstünlüğü dolayısıyla hâkim güç olan Rumların temsil ettiği ve uluslararası toplumun BM Güvenlik Konseyi’nin kararlarında ifadesini bulan siyasî tercih ve desteği de Rumlardan yana tecelli ettiği için, 1960 düzeni yıkılınca Rumlar yollarına “Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti ve O’nun Hükûmeti” olarak devam etmişlerdir. Kıbrıslı Türkler ise hüviyetsiz olarak ortada kalmışlardır. “Siyasî eşitlikle” beraber ortak “egemenliği” içermeyen bir çözüm şeklinin Kıbrıs Türk halkına benzer bir akıbet hazırlamasından, hiç temenni etmemekle birlikte, endişe ederiz. [24]
KKTC Cumhurbaşkanı Talât, Barış Harekâtı’nın 34. yıldönümü törenlerinde yaptığı konuşmada “Kıbrıs Türk halkının egemenliğinin tartışma konusu yapılmamasını” istemiş ve “Kıbrıs Türk halkı kendi aslî kurucu yetkilerini kullanarak, egemenlikteki eşit ortaklığını tescil edeceği bir çözümü amaçlamaktadır” şeklinde konuşmuştur.[25]
BM Güvenlik Konseyi 1960 “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” temelinde bir çözümü destekleyen pozisyona sahip olduğu için, Türk tarafının egemenlik konusundaki tezlerine olumlu bakmamaktadır.
Müzakere sürecinin 1990-92 döneminde, Denktaş, kurulması hedeflenen federasyonda Kıbrıs Türk halkının egemenliğe eşit ortak olması ve bunun o zaman hazırlanmakta olan “Fikirler Dizisine” yazılmasını teklif etmişti. BMGS ve Güvenlik Konseyi’nin daimî üyeleri buna itiraz etmişler ve hattâ Türk Tarafı’nı suçlar biçimde tepki göstermişlerdi. Denktaş’ın bu konudaki haklı ve kararlı tutumu o zaman Türkiye tarafından da desteklenmişti. Sonradan Türk Tarafı’nın bu teklifi Fikirler Dizisine “egemenlik iki toplumdan kaynaklanmaktadır” şeklinde dercedilmişti.
Talât ve Hristofyas’ın mutabık kaldıkları çerçevede yer alan “tek egemenlik” kavramının kaynağı belli değildir.
İki Kurucu Devlet
Türk Tarafı, Kıbrıs Türk halkının ve onun sahip olduğu Devleti’nin bulunabilecek çözüm şeklinde “kurucu” unsur olmasına önem vermektedir. MGK “iki kurucu devletin eşit statüsünü” çözüm halinde korunması esas olan parametreler arasında saymaktadır. Talât ve Erdoğan da, bu parametreyi son defa 20 Temmuz törenlerinde vurgulamışlardır.
23 Mayıs 2008 tarihli Talât – Hristofyas mutabakatında, çözüm halinde, bir Federal Hükümet’in (Federal Government) ve eşit statüdeki “Kıbrıs Türk Oluşturucu Eyaleti’nin” (Turkish Cypriot Constituent State) ve “Kıbrıs Rum Oluşturucu Eyaleti’nin” (Greek Cypriot Constituent State) ortaya çıkması kabul edilmiştir.
İngilizce olarak hazırlanan metinde kullanılan “Constituent State” kavramı Türkçeye “Kurucu Devlet” olarak tercüme edilip, kamuoyuna o şekilde takdim edilmiştir. 24 Nisan 2004 referandumunda kullanılan soru pusulasına da “Kıbrıs Türk Devleti” ibaresi yazılmıştır. Oysa “Constituent State” teriminin kastedilen doğru anlamı “Oluşturucu Eyalettir” İngilizcedeki “state” kelimesi, Türkçede yerine göre “devlet, yerine göre de “eyalet” olarak kullanılmaktadır. İki Lider’in mutabakatında kastedilen anlamı “eyalettir”. “Constituent” kelimesinin Türkçe anlamı “oluşturucudur”. “Kurucu” kelimesinin İngilizce karşılığı “founding” sözcüğüdür. Nitekim, ANNAN Plânı’ndaki “Kuruluş Anlaşması’nda” (Foundation Agreement), iki toplumun 1960 “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” ortak kurucuları olduklarını kaydeden maddede “co-founders” deyimi kullanılmıştır.
