“ÖTEKİ” KIBRIS (1)
Hüseyin MÜMTAZ
Kalbimin gene Kıbrıs günlerindeyim.. Önce 20 Temmuz, arkadan 1 Ağustos..
Ama önce bakış açımızı “zenginleştirecek” ve düşüncelerimize zenginlik katacak iki güncel olayı hatırlayalım.
İstinye’deki Amerikan Konsolosluğu’na bir intihar saldırısı gerçekleştirildi, Amerikalılara karşı yapılan saldırıda üç Türk polisi şehit oldu.
Üç polisimiz neden şehit oldu?
Siz 1970’li yıllarda Amerika’nın dört bir yanında neredeyse sürek avı düzenlenen Türk diplomatlarını korumak için bir Amerikan polisinin öldüğünü duydunuz mu?
Dünyanın neresinde Türk diplomatları için, onları korumak için ölen bir yabancı güvenlik görevlisi hatırlıyorsunuz?
ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson; ”Bizim Konsolosluğumuzdaki koruma görevlileri günün o saatinde silahlı değiller. Silahsız bulunuyorlar. Dışarıda vize başvurusu için bekleyen kişilerle ilgili yapabilecekleri bir şey varsa onu yapmaya çalışıyorlar. Onları düzene sokmaya çalışıyorlar. Görevleri bu. Ve bir saldırı olduğunda bizim ilk yaptığımız şey konsolosluğun kapılarını kilitlemek” demiş.
Mazerete ve bahaneye bakın..
Amerika’nın koruma görevlileri acaba ne zaman silahlı bulunuyorlarmış?
2 teröristi öldüren ve yaralı halde konsolosluk kapısından içeri sokulmayan trafik polisi Osman Dağlı şunları anlatmış:
“Ateş açıldığını duydum koşarak gittim, ben de ateş etmeye başladım. Teröristlerden ikisini vurdum. Bu sırada teröristlerin açtığı ateş sonucu sol dirseğimden yaralandım. Kurşunum bitince konsolosluk binasına doğru koştum kapılar kapalıydı, açmadılar.”
Meslektaşları, ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu yetkililerinin Dağlı’ya geçmiş olsun dileklerini iletmek için çiçek gönderdiğini, ancak hastabakıcının odaya çıkardığı çiçeği genç polisin kabul etmediğini söylemişler.
Üç şehit polisimize Allah’tan rahmet diliyor, yaralı kahraman polisimiz Osman Dağlı’nın ise gözlerinden öpüyorum..
İkinci olay, Serebrenitza..
Serebrenitza’da ne olmuştu?
1995’de, Hollanda Barış Gücü’nün kontrolü altındaki bölgede, Hollanda Barış Gücü’nün koruması altındaki Müslüman Boşnaklar Sırplar tarafından katliama tâbi tutulmuşlardı.
Tam 8000 Müslüman..
Ve “uygar dünyanın” gözleri önünde işlenen bu toplu cinayetin sorumluları olan Radovan Karadziç ve Ratko Mladiç halen “serbest”tir, yakalanamamışlardır.
Google’ın, evleri bile göz hizasına indirdiği, neredeyse evin içini gösterebileceği bu digital ortamda, Müslüman Boşnakların katilleri Radovan Karadziç ve Ratko Mladiç bir türlü bulunamıyor.
Muş…
Gönlümün yine Kıbrıs sıcaklarındayım çünkü önümüzdeki 20 Temmuz, harekâtın 34’üncü yıldönümü “olacak”.. 1 Ağustos da, TMT’nin kuruluşunun 50’inci, Lefkoşa’nın 1571’de fethinin de 437’inci yıldönümü.
Öbürlerini bir kenara bırakın. Hem askerin ve yerleşiklerin gitmesini isteyip; “tek vatandaşlık-tek egemenlik” diye Rum’a yamanmayı düşünenler, dönüp hem de askerin ve yerleşiklerin gelişinin yıldönümünde meydanlarda nasıl konuşma yapacaklar?
Peki, İstinye baskını ve Serebrenitza’nın Kıbrıs’la ne gibi bir ilgisi mi var?
1963 Kanlı Noel’inden beri Kıbrıs Türkleri de DANCON, FİNCON gibi “Avrupalı” Barış Güçlerinin “koruması” altında olup, Türkiye ve Türk askerinin garantörlüğünün bulunmaması halinde neler olabileceği Şekil B (Serebrenitza)’da ayrıntılı bir şekilde resmedilmiştir.
