Mustafa Nevruz SINACI
İktidarlar veya siyasi partilerin seçimden seçime hesap verme söylemi büyük bir yalan ve ütopyadır. Asıl olan: Cumhurbaşkanlığı Yüksek Denetleme Kurulu, Cumhuriyet Savcıları, Teftiş Kurulları, Denetçiler ve nihayet Sayıştay denetimi ve Danıştay gözetimidir.
Ancak en etkili denetim ‘seçen’ ve ‘seçmen’ (!) konum ve durumundaki doğrudan yetkili, görevli ve sorumlu halkın takibidir. Onurlu ve sorumlu yurttaşlar devleti denetleme ve yönetimin bütün icraatlarını takiple memur ve mükelleftir.
Buna çok özel ve kısa anlamda ‘yurttaşlık bilinci’ denilir.
BİLİNÇLİ BİR YURTTAŞ ÖRNEĞİ
Aslında bu örnek muhtelif vesilelerle işlendi.
Çok yorum aldı. Yüzlerce olumlu katkı geldi.
O nedenle konunun daha da özleştirilmiş ve restore edilmiş versiyonunu bu defa ‘daha dikkatle incelenmesi ve değerlendirilmesi için” dikkatlerinize sunuyoruz.
***
Şu sıralar kamuoyunda tartışılan pek çok konu var.
Bir bölümü topluma zoraki dayatılan ve illâ gündemde tutulmak istenen Ümraniye soruşturması veya Ergenekon adı ile müsemma kâbus gibi korkunç, muğlâk ve muamma kavramlar ve karanlık iddialarla dolu, sebep ve sonuç ilişkisi kördüğüme dönmüş, gizem yüklü, garip ve enteresan bir süreç… Allah sonunu hayırlara vesile kılar, adalet ve hukuk tecelli eder inşallah.
Ancak, siz kopartılan vaveylaya bakmayın aslında bu halkı fazla ilgilendirmiyor.
Gerçek gündemde daha ciddi, ağırlıklı ve önemli konular var.
Açlık, yokluk, yoksulluk, fahiş düzeyde pahalılık, zenginlikle fakirlik, sanal enflâsyonla gerçek enflâsyon arasında derinleşen uçurum, yalan-talan, kayıt-kapsam dışılık, yolsuzluk ve suiistimaller gibi meselâ.
Her ne hikmetse malum ve mel’un akredite medyanın iştigal alanı dışında bunlar.
İnsan hakları derneklerinin ve (maalesef) bunları insanlık suçu olarak kabul ve telakki etmeyen, failleri hakkında işlem yapmayan Cumhuriyet Savcılarının da hiç umurunda değil.
Amma! Halk arasında “Milli Kahraman” olarak anılan, dünyanın ilk ve tek “Bilinç Üniversitesi” ni kuran Galip Baran bütün bu konuların sanki tek ve yegâne sahibi.
S.Demirel’den A.Gül’e kadar son üç Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar ve vekillere aşağıda özetlenen mealde sürekli mektuplar yazmış. Halkın ıstırap ve şikâyetlerini iletmiş. Alternatif projeler ve çözüm yollarını bildirmiş. Yıllar süren “sarsılmaz irade, inanç, güven ve kararlılıkla verdiği” mücadele sonuç vermeyince bir açıklama gereği duyuyor.
Açıklama şöyle: “Başbakan, Bakanlar ve millet-vekilleri hariç sadece son üç Cumhurbaşkanına “devlete sahip çıkmaları” ve bizim ‘okul dışı eğitim’ çalışmalarımızda öğrenerek halka öğrettiğimiz gibi; Görevlerini tedvir ettikleri (etmekte oldukları) yıllarda karşılaştıkları sorunları yenmeleri, üstesinden gelmeleri ve zorlukları aşabilmeleri için ilim-fikir, öneri ve bilimsel proje içeren; Süleyman Demirel’e 3, Ahmet Necdet Sezer’e 10 ve Abdullah Gül’e 1 olmak üzere toplam: 14 dosya göndermek suretiyle başvurdum.