İki Lider’in 23 Mayıs mutabakatında yer alan “bir Federal Hükûmet, iki Oluşturucu Eyalet” düşüncesi dahi, Rum Tarafı’nın İngiltere ile yaptığı işbirliği sonucunda BM Güvenlik Konseyi’nin 13 Haziran 2008 tarihli ve 1818 sayılı kararına dahil edilmemiştir. Konsey kararında, sadece, iki Lider’in mutabakatının “BM Güvenlik Konseyi kararlarında öngörülen siyasî eşitliğe dayalı iki toplumlu ve iki kesimli federasyon” unsurlarına yer verilmiştir.
Güvenlik ve Garantiler
Kıbrıs sorununa ilişkin çözüm arama sürecinde Türk Tarafı, nihai çözüm çerçevesinde 1960 Garanti ve İttifak Andlaşmalarının yürüklükte kalmasına, Türkiye’nin bu Andlaşmalarla elde ettiği “garantör” statüsünün ve bundan doğan hak ve yetkilerinin sulandırılıp aşındırılmadan devamına daima büyük önem atfetmektedir.
Talât – Hristofyas görüşmelerinde ortaya çıkan mutabakatlarda güvenlik ve garantiler konusuna henüz yer verilmemiştir.
Nihai çözüm çerçevesinde Garanti ve İttifak Andlaşmalarının “yeni düzene” uyarlanarak yürürlükte kalacakları varsayılsa bile, Türkiye’nin bu andlaşmalardan doğan hak ve yetkilerin uygulama bakımından değer taşıyıp taşımayacağı üzerinde durmak lâzımdır. Zira, çözümle birlikte, esasen AB tarafından “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” parçası kabul edilen Kuzey Kıbrıs AB’ye katılmış olacaktır. Bu durumun Türkiye AB’ye tam üye olmadan gerçekleşmesi halinde, şartlar gerekli kılsa dahi, Türkiye’nin bir AB Devleti’ne karşı Andlaşmaları ileri sürerek askerî müdahale hakkını kullanması mümkün olabilir mi? Bu bağlamda, Kıbrıs’ta 1963-64 ve 1967 olayları karşısında hakkımız olduğu ve o dönemde Kıbrıs’taki gelişmeler gerekli kıldığı halde Türkiye’nin müdahale hakkını kullanmasını önlemek için uluslararası toplumun baş aktörlerince diplomasinin hem zorlayıcı, hem dostane yollarına başvurulmuş olduğu da hatırda tutulmalıdır.
AKEL, ideolojisi itibariyle, ötedenberi Kıbrıs’a ilişkin Garanti ve İttifak sistemine karşı olagelmiştir. Hristofyas da işbaşına geldiğinden bu yana Türkiye’nin Ada’daki askerî varlığının sona erdirilmesinin baş önceliğini teşkil ettiğini söylemektedir.
Yunanistan Dışişleri Bakanı Bakoyanni de son dönemde verdiği demeçlerde “hedef Kıbrıs’ta işgal ordusu olmamasını sağlamaktır. Garantiler ve müdahale hakları modası geçmiş bir mantıktır. Çağdaş bir Avrupa Ülkesi olan Kıbrıs AB’nin büyük kalkanına , büyük güvenliğine sahiptir. Kıbrıslılar, Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler için gelecekteki en büyük güvenlik, AB’nin sağladığı güvenliktir” şeklinde sözler de sarfetmiştir.[26] Hristofyas da aynı görüşleri dile getirmektedir.
Kıbrıs müzakere sürecinin akışı içinde, Rum – Yunan ortaklığının Türkiye’nin AB üyelik süreciyle ilgili olarak sahip oldukları kozları oynamak suretiyle, özellikle, Kıbrıs sorununun Türk tarafı için çok önemli bu veçhesinde taviz elde etme amaçlı taktiklere başvurmaları beklenir.
Temel Ve Meşru Hak Ve Çıkarları Koruyacak Çözüm
İki Lider 25 Temmuz’da yayınladıkları Bildiri’de 3 Eylül’de başlayacak “tam teşekküllü müzakerelerin amacının, Kıbrıs sorununa, Kıbrıslı Rumların ve Kıbrıslı Türklerin temel ve meşru hak ve çıkarlarını koruyacak karşılıklı kabul edilebilir bir çözüm bulunması olduğunu” açıklamışlardır.
