SELÇUK GÜLTAŞLI
Salı günü Avrupalılar 13 yıl sonra Karadziç’i yakaladıkları için Sırp yetkilileri tebrik etmek için sıraya girmişti.
Bu 13 yılın ilk iki yılı Pale’de NATO Kuvvetleri’nin gözü önünde, son 5 yılı da anlaşılan Belgrad’da Sağlıklı Hayat dergisine makaleler yazarak ve alternatif tıp kliniklerinde çalışarak geçmişti. Bu arada alternatif tıp seminerleri vermiş ve beş de kitap yazmıştı. Bir gecede 8 bin kişiyi ölüme gönderen bir insan için doğrusu ilginç işlerdi bunlar yani sağlıklı hayat için tavsiyelerde bulunmak, geleneksel tıbbın çaresiz kaldığı durumlarda ölen birine can vermek için çabalamak. Bir de tabii yakalandığı yer, “Avrupa, Sırpları neden bu kadar şehvetli tebrik ediyor?” sorusunu sormaya zorluyordu insanı. Dünyanın “en çok aradığı adam” bir belediye otobüsünde yakayı ele veriyordu.
Tabii ki yakalanması, yakalanmamasından iyidir. Tabii ki AB üyelik perspektifi Sırpları harekete geçirmiştir ve bu çerçevede faydalı olmuştur. Ama Avrupalıların bu vesile ile nasıl olup da 3 yıl boyunca 250 bin insanın boğazlanmasına seyirci kaldıklarını kendilerine sormaları, ciddi bir muhasebeye girişmeleri gerekmez mi? Şu an Avrupa’da tartışma öylesine steril yürütülüyor ki sanki Bosna denen bir ülkede Sırplar denen bir millet masum insanları öldürmüş ve Avrupa da sonunda bu işe bir çözüm bulmuş. Yahudi Soykırımı’nın ardından “bir daha asla” cümlesini vird-i zeban yapan, “dağa taşa yazan” Avrupa’nın sorumluluğunun gündeme getirildiğini pek işitmiyorum. Bu meşum soykırım sanki Kaf Dağı’nın arkasında olmuş gibi.
Belki de “bir daha asla” cümlesine bir dipnot düşüp, bu düsturun hangi millet ve din mensuplarını ihtiva ettiğini netliğe kavuşturmalı Avrupalılar. Bu konuda tek namuslu çıkışı İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt’ten işittiğimi de yazayım ki hak ihlali yapmış olmayalım.
Olan şu: Yugoslavya cumhuriyetleri tek tek bağımsızlığına kavuşurken, Boşnaklar da aynı yola başvuruyor. O zaman Bosna-Hersek Meclisi üyesi olan Karadziç, 1991’de bağımsızlık ilan etmeleri durumunda Boşnakları da yok edeceklerini, Bosna’yı da cehenneme çevireceklerini Meclis’te haykırıyor. Savaş sonucunda:
Kahir ekseriyeti Boşnak, 250 bin kişi öldürülüyor.
200 bin kişi işkenceden geçiriliyor. Sırpların 80 yeni işkence metodu icat ettikleri ortaya çıkıyor.
Bosna nüfusunun yarısı göç etmek mecburiyetinde kalıyor.
En genç Boşnak kurban 29 günlük bir bebek, en yaşlısı 101 yaşında kör bir kadın.
Foça’da Boşnak kadınlara tecavüzle görevli askerî bir birlik kuruluyor.
1200 cami, tekke ve mescit yok ediliyor. (1)
Bu ağır bilançoya rağmen ortaya çıkan devletin yüzde 49’u Sırp Cumhuriyeti, kalan yüzde 51’i de Boşnak ve Hırvatlar arasında bir federasyon. Eski Başbakan Haris Sladziç, “Dayton tekrar müzakere edilmeli” deyince de Batılılar gülüyor. Bunca zulme karşılık Boşnaklara bırakılan bu abuk-sabuk devlet de büyük başarı olarak lanse ediliyor. Peki neden?
Bu sorunun belki de mühim cevaplarından birisi eski ABD Başkanı Bill Clinton’ın Hayatım isimli hatıratında bulunuyor. Bosna Savaşı’nı durdurmak için Avrupalı liderlerle sık sık bir araya gelen Clinton, dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Francois Mitterrand’ın Müslümanların liderliğinde kurulacak bir Bosna’yı istemediğini kendisine hissettirdiğini açık-seçik yazmış kitabına. Ocak 1993’te Fransız askerlerinin koruması altında olduğunu sanan Bosna-Hersek Başbakan Yardımcısı Hakkı Turayliç de Hollandalı askerlerin koruması altında olduklarını sanan 8 bin Boşnak gibi katledilmişti. Milletlerarası camianın koruması altında olduklarını düşünmüşlerdi.
Katliamları Avrupalılar yapmadı ama katliamların durdurulması için de katliam sorumlularının yakalanması için de bir şey yapmadılar. Şimdi Karadziç’in yakalanması bir vicdan borcu, adaletin tecelli etmesinden ziyade Sırbistan ile AB arasında son derece iyi pazarlığı yapılmış siyasi hesaplar neticesinde gerçekleşiyor.
Bosna Savaşı sırasında Mitterrand’ın Sağlık Bakanlığı’nı yapan Bernard Kouchner’e salı günü, “Karadziç’in bu kadar geç yakalanmasında Avrupa’nın bir katkısı yok mu?” diye sorduğumda, Fransız bakan beni konuyu saptırmakla itham etti. Kouchner’e göre gün mutlu olma günüydü, eski defterleri karıştırma günü değil!
(1) Erhan Türbedar’ın 22 Temmuz tarihli ASAM makalesi.
28 Temmuz 2008, Pazartesi
Yazıları posta kutunda oku