Erdoğan’ın Gizli Siyasi Birinci Halkası

Erhan Göksel’den şok iddia. “Erdoğan’ın ‘siyasi birinci halkası’ kamuoyunda bilinen kişiler değil.” Erdoğan’dan ödleri kopan bakanlar kimler? ” Büyükanıt’ın görevi fiili olarak bitmiştir…”

Erol Metin/Aktifhaber

Gündem her ne kadar türbanla örtülmüşse de güvenlik güçleri, uzun zamandır takip edilen karanlık güç odağı, adına Ergenekon denilen örgüte karşı başarılı bir operasyon gerçekleştirdi. Artık yargının vereceği kararı ve ortaya yeni çıkacak delilleri beklemek lazım. Ergenekon gibi örgütlenmeleri ve son dönemde ayyuka çıkan çete faaliyetlerini Stratejist Erhan Göksel’le konuştuk. 

Öncelikle Erhan Göksel’i tanımakta fayda var. Erhan Göksel, her siyasi parti ve kurumla ilişkisi olan önemli bir sima. 1983-87 arasında Türkiye’nin yurtdışındaki lobi faaliyetlerini yürüttü. Politik danışmanlık hizmetlerine, 1989’da VERSO Siyasal Araştırmalar Merkezi’ni kurarak Adnan Kahveci ile birlikte başladı. Cumhurbaşkanlığı görevi döneminde Turgut Özal’a; Tansu Çiller, Aydın Güven Gürkan, Hikmet Çetin, Deniz Baykal, Mesut Yılmaz’a siyasi danışmanlık yaptı. Mesut Yılmaz’la 1999 seçimleri öncesi ayrıldı. Ayrıca 1996’da Bulgar Başbakanı Kostov’un, 1999’da Kazakistan Devlet Başkanı Nazarbayev’in başkanlık kampanyalarını yaptı. 1998-2000 arasında ABD’de Başkan Yardımcısı Al Gore’a Ortadoğu danışmanlığı yaptı. Halen Türkiye dışında ABD’de ve Çin’de de ofisleri bulunmakta ve siyasi danışmanlık faaliyetlerini siyasiler dışında uluslararası şirketlere de yapıyor. Şuan VERSO Siyasal Araştırma Şirketi Başkanı olan Erhan Göksel, çarpıcı iddialarda bulundu.  

Erhan Göksel’le yaptığımız çarpıcı röportajın birinci bölümünü:

Başbakan Erdoğan, Çeteler’le mücadelede İktidarları Dönemi’nde yeni bir sürece girildiğini söyledi ve başarılı olduklarını ekledi. Buna katılıyor musunuz?

Bu soruyu sadece Başbakan açısından değerlendirmemek lazım. Türkiye’deki devlet sistemi, uzunca bir süredir çetelere karşı 2001’den hatta özellikle 2002’den beri yani, Kemal Derviş Türkiye’ye geldiğinden itibaren ciddi bir çıkış içinde. Sadece ideolojik olarak Sadettin Tantan Dönemi’nde yapılan Hizbullah Operasyonları‘nı düşünmeyin; yine Tantan Dönemi’nde “Hortumcular”a karşı yapılan bir yığın operasyon vardı. Bugün unuttuk. Enerji operasyonları vs… Beyaz Enerji Operasyonu, Mavi Akım’la ilgili, bunların bir kısmında siyasiler, Yüce Divan’a kadar gitti; ancak sonuç olarak çok alt düzey, işin figüranı olan insanlar dışında yukarılara ulaşılamadı ve her şey bir anlamda yargının içinde kapandı. Ya yargı delil bulamadığı için, ya da bu operasyonlarda gerekli yerlere gidilemediği için… 

O açıdan Sayın Erdoğan’ın söylediği doğru. Sayın Erdoğan’ın söylediği, bu çetelere yönelik operasyonlar daha da artıyor, ancak bunlar bu hükümete özgü bir şey değil.

Kemal Derviş Türkiye’ye geldiği zaman Uluslararası Sermaye, “kapitalizmi kendi rayı içinde işletebilmek” için, “karapara” düzenine bizzat “Derviş, IMF, Dünya Bankası” aracılığıyla set çekmek istediler. Yapılan bütün değişiklikler, özellikle gerek Uzanlar‘a karşı uygulanan, gerekse diğer Banka Hortumcuları‘na karşı çıkarılan TMSF kanunların hepsi, Kemal Derviş’in döneminde yapılan değişikliklerden yola çıkılarak yapıldı. AKP iktidarı da bunu, AB uyum yasalarının düzenlenme süreciyle geliştirdi. Nitekim AKP Hükümeti, Uzanlar’ı, TMSF ile ilgili Banka Hortumcular’ını yargılarken buralardan yola çıktılar. Bu açıdan bunun teorik çıkışının AKP’ye ait olduğunu söylemek kesinlikle doğru değil. Yalnız AKP’nin buradaki başarısı, AKP’ye karşı bazı siyasi örgütlenmeleri, illegal örgütlenmeleri, çok iyi takip ettiler ve ortaya çıkardılar. Bunu da teslim etmek lazım. 

