Mustafa Nevruz SINACI
Sıkça kullanılan “hukuk devleti” sözcüğü; Eğer, “adalet ahlâkı” geçerliyse doğrudur.
Bu durumda ülkede kadim adalet hükmünü sürdürmekle birlikte 21. yy’da farlı bir boyutta önem kazanan “sosyal devlet” kavramı da gelişmiş; Kanun önünde eşitlik yerleşmiş ve en önemlisi: Rüşvet, iltimas, gasp-irtikap, hırsızlık-yolsuzluk, görevi kötüye kullanma, fiili livata, fuhuş, ahlaki tefessüh, yozlaşma ve çürüme kökünden kazınmış; Yerini emniyet, huzur, güven, sükunet, istikrar, zenginlik ve mutluluk almış demektir.
İŞTE, ADALET İKLİMİ VE HUKUK DEVLETİ BUDUR
Türk yargı sistemi 1876, 1921, 1924, 1961 ve 1982 Anayasaları, mecelleden neş’et alt yapısı, binlerce yılı bulan birikimi, deneyimi ve 1979 yılına kadar İsrail dâhil halen pek çok ülkede uygulanan adalet ve hukuk sistemlerinin ana referansı olmak gibi medar-ı iftihar bir sıfatla dünya hukuk literatüründe fevkalade mümtaz ve müstesna bir değeri haizdir.
Türk hukuk, adalet ve yargı sisteminin (günümüzde çok önem kazanan) en mütemayiz ve kayda değer yanı da; İnsan hak ve hürriyetleri, onurlu-sorumlu, namuslu, ilkeli ve dürüst yaşam biçimi, bir başka deyişe “doğrusal yönde (pozitif) norm, standart ve kriterler oluşturma geliştirme konusunda objektif, formel-reel (gerçek) ve rasyonel (akılcı) karar / içtihat irsalidir.
KURUCU UNSUR’DAN (ATATÜRK’DEN) ÖRNEKLER
Bu nedenle Gazi Mareşâl (Prof.) Mustafa Kemal ATATÜRK:
“Devlet biçiminde örgütlenmiş bir milletin anayasasında ilk şart adalet bağımsızlığıdır. Adalet gücü bağımsız olmayan bir ulusun devlet olarak varlığı kabul edilemez” .(1920)
“İstiklal Savaşımızın amacı olan tam bağımsızlık kavramının adaletin bağımsızlığını da kapsaması tabiidir. Bu nedenle, her bağımsız devletin vazgeçilmez bir hakkı olan adaletin dağıtımı görevine kimseyi karıştırmayız” (1922)
‘Mademki; devlet bir idare ve hâkimiyeti maliktir, onu ifade ve infaz için bir takım vasıtalara muhtaçtır. Bu vasıtaları ihtiva eden devlet teşkilatında millet meclisi ve hükümet teşkilatı esastır. Demokrasi prensibi hâkimiyeti milliye prensibi şekline inkılâp etmiştir. Bir vatandaş kendi hürriyet ve hakkını kendi maddi kuvvetine dayanarak temine kalkışamaz. Bu hususlar fertlerin kuvvet ve teşebbüsleri ile değil, milletin iradesini haiz olan devletin kudret ve nüfuzu ile temin olunabilir.”
“Türk, istibdat ve esaret zincirlerini parçalayabilmek için dahili ve harici bedhahlar (düşmanlar) karşısında hayatını ortaya attı, çok kanlı ve tehlikeli mücadelelere girdi, sayısız fedakarlıklara katlandı ancak ondan sonra hürriyetine sahip oldu. Bu sebeple hürriyet Türk’ün hayatıdır. Artık Türkiye’de her Türk hür doğar, hür yaşar. Türk yurttaşları demokrat, hür ve mesul vatandaşlardır. Türk ferdi hürriyetinden ve menfaatlerinden teşkilatı esasiye kanununda tayin olunduğu kadarını cumhuriyete bırakmıştır. Cumhuriyet ferdin, ona bıraktığı bir kısım hürriyeti, Türk milletinin, dahilde hürriyetini ve harice karşı istiklalini temin için kullanır.’
‘Hürriyetler başlıca ferdin maddi ve manevi menfaatlerine tekabül eder; dar anlamda kişisel hürriyettir. Bunlardan en önemlileri seyahat ve yerleşme hak ve hürriyetidir. Bununla birlikte keyfi tutuklamaları, hapis cezasını yok etmek gerekmektedir. Ferdi mülkiyet çok önemlidir. İnsanın emek ürünü olan her şeye sahip olması, devletin müdahale edemeyeceği, ferdin yüksek haklarındandır. Temel haklardan ticaret çalışma ve sanat hürriyeti önemlidir. Bunlardan başka, devletin, siyasi veya kamunun menfaat ve emniyeti amacıyla tekeli altında bulundurduğu işleri başkaları yapamaz. İkinci grup hürriyetler ferdin fikir, inanç hayatındaki hürriyet ve haklarıdır. Bunlardan vicdan hürriyeti ferdin istediğini düşünmek, istediğine inanmak, siyasi bir fikre sahip olmak, mensup olduğu bir dinin gereklerini yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hâkim olunamaz’.
