Zeynel Lüle
19.07.2008
Avrupa’nın Türk kökenli siyasetçileri
Avrupa’da “Türk kökenli politikacı” olmak hiç kolay değildir. Bir yandan, seçildiğiniz ülkeyi temsil edersiniz, diğer yandan ise “Türk” kökeniniz, hem Türkiye’de ki olaylara karşı duyarsız kalmamanıza yol açar, hem de zaten bu konumunuz hiç bir zaman sizi bırakmaz.
Cem Özdemir bir zamanlar, Alman gazetecilerin kendisine sadece Türkiye ile ilgili soru sormasından rahatsızlığını dile getirmiş ve “Ben bir Alman milletvekiliyim. Neden sadece Türkiye konusu soruluyor?” diye serzenişte bulunmuştu. Ama görev yaptığı Avrupa Parlamentosu’nda her zaman; Kıbrıs, Kürt sorunu, Türkiye’deki azınlıklar, Aleviler ve AB-Türkiye müzakereleri hakkında konuştuğunu, Türkiye ile ilgili komisyonlarda görev yaptığını, bu nedenle belki de Alman gazetecilerin kendisini bu konularla özleştirdiğini unutmuştu. Ne Özdemir Türkiye konusundan, ne de yabancı gazeteciler kendisine Türkiye hakkında soru sormaktan vazgeçti.
Belçika’da “bakanlık” mertebesine ulaşabilmiş Türk kökenli siyasetçi olan Emir Kır, ilk dönemlerinde “Ermeni soykırım iddialarından” bir türlü kurtulamadı. Belçika’da, spor, temizlik ve tarihi anıtlardan sorumlu bakan olmasına rağmen, onun sırtındaki “Türk kökeni”, onu 1915 olaylarının adeta sorumlu kişisi yapmıştı. Belçika basını hemen hergün 1915 olaylarının “soykırım” olup olmadığı hakkında ne düşündüğünü sorguluyor, rakip siyasetçiler ise Emir Kır’ı adım adım takip edip, atalarının, dedelerinin izinden gidip gitmediğini gözlemliyorlardı. Kır, bunun için uzun süre mücadele verdi, hatta mahkemelik oldu ve sonunda bakanlık icraatlarında elde ettiği başarısıyla kendini kabul ettirdi.
Ben, Avrupa’nın herhangi bir ülkesinden seçilmiş olan Türk kökenli siyasetçinin, “Türk milletvekili” olarak görülmesine başından beri karşı çıktım ve o ülkede yaşayan Türkler ile Türkiye’dekilerin bu kişilere “o gözle” bakmasını eleştirdim. Sonunda bu kişiler, yaşadıkları, belki de doğdukları Avrupa ülkelerinin temsilcileri olarak meclislere girmiş kişilerdi. O ülkelere karşı sorumlulukları vardı ve bunun gözardı edilmemesi gerektiğini düşündüm.
Ama, her ne kadar kişisel becerileri olsa da, o ülkelerde yaşayan Türklerin güçlü desteği ile seçildiklerini, siyasi partilerin “oy hakkına” sahip Türklerin desteğini de alabilmek amacıyla bu kişileri seçim listelerine koyduğunu da unutmadım. Sonunda siyasi partiler birer şirket değildi ve “bu kişi şirketimi iyi idare eder ve daha karlı hale getirir” diye değil, seçmen kitlesini büyütme düşüncesiyle Türk kökenlileri belirli yerlere koyarak seçilmelerini sağlıyorlardı. Ancak bu şekilde var olabiliyorlardı.
SPD’li Alman milletvekili Vural Öger, bu konuda en açık ve net tavır içinde olan bir siyasetçidir. Seçildiği günden itibaren “Benim misyonum, Avrupa Parlamentosu’nda Türkiye’nin AB üyeliğine destek vermektir” dedi ve bu tavrından hiç vazgeçmedi. İlk başta onun Avrupa Parlamentosu üyeliğine kuşkuyla bakanlardan biriydim. Ünlü bir iş adamı olması nedeniyle, şirketlerini bir kenara bırakıp Brüksel, Strasbourg şehirlerinde dolaşamayacağını düşünmüş ve onun seçiminin Türkler için “kayıp” olacağını söylemiştim. Ama Öger beni yanılttı. Dört yıl boyunca parlamentoda Türkiye için, Türkiye’de de AB için kulis yaptı. Misyon üstlendi. Özdemir gibi, hem Türkiye siyaseti yürütüp, hem de “Ben Alman milletvekiliyim. Bana neden Türkiye sorusu soruyorlar?” demedi.
Tabii ki, “bizden biri” olan her Türk kökenli Avrupalı politikacıdan, Öger gibi “Misyonum Türkiye’nin AB üyeliğidir” gibi açık bir tavır beklemiyoruz. Ama, onların söylemlerini, yabancıların söylemlerinden daha çok dikkate alıyoruz ve daha hassasiyetle izliyoruz. Bu nedenle, bir zamanlar Atatürk rozeti taşıyan Türkler ve “zülfikar kılıcı rozeti” taşıyan Aleviler için “kimlik krizi” yaşadığını söyleyen Cem Özdemir’in sözü çok ağrımıza gitmişti. Önemsemiştik. Üzülmüştük. Bugün yine Özdemir’in, daha dava sonuçlanmadan “AB olmasaydı, generaller idamla yargılanırdı” sözünü önemsediğimiz gibi.
Bizler, Türk kökenli Avrupalı milletvekillerinin Türkiye politikası yapmasını da beklemiyoruz. Ama yapıyorsa, hassasiyetlerimizi en iyi bilen konumda olan bu kişilerin, bir yabancı parlamenterin dahi dile getirmekten imtina edeceği sözcüklerden sakınmalarını bekliyoruz. Seçilmelerinde büyük emeği olan Türk kökenli seçmenlerin, en azından bunu istemesi acaba çok mu abartılı?