Zamanın ardına saklı olanlarla, günün karmaşasının gösterdiği tek gerçek: Geleceğimiz belirsiz.
Devletlerin refleksleri ; hızları oranında (fayda/zarar grafiklerinde) extrem dönümlerini belirler. Fayda ve zarar , izafi olanlardan daha çok reel değerlerlerle irtibatlandırılmalıdır. Yani; yaşanan günün, kabul edilebilir aralıklarındaki değerler esas alınmalıdır. Osmanlı sonrası kurulan yeni devletin değerleri, mevcut hafızanın değişimini devrim ile değiştirebilmiştir. Bu sancılı bir geçiştir. Sancılı geçişler, devleti yönetenlerin veya akil adamların alacakları risk oranında başarıyı veya başarısızlığı getirir. Yeni bir hafıza oluşacaksa , devletin bekası hakkında öngörülen risk, mutlaka öngörülebilir olmalı ve optimize edilmelidir.
Günümüz Türkiyesinde geleceği şekillendirirken, mutlaka günün yükselen değerlerini esas alan dünya’nın medeni tarafındaki yönetim modelleri ve sistemleri tercih edilmelidir. Cumhuriyet mi ?/Demokrasi mi ? gibi bir çelişki seçiminden ziyade cumhuriyet ve demokrasi mi ? Totaliterizm mi? gibi doğru/yanlış seçimli sorular sorulmalıdır.
Cumhuriyet ve demokrasi tek cümlede asla aykırı durmazlar. Yönetim sistemlerindeki esas düşünce milletin refahı ve hürriyetleri ise bu cümlede çelişki aranamaz.
Mevcut sistemler ne olursa olsun insan hak ve hürriyetlerini en yükseğe alan insan merkezli yönetim sistemleri modern dünyanın olmazsa olmazı kabul edilmiştir. Bu değerlerin dışında kalan rejimlerin ve izmlerin yaşama şansı kalmamıştır. Hürriyetin gücünü esaret zincirleri ile zaptetmek artık mümkün değildir.
Türkiyeyi yönetenler , yönetmeye talip olanlar, teorisyenler, akademisyenler, bürokratlar v.s. artık bu gereçeği kabul edip buna göre hazırlıklarını yapmalılardır.
İnsan hak ve hürriyetleri , kişilerin ve devletlerin beklentileri ve menfaatleri uğruna feda edilemiyecek kadar kutsaldır. Devlet millet için varsa , emredici değil, hizmet edici sistem araçlarını kullanmalıdır. Milletin kendi dinamiğinde yer almayan , fakat empoze edilmeye çalışılan ayrımcı düşüncelerin sahipleri bu fantazilerinden artık vazgeçmeliler. Alevi-sünni, kürt-türk, laik-antilaik, açık-kapalı, doğulu-batılı v.s bu kavaramların hiçbiri toplumun dinamik düşüncelerinde çatışma sebebi olmazken , bir kısım zevatın durumdan vazife çıkarır gibi bunların sebep olmasını ve çatışma ortamının oluşması için çırpınması en hafifinden ihanettir.
Geleceğimizin belirsizlikten kurtulup , öngörülebilir ve planlanabilir bir yapıya kavuşabilmesi için gerek ve yeter şart asgari müştereklerimizde hareket edip, ayrılıklarımızı zenginliğimiz olarak kullanmaktır.
Bir arada yaşamayı öğrenene kadar bir arada tartışmayı öğrenmeliyiz. Kimsenin gidecek başka vatanı yok.
“İdrakin yüceliğine eremiyorsanız, inkarın basitliğinden sakınınız.”
İdrakin yüceliğine erişmiş olanlara saygılarımla.
Nedim Emirhan Ertugay
Bir yanıt yazın