‘İçtima hürriyeti ve matbuat hürriyeti aynı prensipten çıkar. O prensip insanların, fikirlerini serbest söylemek ve neşretmek hakkıdır. Vatandaşlar, kendi talim ve terbiyeleri için ve umumun menfaatleri noktasından fikirlerini teati etmelidirler. En büyük hakikatler ve terakkiler, fikirlerin serbestçe ortaya konması ve teati edilmesi ile meydana çıkar ve yükselir.” (Prof. Dr. A. Afet İnan, Medeni Bilgiler ve Atatürk’ün El yazıları, Ankara, 1969, s. 390 vd.)
‘Kişilerin hak ve özgürlüğü devlet egemenliği ve isteklerinin saklı bulundurulmasına bağlıdır. Devlet felce uğratılırsa kişi özgürlüklerini koruyacak hiçbir güç ve araç kalmaz. Vatandaş olan kişiler kendi özgürlüklerinin bir kısmını rızaları ile severek ve gerekli görerek devlete vere gelmişlerdir. Devlet, kendine özgü istekle kişisel özgürlüklerin bir bölümüne, o özgürlükleri sağlamak için sahip olur. Yeter ki devletin buyrukluğu ulusun genel mutluluk ve refahına, vatandaş özgürlüklerinin sağlanmasına harcanmış olsun’ (Atatürk 17 Şubat 1931)
Ayrıca; 1 Mart 1924 tarihinde TBMM II. Dönem açış konuşması, 30 Ağustos 1924 Dumlupınar konuşması, Ankara Hukuk mektebine yazdığı telgraf, 9 Ekim 1925 tarihli Cumhuriyet savcılarına seslenişi, 5 Kasım 1925 tarihinde Ankara Hukuk Fakültesini açarken yaptığı konuşma, 1 Kasım 1928 tarihinde TBMM III. Dönem Yasama Yıllını açış konuşması, Ankara İstiklal Mahkemesi kararı ve Mahkeme başkanlığına yazdığı telgraf, Türk Kadınına Seçme ve Seçilme Hakkının verilmesine dair kanun üzerine açıklamaları, 1 Kasım 1937 tarihinde TBMM V. Dönem 3 ncü Yasama Yılı ve 1 Kasım 1938 tarihinde TBMM V. Dönem 4.ncü Yasama Yılı açış konuşmaları Atatürk’ün adalet ve hukuk üzerine düşüncelerini yansıtan çok özgün metinler ve tarihi belgelerden sadece bazılarıdır. Ancak, Halife Hazreti Ömer (R.A.) dayanaklı “Adalet Mülkün Tekelidir” vecizesi bütün bu söylemleri şamildir.
Burada özellikle ve bilhassa “devletin tapusu, istiklâli ve tam bağımsızlığı” vurgulanır.
Tapu 1995 GB antlaşması ile delinmiş bu nedenle TC yargısı, hakim ve savcıları çok vahim, talihsiz, kabulü ve sindirilmesi gayrikabil feci bir darbe, gasp ve aşağılanmaya maruz kalmıştır. Yaşanan süreç “büyük Türk medeniyeti, bilgi toplumu, insan hakları, adalet ve hukuka dayalı” Türk hukuk-adalet sisteminin bertarafını (yok edilmesini) amaçlamaktadır. Bu gidişle artık istiklal ve bağımsızlık da kalmayabilecektir.
Dolayısıyla mevcut yargıya düşen görev fevkalade büyüktür.
Türk yargısı bu süreçte ayağa kalkmak, kuvvetler ayrılığı ilkesi kapsamında gerçek yerini ve rolünü üstlenmek, yıllardır yaşanan sistematik dezinformasyon, psikolojik-biyolojik savaş, kronik yozlaşma, adetten hale gelen hak-hukuk gaspları, rüşvet, iltimas, nüfuz-din-dava -misyon tüccarlığı, çıkar örgütlenmesi, yolsuzluk, suiistimal, görevi ihmal, yetki tecavüzü ve başta “yürütme” erk’i kaynaklı bütün anlaşma, eylem-işlem, temlik-tahakkuk ve yaptırımları ele almak; YASA DEĞİL! ADALET VE HUKUK perspektifinde incelemek, değerlendirmek ve Türk Milleti Adına “BAĞIMSIZ ve TARAFSIZ” (halktan ve haktan yana objektif) bir süreci başlatmak ve/veya halihazır Ergenekon kod adlı (temiz toplum+temiz devlet+temiz hükümet=Temiz Eller) operasyonunu ucu her nereye kadar varırsa varsın mutlaka “sonuna kadar” devam ettirmek mecburiyetini haizdir.
Türk milleti Hâkim ve Savcılarına yürekten inanmakta ve güvenmektedir. Unutmayın!
“Gerçek bir hukukçu bu gereklerin hiçbirini göz ardı edemez. Diplomayla, yetki belgesiyle, giysiyle, ortam ve konumla değil, bilgiyle ve yeterlikle, çalışma ve yararlı olma çabasıyla hukukçu olunur. Hak edilmeyen ün ve san yüktür.” (Yekta Güngör Özden)
Yargı Yetkisi: “Türk milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.”
Bak: Anayasa Madde: 9
Bir yanıt yazın