Bu işin ciddi olduğuna eminim

Asıl önemli nokta, bu son operasyonda görüyorum ki, “Ergenekon Operasyonu”nda; tutuklananlar, iddialar, kamuoyuna manşetler üzerinden nasıl yansırsa yansısın, çok içerikli değil. Delillere bakıyorsunuz, yakalanan “büyük” bir Çete. Bir tane beylik silah, bir kaç tane el bombasından bahsediliyor. Operasyonun şekline bakınca, sanki olağanüstü büyük bir örgüt var gibi, ama burada ilginç bir yan da var: Savcılığın takibine bakıyorsunuz; aylardır çok düzenli olarak dinleme, çok ısrarlı bir takiple geliyor. Hukuki prosedüre baktığımda bu işin çok ciddi olduğuna da eminim. Bu açıklamam paradoks gibi anlaşılmasın. 

Hükümet önemli yerleri kuyruğundan yakaladı 

Peki  neden?…

Bana öyle geliyor ki, hükümet ve yargı büyük bir başarıyla “çok önemli” yerlere ulaştı. Ancak Türkiye’de bir “İktidar Savaşı” var. Bu iktidar savaşı; devletin geleneksel katıyla, hükümet arasında… Bu iktidar savaşında hükümet, kendisine karşı olan kesimlerden önemli bir yerleri kuyruğundan yakaladı diye düşünüyorum.

Bu önemli yerler ne olabilir, hangi kesimler?

Devletin içinde örgütlenmiş, devletin içindeki “bazı” kesimler olabilir. ‘Müesses Nizam‘ın parçalarından. Yani topyekün, tüm ‘Müesses Nizam‘ı kastetmiyorum. Her devletin içinde kirli ilişkilere girmiş, gayri meşru ilişkilere girmiş yapılanmalar olur. Bunlar her zaman “Vatan, Millet, Sakarya” adına gözüküp; başka tür işler yaparlar. Nitekim yakalananlara baktığımızda büyük bir kısmının mafyavari örgütler olduğunu görüyorsunuz; ama sadece mafya ile sınırlı kalsa, bu kadar basit bir organizasyonu, yargı aylarca son derece geniş çaplı ve maliyetli bir şekilde bu kadar sıkı takip etmezdi. Olaylara bakınca ortada somut bir gerçek olsa gerek diye düşünüyorum.  

ADD’ye aktarılan fon ve paralar ilerde ortaya çıkacak

“Vatan, Millet, Sakarya” derken Ulusalcıları mı kastediyorsunuz?

Her şeyi içine katıyorum. Ulusalcılar’ın da bu işte kullanıldığını düşünüyorum. Ulusalcılar’ın kullanıldığının en güzel örneği benim için zaten; “Cumhuriyet Yürüyüşleri”dir. İsmini Atatürk’ten alan; Atatürkçü Düşünce Derneği türü; “Kuvay-ı Milliye gibi, Milli Mücadele gibi” kurumların binalarına ve örgütlenmelerine baktığınız zaman  her şey çok görkemli. İhtişamdan geçilmiyor. Buralara aktarılan fonların ve paraların da ileride ortaya çıkacağını ve önemli olduğunu düşünüyorum.  

Bazı belgeler nedeniyle AKP karşıtları geri adım atacak

En son lafımı en önce söyleyeyim: Burada beni en çok ilgilendiren yan, somut olarak bugünkü siyasi iktidar çok önemli birilerini kuyruğundan yakalamış ise; görünen o ki,  bu durumu avantaja çevirip malum çevrelerle pazarlık konusu haline getirebilir. Bu kesimlerin AKP iktidarına karşı yürüttükleri mücadelede geri adım atmalarını sağlayacak bazı argümanlara Hükümet’in ulaştığına eminim. Nitekim yaşanan şu son 2-3 aydır türban dahil, bütün gerginliklerde, ‘Müesses Nizam‘ın içinden, mevcut gerilime ilişkin tek bir açıklamanın bile gelemiyor olmasını ben buna bağlıyorum. Bir şey bilerek de konuşmuyorum. Sadece medyaya yansıyan olayları görerek analiz yapıyorum. Bu kadar büyük addedilen operasyonla ortaya çıkan deliller, bu kadar zayıf,  ama bu kadar zayıf delillerle hiç bir savcının ve hakimin operasyonu yürütmeyeceğini, aylarca süren büyük maliyetli takipler olamayacağını düşününce; bir yerlere ulaşıldığından emin oluyorum.

