HAREKÂT İÇİN ULUSAL İSTİHBARAT / Erdal SARIZEYBEK – İÇ GÜVENLİK VE TERÖR
Geçtiğimiz hafta içerisinde bir televizyon kanalı ABD’nin İnsansız Hava Aracı’ndan geldiği iddia edilen görüntülerini yayınladı. Bu görüntüler yazılı medyaya, “ABD’nin verdiği canlı PKK görüntüleri ilk kez ortaya çıktı ama çok vahim bir durum var. PKK’lılar tespit ediliyor ama vurulmuyor. Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt, “PKK’lıları artık BBG evini izler gibi izliyoruz” demişti. Ancak bunun görüntüleri hiç ortaya çıkmamıştı. ABD’nin İnsansız Hava Aracı’ndan gelen görüntüler BBG evi benzetmesinin aynen yaşandığını gösterdi. BBG gözetler gibi gözetlenen terörist grup adım adım izlendi ama K. Irak’ı geçip Aktütün Karakolu’na saldırmalarına müdahale edilmedi. Aktütün Baskınında 6 Mehmetçik şehit olmuştu.” şeklindeki yorumlarla yansıdı ve tartışma ulusal boyuta taşıdı. Anımsanacağı üzere aynı televizyon kanalı PKK terör örgütünün iki numaralı ismi terörist Osman Öcalan’a ait düğün görüntülerini yayınlayarak da kamuoyunda yanlış algılamalara yol açmıştı. 1992 Şemdinli karakol baskınlarının sorumlusu ve 74 askerimizin katili olan bir teröristin “peşmerge damadı” imajı ile ekranlara yansıtılması haklı bir öfkeye neden olmuştu tıpkı bugünkü gibi. Yayınlanan görüntülerin kaynağı Başbakan Erdoğan ile Başkan Bush arasında geçen 6 Kasım görüşmesine dayanmaktadır. Bu görüşme sonucu ortaya çıkan “ABD istihbaratı ile Irak’a harekat yapılması” kararı terörle mücadele stratejisini yeni bir çizgiye taşıması açısından tartışılmalıdır ama istihbaratı manipüle ederek, halkımızın TSK’ne olan güven duygusunu zedeleyerek, devletin gizli bilgilerini magazin haberine dönüştürerek değil. Terörle mücadele Türkiye’nin ulusal bir davasıdır; otuz yıldır sürmektedir, binlerce vatan evladı bu uğurda şehit olmuş ve 300 milyar dolarlık bir ulusal kaynak harcanmıştır. Böylesine ağır sonuçları olan bir ulusal davada kanıtlanmaya muhtaç haberlerin gerçekmiş gibi gösterilerek yorumlanması halkımızı haklı olarak ABD’nin işbirliği konusunda tereddüde düşürmektedir. Unutulmamalıdır ki terörle mücadeleden sorumlu makam siyasi otoritedir. Ulusal güç ve kaynaklarla yapılması gereken bir askeri harekatın ABD’nin istihbaratı ile yönlendirilmesinin sorumluluğu da siyasi otoriteye düşmektedir. Türkiye’de terörle mücadele stratejisi tartışılacaksa eğer bu; TSK’nin harekatının gizlilikleri üzerinden değil siyasi iradenin bu strateji içerisinde ne gibi görev ve sorumluluklar üstlenmiş olduğundan yola çıkılarak yapılmalıdır. Başlangıç olarak da, yakın tarihimize ikinci çuval olayı olarak geçen Dağlıca’da konuşlu bir piyade taburuna teröristlerce yapılan saldırı karşısında siyasi iradenin ortaya koyduğu anlaşılmaz tavır değerlendirilmeye alınmalıdır.