Bu ifadede geçen “meşru hak ve çıkarlar” kavramı Kıbrıs müzakere sürecinde şimdiye kadar yer bulmuş değildir. BMGS Perez de Cuellar 1990 yılında müzakere süreci hakkında yaptığı ve Güvenli Konseyince de benimsenen tarifler meyanında, “Kıbrıs sorunu için aranan çözüm iki toplum tarafından kararlaştırılmalıdır ve iki toplum için kabul edilebilir olmalıdır” şeklinde bir tarif yapmıştı.[27]
“Meşru hak ve çıkarları koruyacak” çözüm anlayışı, serbest müzakere ilkesini zorlayacağı düşünülmektedir.
Müzakerelerin akışı içinde Taraflardan birinin yapacağı bir teklifin ilgili Tarafın meşru bir hak ve çıkarıyla ilgili olup olmadığı hangi kıstasa göre belirlenecektir? Bu konuda tayin edici faktörün BM Güvenlik Konseyi kararları olacağını tahmin edebiliriz. Rum Tarafı’nın, ayrıca, çözüm halinde Kıbrıs Türk Tarafı’nın da AB’ne katılacağına işaret ederek, AB normlarına uygunluk şartını da ileri sürmeleri beklenir.
“Temel ve meşru hak ve çıkarları koruyacak çözüm” kıstası, örneğin, Kıbrıs Türk Tarafı’nın “egemenlik” konusunda yapacağı bir öneriye karşı, BM’nin şimdiye kadar oluşturduğu “kavramsal çerçevede” yer almadığı için meşru bir çıkarla ilgili bulunmadığı savı ileri sürülebilecektir. Garantiler bahsinde de Kıbrıs Türk Tarafı’nın konunun Kıbrıs Türk halkının çıkarları açısından önem arzettiğine dair açıklamaları “Rumların, çözümle birlikte AB’ne katılacaksınız; güvenlikle ilgili temel ve meşru çıkarlarınız bundan böyle AB çerçevesinde teminat altına alınacaktır” şeklinde mukabele görebilecektir. Keza, Kıbrıs Türk Tarafı’nın “üç hürriyetlerin” kuzeyde uygulanmasına sınırlama getirilmesine dair önerileri “temel hak” ve “meşru çıkar” kriteri ileri sürülerek reddedilebilecektir.
Sonuç
BMGS Kofi Annan Referandumdan sonra yayınladığı 28 Mayıs 2004 tarihli Raporunun[28] 92 inci paragrafında “dönüm noktası niteliğindeki 24 Nisan oylamasını müteakip BM’nin Kıbrıs’taki bütün barış faaliyetlerinin esaslı bir yeniden değerlendirmeye tâbi tutulmasının zamanı gelmiştir. Bu yeniden değerlendirme 40 yıldır süren Kıbrıs’ta barış arayışını da kapsamalıdır ve gelecekte soruna daha iyi nasıl eğilinebileceği üzerinde düşünülmelidir” şeklinde çok isabetli bir tavsiyede bulunmuştur.