Gerçek elebaşları ortaya çıkmayacak

Bunun ucu nereye kadar dayanıyor olabilir?

Bunun ucu bana göre ‘Müesses Nizam‘ın içindeki önemli güç odaklarından birilerine dayanıyordur; ama diyeceksiniz ki, esrar perdesi çözülecek mi? Ben çözüleceğini hiç zannetmiyorum.  Siyaset aynı zamanda pazarlık ve uzlaşma yeridir. AKP İktidarı‘na karşı ‘Müesses Nizam‘ın içinden kök alan bazı “Güç Odakları”nı, Hükümet’in “bileğinden büktüğüne” inanıyorum. Bükeceğine inanıyorum; ve asıl suçlular “Büyük Çeteler” ki, “Büyük Çete” olayı olduğuna da hiç kuşkum yok. Türkiye’de büyük çetelerin olduğunu hep var sayarım ama bu büyük örgütlenmelerin “asli-gerçek” elebaşlarının hiçbir şekilde de gün yüzüne çıkmayacağını; figüranların ve piyonların yargıda mahkum olacağını düşünüyorum.

Erdoğan’ın çevresindeki gizli birinci halka

Şamil Tayyar, Ergenekon Örgütü’nün “Bir Numarası”nı Başbakan’ın bildiğini söyledi, Neşe Düzel’e verdiği röportajda.

Bunun tamamen fikir jimnastiği yapılmış ve biraz  masa başında üretilmiş bir haber olduğuna inanıyorum. Bir kere bırakın Sayın Tayyar’ı, Başbakan’ın ortalıktaki bilinen en yakınları bile Başbakan’ın kafasının içindekileri bilmezler, bilemezler. Çünkü Sayın Başbakan’ı yakinen tanıyan birisi olarak konuşuyorum. İnanılmaz ketumdur. Çevresindeki çok yakın üç-beş kişi dışında- ki onlar bilinen siyasiler hiç değildir– kafasındaki siyasi fikirlerinden Kabinesi’nin bile haberi yoktur. Bu yorumlar ve haberler “Necip Türk Basını”nın masa başı üretimidir.

Başbakan Sorunları, “Bilinen Siyasiler”le hiç mi paylaşmıyor?

Paylaşmaz. Kabine’de ve Grubu’ndaki milletvekillerinden Cemil Çiçek gibi “bir-iki kişi” dışında kimseyle paylaşmaz. Onun “Siyasi Birinci Halkası”, kamuoyunun bilinen isimleri değildir. Abdullah Gül bile bu ekipte yoktur. Bülent Arınç, bugüne kadar hiç yer almamıştır. Ali Babacan, Kemal Unakıtan, Binali Yıldırım gibi, Medya tarafından ona çok yakınmış gibi gösterilen bu gibi Bakanlar, Başbakan onlara sormazsa, fikirlerini bile söyleyemezler. Medya tarafından kamuoyuna “Aslanlar” gibi parlatılan Bakanlar, Başbakanlığın kapısını bile “Başbakan” kendilerini çağırmadan çalmaya cesaret bile edemezler.

Geçen dönemde Kabine Toplantıları’nda Başbakan’la polemiğe girme cesaretini ne Bülent Arınç ne de Abdullah Gül gösterememiştir. Sadece Abdüllatif Şener ve Cemil Çiçek gösterebilmiştir. Abdüllatif  Şener artık Kabine’de olmayı bırakın -AKP’de olmakla beraber-  kendi rızasıyla bıraktığı için Milletvekili bile değildir.

Sayın Başbakan’ın son altı yıldır devam eden kamuoyu ve siyasetteki “büyük başarısı” da bana göre bu nedenledir. Karizması’nın altında yatan da budur. Halkın benimsediği de budur.

Birinci halkayı gazeteciler bilmez

Yani  Şamil Tayyar’a, sizce Başbakan’ın çevresinden haber sızmış olamaz mı?

Olamaz. Çünkü Başbakan’ın birinci halkasını gazeteciler bilmez, bilen varsa bile onları şahsen tanımaz. Bu gazeteciler kendi aralarında herkesi tanırmış gibi konuşurlar ve etrafa, özellikle de kendi meslektaşlarına hava basarlar. Bu “bilgi kirliliği ve dezenformasyon” aracılığıyla da kamuoyundan çok, İstanbul’da yerleşik olan başta kendi Patronları olmak üzere, ara sıra Ankara’ya ziyarette bulunarak “Ankara’nın Siyasi Havası”nı soluduklarını sanan Medya Yöneticilerini manüple ederler. Bunda da özellikle 28 Şubat sürecinden bu yana çok başarılı oldular. Ordu içinde bir onbaşı bile tanımayan bazı gazeteciler bütün komutanları tanır gibi hareket edip, onlardan mahreç fısıltılı “yorum” haberler yaratırlardı. Yani, Osmanlı’dan kalma bir atasözüyle söylersek, bu durumu çok güzel anlatırız; “Körler Sağırlar Birbirini Ağırlar”.