ULUSAL İRADENİN İSTEMİ
29 Eylül 2007 günü Şırnak’ın Beytüşşebap İlçesi Beşağaç Köyü’nde, içinde korucu ve köylülerin bulunduğu bir minibüsün PKK’lı teröristler tarafından otomatik silahlarla taranması sonucu 7’si korucu 12 kişinin hayatını kaybetmesi üzerine unutulmuş gibi görünen “Irak’a harekat” konusu yeniden gündeme taşınmıştır. Siyasi otorite harekatın gerekli olup olmadığını tartışa dursun, bu olayın hemen akabinde Şırnak bölgesinde görev yapan bir birliğimizi 7 EKİM 2007 tarihinde pusuya düşüren teröristler 13 Silahlı Kuvvetler mensubunu şehit etmiş ve halkın teröre karşı öfkesi ülke çapında düzenlenen “teröre lanet” gösterileriyle dile getirilmiştir. Siyaset yapıcıları bu olaylardan yola çıkarak 15 Ekim 2007 günü geç kalmış bir tezkereyi Meclis’e sunmuştur. Tezkerenin gerekçesinde, “Türkiye’nin, Irak’ın kuzey bölgesinde yuvalanmış bulunan PKK terör unsurlarından kaynaklanan ve halkının huzur ve güvenliğiyle ülkesinin milli birliğine, güvenliğine ve toprak bütünlüğüne yöneltilmiş ciddi bir terörist saldırı ve açık bir tehditle karşı karşıya bulunduğu” ifade edilerek Irak’a asker gönderme yetkisi talep edilmiştir. Sınır ötesi operasyon yapılması için izin verilmesine ilişkin tezkere, 19 red oyuna karşılık 507 oyla TBMM’de kabul edilerek 17 Ekim 2007 tarihinde ulusal irade adına hükümete verilmiştir. Başbakan Erdoğan, ABD Başkanı George Bush’un ‘Türkiye’nin sınır ötesine asker göndermesi Türkiye’nin yararına değildir” açıklamasına karşılık “Ben sadece şu anda TBMM olarak tüm parlamenterlerimizle biz kahir ekseriyetle bir karar verdik. Bunun için de kimin ne dediği değil, TBMM’nin ne dediği önemlidir ve bu kararı da TBMM almıştır. Ülkemiz için, milletimiz için, teröre karşı mücadeleyi uluslararası bir karar olarak görenler için hayırlı olsun diyorum” diyerek sözde kararlılığını da ortaya koymuştur. Bu siyasi manevralar yapılırken Hürriyet Gazetesi yazarlarından Yılmaz Özdil, “Tezkere” başlığıyla kaleme aldığı makalesinde, “Tezkere, adı üstünde, tez olmalı. Bizimkilerin bin bir nazla çıkarması, yıllar yıllar yıllar sürdü. İnanmayan, girsin baksın arşive; Genelkurmay Başkanı “hemen girmeliyiz” dediğinde, daha henüz, Kara Kuvvetleri Komutanı’ydı, Kara Kuvvetleri Komutanı!” şeklinde yer alan ifadeleriyle derhal harekete geçilmesi gereğini vurguluyor ancak siyasi iradenin böyle bir niyeti olmadığını, bir daha ki 13 şehide kadar da bu hükümetin harekete geçmeyeceğini belirterek makalesini noktalıyordu. Haklı çıktı Sayın Özdil; siyasi otorite harekete geçmedi, 13 şehit vermedik ama bu tartışmalardan iki gün sonra bir terörist saldırısı sonucu 12 şehit verdik Dağlıca’da, 16 askerimiz yaralandı, 8 askerimiz ise kaçırıldı hem de tezkere Meclis’ten geçtikten tam iki gün sonra. Dağlıca Baskını sanıldığı gibi birden bire ortaya çıkmamış olup belirli bir zaman aralığında iyi hazırlanmış ve sonuçları iyi kestirilmiş bir terörist eylemin ifadesidir. Dağlıca Baskınına, 12 Nisan ila 18 Ekim arasında geçen süreçte siyasi iradenin Türkiye’nin dinamik güçlerini bir sınırı ötesi harekatta kullanmayacağını belirtir tavrı neden olmuştur. Israrla gündeme taşınan harekat konusuna sıcak bakmadığını ta baştan beri dile getiren hükümetin bu tavrı, İran-Irak sınırında yuvalanmış PKK teröristlerini cesaretlendirmiştir. Türkiye’nin hükümranlık haklarına böylesine ağır bir tecavüz karşısında dahi siyasi irade bir karşı atağa geçmemiş ve Türk Milletinden aldığı gücü eyleme dönüştürmemiştir. Bu çerçevede, “Meclis’in vermiş olduğu yetki anında kullanılmış olsaydı bu saldırı olmayacaktı dolayısıyla şehitlerimizin sorumlusunun hükümettir”, demek siyasi bir sorumluluğu işaret etmesi açısından doğru olacaktır. Bu gelişmelerden sonra devreye giren ABD, Türkiye’yi kendi topraklarında masaya çağırmış ve Irak’a harekat yerine “anlık istihbarat paylaşımı ve PKK müşterek düşman” öğüdünü vererek geri göndermiştir. İşte Kanal D televizyonun görüntüler sunarak tartışmaya açtığı konunun kaynağı budur: Anlık istihbarat paylaşımı.