Gerçekten, Kıbrıs konusu BM Genel Kurulunun gündemine 1954’de, BM Güvenlik Konseyinin gündemine de 1964’de girmiştir. Günümüze kadar, BM Genel Kurulu 10, Güvenlik Konseyi de 120’den fazla karar kabul etmiştir. Yine de, Kıbrıs sorununa görüşme yöntemiyle çözüm bulmak için BM zemininde 44 yıldır devam eden arayışlar sonuç vermemiştir. 20 Temmuz 1974’den sonra Ada’da ateşkes hattının ve nüfus mübadelesinin ortaya çıkardığı iki kesimli ve iki devletli fiilî durum ateşkese dayalı status quo halini almış ve 34 yıldır istikrar kazanarak devam etmiştir. Bu neden böyle olmuştur? Bu sualin gerçekleri yansıtan doğru cevabının bulunması aslında Kıbrıs sorununun çözümünün anahtarının bulunması demektir. Oysa, uluslararası toplum ve onun ortak siyasî iradesini temsil eden BM, şimdiye kadar bu soruya yanıt araştırma ihtiyacını duymadan Rum – Yunan Ortaklığının iddialarına arka çıkan bir pozisyonla soruna çözüm arama gayreti içinde görünmüştür. Özellikle, Kıbrıs sorununa çözüm arayışları tarihinin en teşekküllü, en kapsamlı, en sonuca yönelik, kabul edildiğinde hemen uygulanmasına geçilecek bir Andlaşma metninin ortaya çıktığı ve uluslararası camianın en geniş ölçüde diplomatik desteğine sahip, aynı zamanda dünya kamuoyunun dikkatini en yaygın ölçüde çeken bir çözüm teşebbüsünün 24 Nisan 2004’de Rumlar tarafından sonuçsuz bırakılmış olması karşısında Kıbrıs sorunundaki çözümsüzlüğün sebepleri üzerinde gerçekçi ve yapıcı bir zihniyetle durulması gerekirdi. BMGS’nin kendisi de “BM’nin Kıbrıs’taki bütün barış faaliyetlerinin esaslı bir yeniden değerlendirmeye tâbi tutulmasının zamanının geldiğini” ifade etmişti. Ne yazık ki, BM Güvenlik Konseyi BMGS’nin öngördüğü “yeniden değerlendirmeyi” yapma ihtiyacını duymadan, Ada’da var olmadığı halde, kasıtlı olarak varmış gibi gösterilen “çözüm için fırsat penceresi” gibi hayalî bir ortamda yeniden çözüm arayışlarına girişilmiş bulunmaktadır.
Talât ve Hristofias’ın 23 Mayıs ve 1 Temmuz mutabakatları ve BM Güvenlik Konseyi’nin 13 Haziran 2008 tarihli ve 1818 sayılı kararı hedeflenen çözüm şeklinin temel ilkelerini ve ana çerçevesini ortaya koymuştur. Bu temel ilkeler ve çerçeve, BM Güvenlik Konseyi’nin Rum Tarafı’nın iddialarına arka çıkan pozisyonunun ürünü olan ve dolayısıyla “Ada’daki gerçeklerle” bağdaşmayan kararlarına ve bu kararlarda ifadelerini bulan çözüm parametrelerine ilişkin tariflere dayalı bir çözümü işaret etmektedir. Bu çözüm, KKTC’nin ve Türkiye’nin on yıllardır savunageldiği Ada’daki gerçeklere dayanan çözüme ilişkin tezlerine ve yukarıda tahlil etmeğe çalıştığımız MGK Bildirisi’nde, Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasında, Cumhurbaşkanı Gül’ün, TBMM Başkanı Toptan’ın mesajlarında ve Başbakan Erdoğan ile KKTC Cumhurbaşkanı Talât’ın 20 Temmuz konuşmalarında vurgulanan parametrelere uygun bir çözüm değildir. İki Lider’in saptadığı çerçeve, Rum-Yunan Ortaklığının temel pozisyonuna, Türk Tarafı’nın pozisyonuna olduğundan çok daha yakındır.
3 Eylül’de başlayacak olan tam teşekküllü müzakerelerde, KKTC, Ada’daki gerçeklerle bağdaşmayan bir zeminde, Ada’daki gerçeklere dayanan bir çözümü elde etmek için uğraş verecektir. Esasen Kıbrıs müzakere sürecinin tarihi, Türk Tarafı’nın bu uğraşlarının örneklerinden oluşmaktadır.
Önümüzdeki müzakerelerde, KKTC için temel hedef, çözümün Kıbrıs’taki iki Taraf arasındaki iç ve Türkiye ile Yunanistan arasındaki dış dengelerini kuran ve bu dengeleri sürekli kılan; KKTC’nin ve Türkiye’nin önem ve öncelik verdiği parametrelere dayanan ve bunların korunmasını mümkün kılan, âdil ve kalıcı bir çözüm olmalıdır. Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yamanarak AB’ne katılma emeli başlangıçtan belli bir müzakere stratejisinin, KKTC ve Türkiye’yi Kıbrıs konusunda ciddi sorunlarla karşı karşıya bırakacağının bilincinde hareket edileceğinden kuşku duymuyoruz. Kıbrıs Rum Tarafı’nın, bu defa kendileri için ANNAN Planı’nın öngördüğünden daha elverişli bir çözümün peşinde olduğu bilinmektedir. Böyle bir çözümü elde edebileceklerine inanmış ve inandırılmış görünmektedirler.
