45 devlet üniversitesine yeni rektör atanacak. Ayrıca 10 kadar vakıf üniversitesine de yeni rektörler gelecek. Yani bir anlamda ülkemizde bulunan üniversitesitelerin bir çoğunun kaderi tayin edilmiş olacak. Neden mi kaderini tayin edecek? Çünkü rektör seçimi sadece üniversiteyi kimin yöneteceğinin yapıldığı bir seçim değildir. Türkiye’de rektörler yürürlükteki yasanın onlara çok geniş yetkiler vermesinin de getirdiği imkanla bu işlevlerinin dışında ve yaşam tarzımızı etkileyebilecek kadar önemli olabilir haldeler.
Yani yeni seçilecek rektörler, YÖK yasasının emrettiği gibi;
“ATATÜRK inkılapları ve ilkeleri doğrultusunda ATATÜRK milliyetçiliğine bağlı, Türk milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini taşıyan, Türk olmanın şeref ve mutluluğunu duyan, Toplum yararını kişisel çıkarının üstünde tutan, aile, ülke ve millet sevgisi ile dolu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getiren, Hür ve bilimsel düşünce gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı”
kuşaklar yetiştirecek, böylece de ülkenin geleceğini Cumhuriyet’in temel değerlerine sahip gençlere emanet edecek, yahut da siyasi yapının beklentilerine yanıt verme çabası içerisinde olacak.
Ancak yazıktır ki gelen sinyaller hiç de iç açıcı değil. YÖK tarihinde görülmedik siyasi baskıların söz konusu olduğu gündemde. YÖK tarihinde böyle bir duruma asla düşmemişti. Ancak izlediğimiz kadarıyla gelinen nokta bu. Daha önce bir yazımda yakında YÖK seçimlerinin yapılacağını bu anlamda da herkesin dikkatli olması gerektiğini ve üniversitelerin başına iktidara yakın isimlerin getirilmeye çalışıldığını ifade etmiştim. Ancak bazı eleştiriler oldu. Böyle bir şeye özellikle bu ortamda hükümetin cesater edemeyeceği savunuldu. ancak görünen manzara odur ki olanlar olmuş ve isimler YÖK’e tek tek dayatılmış. Neden mi böyle gözlemliyoruz olayı; gayet basit. Özellikle türbana karşı olan Uludağ ve Dicle Üniversitelerinde en çok oyu alan iki kadın rektör adayıyla, Gazi ve Cumhuriyet Üniversitelerinden ilk sıradaki adayların listede olmaması yeterli bir gözlem değil de nedir? Ki YÖK’ün bu isimleri veto etmesi bazı çevrelerce büyük memnuniyetle de karşılandı.
Yazık çok yazık. Zira gönül istiyor ki hiç değilse üniversite denilince akla bilim gelsin. Bilimin önceliği ile hareket edilsin. Ama nerdeeeeeeeeee!…. Türkiye öyle bir ülke durumuna geldi ki
“Dağdaki çobanla benim oyum aynı mı olacak?” diyen bir manken hanım demokrasi adına eleştiriliyor ama üniversite öğretim üyelerinin yaptığı seçim hiçe sayılınca kimsenin sesi çıkmıyor. Nedense bu durum hakkında kimsenin ağzını bıçak açmıyor. Yazık ki Türkiye öyle bir duruma getirildi ki bilimsel çalışmalarıyla öne çıkmış liyakatli rektör atamaktansa türbana izin verecek rektör atamayı destur ediniyor. Bu sayede YÖK’ten sonra Üniversitelerarası Kurul’da da çoğunluk açık ara iktidarın eline geçecek. geçecek de ne olacak? Başbakan Erdoğan’ın sık sık eleştirdiği tabloyu tersine çevirmek için mi? Yani Dünyanın En İyi 500 Üniversitesi arasına daha çok Türk üniversitesi sokmak için mi? Keşke cevap EVET olabilseydi. Ama evet demek o kadar zor ki! Şu ana kadarki göstergeler, tek amacın kadrolaşma olduğunu gösteriyor. Hatta bu nedenledir ki zamanı geldiği halde dekan ve akademik personel atamaları bile uzun süredir yapılmıyor.Eğer üniversitede akıl ve sağduyu, gözü kara bir kadrolaşmayı yenemeyecekse, nerede yenecek? Bilemiyoruz doğrusu. İşte bu nedenledir ki, YÖK’ün yaptığı yanlışın Çankaya’dan dönmesini umuyoruz. Zira “laik cumhuriyeti korumaya” yemin etmişti Cumhurbaşkanı Abdullah Gül. Ve bu anlamda da tarafsızlığını yitirmemelidir. Aksi halde kokmayan bir tuzumuz kalmıştı, onu da kokutacaklar. Bakalım neler olacak?
ARZU KÖK
kok.arzu@gmail.com
Bir yanıt yazın