ANLIK İSTİHBARAT PAYLAŞIMI
Başbakan Erdoğan ile Başkan Bush’un üzerinde anlaştığı anlık istihbarat paylaşımı trajedisinin ilk adımı Türk Hava Kuvvetlerince Irak’ kuzeyindeki PKK yuvalarına 16 Aralık 2007 tarihinde yapılan hava harekatıyla atılmıştır. Bu hava harekatını sırasıyla 22-26 Aralık, 15 Ocak, 4 Şubat hava harekatı izlemiştir. 150-175 teröristin etkisiz hale getirildiği ve örgütün alt yapısına ağır darbelerin vurulduğu bildirilen bu harekatla ele geçirilen inisiyatif ve teröristler üzerinde yaratılan baskıdan yararlanılarak 24 Şubat 2008’de Irak kuzeyi Zap alanına bir kara harekatı başlatılmıştır. Baskın tarzında geliştirilen bu harekat sonucu 240 terörist saf dışı bırakılırken 48 hedef gurubunun da kara ve havadan tam isabetle vurulduğu kamuoyuna açıklanmıştır. ABD’nin verdiği anlık istihbarat bu harekat sonrasında da devam etmiş ve 25-26 Nisan, 1-2 Mayıs tarihlerinde Zap, Avaşin, Basyan ve Hakurk kamplarında belirlenen 110 hedef gurubu ağır silah ve bombalarla etkisiz hale getirilmiştir. Taktik açıdan anlık istihbarat demek; açıkta görüntü veren ya da hareket halindeki terörist guruplarla işlerliği bulunan mevzi, cephane ve sığınakların nokta koordinat verilerek hava harekatı ile vurulmasını sağlamak demektir. Öyleyse nasıl olmuştur da, Basyan’a yapılan hava harekatından bir hafta sonra buradan yola çıkan teröristler Irak sınırında konuşlu Aktütün Jandarma Sınır Bölüğüne saldırı düzenlemiş ve 6 askerimizi şehit etmiştir? Asıl sorgulanması gereken işte budur; teröristler bu karşı eylem gücünü nasıl koruyabilmiştir? Kara harekatının sona erdiği 28 Şubat ile hava harekatının başlatıldığı 16 Aralık arasında geçen üç aylık sürede ABD’nin vermiş olduğu anlık istihbarat esas alınarak Irak kuzeyinde toplam 108 hedef gurubu ateş altına alınmış ve 1030 hedef havadan ve karadan vurulmasına karşın bu teröristler nasıl ayakta kalabilmiştir? Üstelik belirtilen hedeflerin ağırlıklı olarak yer aldığı bölgeler Zap, Avaşin, Basyan ve Hakurk terör yuvaları olup Aktütün karakolunun hemen yanı başıdır. Hal böyle iken yaklaşık beş aydır peş peşe vurulan bir bölgede sayıları 300 kişiyi bulan bir gurup bu ateş yağmuru altından nasıl kaçabilmiş, nasıl geri toplanabilmiş ve nasıl eyleme kalkışmıştır?
HAVA HAREKATININ ANALİZİ
ABD istihbaratına dayalı hava harekatını vurulan hedeflerin yapısı ve harekatın sonuçları olmak üzere iki farklı açıdan değerlendirmek gerekmektedir. Genelkurmay Başkanlığınca yayınlanan hava fotoğraflarından apaçık görülmektedir ki, vurulan hedefler teröristlerin arazi üstünde inşa ettiği depo, sığınak, mevzi, iskan ve iaşe tesisleri gibi cansız hedef guruplarıdır. Ancak, otuz yıldır sürdürülen terörle mücadelede edinilen tecrübeler teröristlerin açık hedef teşkil edecek şekilde üst yapı tesisleri kurmadıklarını işaret etmektedir. Yine bu tecrübelerin ışığında, böylesi hedefin gösterilmesinin, “vurulmasında teröristler açısından bir sakıncası yoktur” anlamına geldiğini de söylemek mümkündür. Ayrıca, dağ taş oyularak yapılan sığınak ve cephaneliklere karşı yapılan hava harekatının önemli bir etki yaratmadığı da bilinen bir başka gerçektir. Vurulan hedefin özelliklerinden yola çıkarak ABD istihbaratı ile yapılan hava harekatı sonucu teröristlerin hareket serbestilerinin kısıtlandığını ancak bunun, “önemli bir darbe aldıkları” anlamına gelmeyeceğini söylemek olasıdır. Sonuçları açısından hava harekatına bakıldığında ise, yapılan resmi açıklamalardan 150-175 teröristin etkisiz hale getirildiği görülmektedir. 