Başbakan Erdoğan 20 Temmuz günü Lefkoşe’de yaptığı konuşmada “Talât’a güvenimiz tam ve desteğimiz sürecek” demiştir. Bu, İki Devlet arasında Kıbrıs “millî davamızda” daima olagelmiş bulunan yakın dayanışma ve işbirliğinin icabıdır. Barış Harekâtımızın yıldönümü vesilesiyle Türkiye tarafından bir kere daha açıklıkla dile getirilen çözüme ilişkin temel parametrelerin, KKTC’nin ve Türkiye’nin ortak çıkarlarını gözeten bir çözüm yolunda KKTC görüşmeciler heyetince rehber mahiyetinde dikkate alınacağından kuşku duymuyoruz.
—————————————————————–
[1] www.asam.org.tr Konuk Köşesi, Tugay Uluçevik, Kıbrıs Müzakere Sürecindeki Gelişmeler….
[2] www.un.org/english, S/RES/1818(2008), 13 June 2008.
[3] UNFICYP Home Page, www.unficyp.org , Cyprus Leaders Agree on Start of Full Talks, 25.06.2008
[4] T.C. Dışişleri Bakanlığı, Güncel Basın Açıklamaları, No.132, 25.07.2008,
[5] TAK, Atina, sayı:12344, 26.07.2008
[6] A.A., 25.06.2008
[7] Secretary-General, SG/SM/11718, 25 July 2008, www.un.org
[8] U.S. Department of State, Daily Press Briefing, 28.07.2008,
[9] www.eubusiness.com/news-eu
[10] ASAM, Konuk Köşesi, Tugay ULUÇEVİK, Kıbrıs’ta İki Lider’in 23 Mayıs 2008 Tarihli Ortak Bildirisi Hakkında Değerlendirme, 30.05.2008,
Ayrıca bknz. Tugay Uluçevik, Kıbrıs’ta 44 Yıllık Çözümsüzlük, CUMHURİYET, 16.02.2008, s.2
Ayrıca bknz. Tugay Uluçevik, Kıbrıs’ta Nasıl Bir Çözüm, YAVR Müdafaa-i Hukuk Dergisi, Temmuz 2008, Sayı:118, s.35
[11] www.tccb.gov.tr, 20.07.2008
[12] TAK, 19.07.2008
[13] Talât ve Erdoğan’ın konuşmaları için bknz. TAK, 19.07.2008, sayı: 12337 ve TAK, 20.07.2008, sayı: 12338. Ayrıca, “Erdoğan: Kıbrıs Türk Devleti Kurulacak” başlıklı, TAK mahreçli haber, 20.07.2008, www.yeniduzengazetesi.com
[14] MGK Toplantılarının Basın Bildirileri, 24.04.2008, para. 2.C, www.mgk.gov.tr
[15] Report of the Secretary General, S/21183, 8 March 1990, para.5, s.2
[16] Report of the Secretary General, S/21183, 8 March 1990, para.13; ayrıca, Annex II
[17] Report of the Secretary-General, S/2003/398, 1 April 2003, s.16
[18] Report of the Secretary-General, S/21183, 8 March 1990, Annex ı.
[19] ASAM, Konuk Köşesi, Tugay ULUÇEVİK, Kıbrıs’ta İki Lider’in 23 Mayıs 2008 Tarihli Ortak Bildirisi Hakkında Değerlendirme, 30.05.2008,
[20] Report of the Secretary-General, S/21183, 8 March 1990, Annex I
[21] www.mgk.gov.tr, MGK Toplantılarının Basın Bildirileri,24.04.2008, para. 2.C.
[22] CNA/ANA, 19.07.2008
[23] The Comprehensive Settlement of the Cyprus Problem, A. Foundation Agrement, Main Articles, iv,
31 March 2oo4, s.12
[24] ASAM, Konuk Köşesi, Tugay ULUÇEVİK, Kıbrıs’ta İki Lider’in 23 Mayıs 2008 Tarihli Ortak Bildirisi Hakkında Değerlendirme, 30.05.2008,
[25] TAK, Sayı: 12338, 20.07.2008
[26] A.A., 12.06.2008 ve ANA, 12.06.2008
[27] Report of the Secretary-General, S/21183, 8 March 1990, para. 5, s.2
[28] Report of the Secretary-General, S/2004/437, 28 May 2004, s.22
Bir yanıt yazın