Ama maalesef “derde deva” bir sonuç alamadım.
Yerimde olsaydınız, siz ne yapardınız? Ben onların yerinde olsaydım, en azından Galip Baran’ı köşke çağırır, yüz yüze konuşurdum. Sanırım, çok da iyi olurdu… Bunu gören, onlarca, belki yüzlerce insan; “Seni, Cumhur-başkanı bile ciddiye almıyor” demez, beni yalnız bırakmaz ve ‘devlete sahip çıkma bilinci çığ gibi büyürdü’. Belki onları görenler de benzer çalışmalar başlatır bana “senin gibilerin sayısı çoğalmalı” diyenler, ne kadar artış kaydedip çoğaldığımızı görürlerdi. Fena mı, yoksa iyi mi oldu?
Yerimde olmadınız, yardımcı da olamadınız. Vekil de seçmediniz!..
Sonuçta benim gibilerin sayısı çoğalmadı. Ama ben, “ölünceye kadar” diyerek sevgili halkıma bağımsız Milletvekili adayı iken taahhüt ettiğim: Her kavşağa bir Galip, (Sabah, 16.12.1997) “okul dışı eğitim” çalışmalarımızı tek başıma da olsa sürdürüyorum. Fena mı, yoksa iyi mi oldu?
Şu da var ki, beni ciddiye almamanızın, destek vermemenizin ve yalnız kalışımın yol açtığı motivasyondan olacak, insan davranışlarını araştırdım. Bu sayede “bilinç” konusunda uzmanlaştım. Bilinç bağımlısı oldum. Sonuçta bir “Bilinç Üniversitesi” kurdum. Fena mı, yoksa iyi mi oldu?
“Yönetimi denetleme ve devlete sahip çıkma” yı böylesine önemsememden olacak “yasa bağımlısı” da oldum. Devlete herkesten daha çok sahip çıkmağa başladım. Fena mı oldu, iyi mi oldu?” diyor ve soruyor: Galip BARAN: “Peki, siz, şimdi ne yapıyorsunuz?”
Halinizden, hayatınızdan, hal-vaziyet, durum ve gidişattan memnun musunuz?
YORUM VE KATKI:
Darbesiz Hayat, ohh Ne Rahat!..
Bu ülke çok darbeler gördü: başarılısı, başarısızı!
İnsanlar gördü: darbeden çok şey bekleyeni, beklemeyeni!
Ortalık toz-duman; ülke gene cadı-kazanı; yeni darbeler yolda gibi, ey halkım!
Darbeyle bir yere varılamayacağı artık öğrenildiyse, yapılması gereken: darbeden bir şeyler bekleyen ve beklemeyenlerin “kendine darbe” yapmalarıdır bence…
Eş deyişle, halkın, “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi”ni özümsemiş olmasıdır, yani. Gülmeyin, “kendine darbe nasıl olur“ demeyin sakın.
Ben, “kendine darbe” yapanlardan birisiyim.
Örneğin. Kendine darbe yapmak, yukarıda da işaret edildiği üzere, “yurdu ve milleti özden çok sevme” yi öğrenmekle, bu ilkeyi özümsemekle gerçekleşiyor; hiç kimseye zararı olmadıktan başka, faydası da cabası…
Sözü edilen ilkeyi özümseyenler başkalarına haksızlık etmezler.
Haksızlığın olmadığı yerde, darbeden bir şeyler bekleyen olmaz;
Adalet ve hukukun hâkim olduğu yerde “hukuk devleti vardır.
Hukuk devleti’nde “darbe hakkı“ da doğmaz.
Daha doğrusu “Darbe”ye gerek kalmaz.
Bu kadar basit… (Galip Baran, Bilinç Üniversitesi Rektörü)