24 Şubat’ta başlayan kara harekatı ile de etkisiz hale getirilen terörist sayısı 240’dır. Başlangıç değerlendirmelerinde 3.500 civarında olduğu söylenen terörist varlığı içerisinde etkisizleştirilen yaklaşık 500 kişi, teröriste darbe vurulduğunu söyleyebilmek için yeterli değildir. Kaldı ki bu rakama 1980’lerden günümüze örgütten kaçarak Barzani çatısı altında faaliyet gösteren terörist sayısı dahil değildir. Kamuoyuna açıklanan bu sayılar örgütün eylem gücünü koruduğunu göstermektedir. Hava harekatının sonuçları yalnız bu değildir; Genelkurmay Başkanlığı harekat esnasında vurulan çok sayıdaki teröristin Barzani kontrolündeki Erbil, Raniyah, Kaladiza ve Choman’daki hastanelerde tedavi altına alınmış olduğunu 2007/41 sayılı bildirisiyle açıklamıştır. 24 Şubat’ta yapılan kara harekatından da kaçmaya çalışan teröristlerin güneye yani Barzani bölgesine doğru geri çekilmeye çalıştığı ve yararlıların ise Irak kuzeyindeki hastanelerde tedaviye alındıkları yolunda bilgiler elde edildiği de yine 2008/19 ve 2008/21 sayılı bildirilerle kamuoyuna duyurulmuştur. Bu teröristlere ne işlem yapıldığı bilinmemektedir. Bu analizlerin çerçevesinde 16 Aralık’tan günümüze süregelen hava harekatı sonucu teröristlerin örselendiği, paniğe düştüğü, alt yapı tesislerinin kısmen zarar gördüğü ve gerek yaralı gerekse örgütten kaçanların ise Barzani’ye sığınmış olduğunu söylemek artık mümkündür. Öyleyse bu harekat kime fayda sağlamıştır? Hiç şüphe duymadan şunu söylemek mümkündür: Ayrılıkçı Kürt hareketinin liderliğine soyunan ve arkasına ABD’yi ve Türkiye’deki siyasi otoriteyi alan Barzani’ye yarar sağlamıştır. Bu durumda ABD’nin anlık istihbarat paylaşımı söylemiyle asıl amacının PKK’yı hava harekatı ile örseleyip Barzani’ye doğru süpürmek olduğunu söylemek de yanıltıcı olmayacaktır. Kara harekatının neden durduğu ve yeniden başlatılmadığının cevabı da burada yatmaktadır; üstün arazi tecrübesi ve kondisyona sahip Türk askerinin kara harekatı ile PKK terör örgütünü yok edeceğini ve sıranın Barzani’ye geleceğini kavrayan ABD, ayrılıkçı hareketin bölünmemesi için bugüne kadar ikinci bir kara harekatına yeşil ışık yakmamıştır ve yakmayacaktır. Sınırlı ölçüde yapılacak bir kara harekatı ise yine Barzani’yi güçlendirecektir. Dolayısıyla ABD’nin askeri taktikte anlaşıldığı şekilde bir anlık istihbaratı vermediğini, verilen istihbaratın PKK terör örgütünü örselemeye ancak Barzani’yi güçlendirmeye yönelik olduğu ve bu nedenle hava harekatına karşın Irak kuzeyinde varlığını koruyan teröristlerin Basyan’da ortaya çıkarak Aktütün karakolunu vurduğunu söylemek mümkündür.
ULUSAL GÜÇ KULLANIMI
Ulusal bir harekat ulusal kaynaklara dayanarak ulusal güçlerle yapılır ki bunun en güzel örneği Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının gerçekleştirdiği Kurtuluş Savaşıdır. İstihbarat harekatın belki de en can alıcı noktasıdır, ulusal varlıklardan başka kimseye güvenilemez. Bir askeri harekatın başarısı elde edilen istihbaratın gerçeklik payı ile doğru orantılıdır. Türkiye’nin terörle mücadelesi ulusal bir harekatın parçasıdır. Ancak bu harekatın ABD istihbaratı gibi ulusal olmayan kaynaklara dayanılarak yönetilmesinin ulusal çıkarlara aykırı olduğunu düşündürmektedir. Kaldı ki 1nci ve 2nci Körfez Savaşlarında ABD ile girilen müttefiklik ilişkileri hep Türkiye’nin aleyhine sonuçlanmıştır. Yıllardır PKK’ya terör örgütü demeyen ve ona karşı mücadeleye girişmeyen Barzani daha birkaç gün önce “PKK terörist değildir” söylemiyle Türk milletinin otuz yıldır terörden çektiği acılara karşı duyarsızlığını ve ayrılıkçı Kürt hareketinin bölünmeden sürmesine ilişkin niyetlerini açıkça ortaya koymuştur. Tarihte yaşanılan olaylar da açıkça göstermektedir ki, ulusal çıkarları korumak maksadıyla yapılacak ulusal bir harekat ulusal kaynaklarından güç almalıdır. Ulusal niteliği olmayan kaynakların Türkiye’nin ulusal davasına destek vermeyeceğini Türkiye artık anlamalıdır.
Eklenme Tarihi : 14.07.2008
Bir yanıt yazın