Şekil A’da gösterilen ve kendi Konsolosluğunu koruyan yaralı Türk polisine kapıyı kapatan Amerika, Kıbrıs’ta Türk’ü Rum’a teslim eden ve alttan alta gayriresmî olarak hâlâ ısıtılmakta olan Annan Plânının organizatörüdür.
Fuat Veziroğlu, Annan Plânı için, “İkinci Sevr Muahedesi” diyor.
Veziroğlu 10 Temmuz günü VOLKAN’da “ESAT”ı yazdı.
a)“TMT Destanı”, b)hayal kırıklıkları ve c)içinde bulunulan durum en güzel ancak bu kadar anlatılabilirdi..
Aşağıya aynen alıyorum.
“Bu yazıya başladım, kaç gündür bitiremedim. Ne zaman daktilô başına geçsem, tuşlar çalışmadı. Esat′ı yazacaktım, yazamadım. Artık Esat da yok. Esat′ı yitirdik.
TMT′cilikten tanırdım Esat′ı. Farklı hücrelerdeydik. Gönül bağımız var, fazla temasımız yoktu. Yıllar önce Sydney′de buluştuk. Evinde yedik içtik, havuzunda yüzdük. Apartman büyüklüğünde, devasa kamelyalar vardı bahçesinde. Aman Tanrım, ne kadar da çok papağan vardı ağaç tepelerinde. O rengârenk papağanlar yem bulmak için mutfağa girerlerdi pencereden.
Eski sevdalarımızı tazelemiştik Sydney′de, havuz başında. Ulusal aşkımızı. Ayhan′la Sencer de oradaydı. Ve hasret gidermiştik.
Sonra, Avustralya′dan döndüğünde, hayatının son yıllarında, canciğer kuzu sarması olduk Esat′la. Sık sık ofisime gelir, görüşürdük.
Esat Hüdaverdi 1938 doğumlu. 5 kardeşin en küçüğü.
TMT savaşçılarından bir mücahit. 1963′de yaralandı, gazi oldu.
1970′de eşi Sevgi ve 3 çocuğu ile Avustralya′ya göçtü. Evde ekmek bekleyen “evlâd-ü ayâl” vardı. Hayat şartları.
2003′de vatana dönüş yaptı. Kötü kader de işte o zaman vurdu. Beyninde tümör tesbit edildi. Şu kadere bak ki, en kötüsünden. Tedavi için Sydney′e dönmek zorunda kaldı, ameliyat oldu. Eşi, çocukları, torunları, doktorları elden geleni yaptı, ancak nafile. Amansız kanser alıp götürdü Esat′ı. Şimdi, Allah′ın yanında, son ve derin uykuda.
30 Haziran′da kaybettik Esat′ı.
Oğlu Cem babası için “o benim kahramanım, mucidim, babam ve arkadaşımdı” diyor. Önce Allah, sonra Esat yaratmış Cem′i.
Bu kadar duygulu bir ifade görmemiş, okumamıştım hayli zamandır.
Esat artık yok.
Ama eşi var, çocukları, torunları, gözyaşı döken akrabaları, dostları var. Etrafında sevgi çemberi.
Lânetle değil, hayırla, minnetle anılmakta.
Ve dava arkadaşları var.
Ve dava var.
Eşi, çocukları, torunları omuzlayacak, eşinin, babasının, dedesinin davasını.
En büyük kanun “ölüm”dür.
Yasaları, anayasaları çiğneyebilirsiniz. Tanrı′nın kanunu asla.
Esat, o kanuna riayet etti. Bize de sevgisi, sıcaklığı, anıları kaldı.
Nur içinde yat Esat.
Allah geçinden versin desek de, elbet bir gün buluşacağız.
Napalım ki kader böyle, Tanrı′nın kanunu böyle.
Gözün arkada kalmasın. Biz ulusal kavgayı götürmeye yeminliyiz. Gözünün arkada kalmadığına hiç kuşkum yok.
Çünkü TMT ruhu var.
TMT′ciler ölür.
TMT ölmez”.
Önce 20 Temmuz, sonra 1 Ağustos..
Önce 1974, sonra 1571 ve 1958 “kutlanacak”.
Allah Rahmet Eylesin “TMT”ci Esat Hüdaverdi..
Allah Rahmet Eylesin “Şehit Polisler” Erdal Öztaş, Mehmet Önder Saçaklıoğlu ve Nedim Çalık..
Kalemine ve ruhuna sağlık Fuat Veziroğlu…12 Temmuz 2008