Yani kısaca özetlersek, Şamil Bey’in yorumuna “tüm matbuat” adına şöyle bir ince “karşı-anekdot” koyayım. Başbakan’ın bir şeyler bildiğine hiç kuşku yok. Bunu olaylara baktığınızda açıkça söyleyebilirsiniz, ancak burada “nüans  gazeteciliğin bittiği yerdedir; yani Şamil Bey, “Başbakan biliyor”, demek yerine; “Başbakan’ın bir şeyler bildiğine hiç kuşku yok.”  deseydi hiç itiraz etmezdim.

Bu tür “haber-yorumlar maalesef tüm Necip Türk Basını‘nın “Milli Hastalığı”. Haber üretirken; olaylara önce ilginçlik katacaksınız ki, sansasyon yaratsın; sansasyon demek tiraj ve reyting demek; bu arada bir de buna “ana kaynaktan alınmış haber” gibi, ,“…dir, …dır” uslubu eklerseniz, kendi patron ve yöneticilerinizi de manüple edersiniz. Kamuoyunun inanmasının da önemi yoktur. Yukarısı inanırsa mesele sizin için hallolmuştur: Kendi değerinizi “kendinden menkul” olarak bizzat yukarının nezdinde “kendiniz artırırsınız”.

Peki bu Cumhuriyet Mitingleri’ni çeteler mi organize etti? Yani Ergenekon örgütü mü organize etti?

Müesses Nizam‘ artık “Tek  Parça Müesses Nizam” değil. Çok parçalı hale geldi. Özellikle 22 Temmuz seçimlerinden sonra. 22 Temmuz’dan önce benim bir röportajım vardı…

Yeni Şafak’ta..

Yeni Şafak’ta. “Asker sokaktan iktidarı etkilemek istiyor” diye. Hatırlıyor musunuz bilmiyorum? Hala Yeni Şafak‘ın en çok okunanlar listesinde birinci sırada. Gazetenin internet sayfasından bakabilirsiniz.

Evet hatırlıyorum..

O röportajda, o tarihte seçime giderken asker AKP’nin önünü kesmek üzereydi. Nitekim “e-muhtıra”nın verilmesi falan… Bu arada ‘Müesses Nizam’ın kendi içinde farklaşmasını ve parçalanmasını kimse görmediyse de ben gördüğümü sanıyorum. Yani artık bir değil birkaç tane ‘Müesses Nizam’ oluştu. Her devletin içinde gizli operasyon yapan ve derin devlet denen operasyonlar vardır. Beni ilgilendiren yanı bu değil.

27 Nisan Muhtırası Büyükanıt’a rağmen verildi

Bu arada, “Müesses Nizam” tam olarak nedir. Yanılmıyorsam Türkçe’deki isim babası da sizsiniz. Ne anlamda kullanıyorsunuz?

Müesses Nizam‘ benim yirmi yıl önce Türkçe’ye yerleştirdiğim bir kavram. Bundan kastım kesinlikle “derin devlet” değil. ‘Müesses Nizam’ bir ülkenin doğal sahibi ve yöneticisi olduğunu düşünen, onun koruyucusu olduğunu düşünen, asker dahil, sivil dahil, bürokrat dahil, yargı dahil “yüksek elitin tamamını” kastettiğim bir mevhumdur; ama bunun en önemli komponenti, önemli bir ayağı “askerler”dir.

Bugün baktığımda kendi içinde ‘Müesses Nizam’ın birkaç parçaya ayrıldığını görüyorum. Süreç 27 Nisan’da başladı. Bana göre 27 Nisan Muhtırası, Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın bilgisi dahilinde ama ona rağmen Genel Kurmay’ın sitesine konuldu.

Ona rağmen… Büyükanıt engelleyemedi mi?

Engelleyip, engelleyemediğini bilemem; ama Büyükanıt’a bilgi verdiler, bildiriyi siteye  koyuyoruz diye. Bu kadarını söyleyeyim. Bu konuda daha fazla konuşmak istemiyorum.

Yakın zamanda yine “Yeni Şafak”ta ikinci bir tam sayfa söyleşiniz yayınlandı. Türkiye’de bir ilke imza attınız. İlk defa mevcut bir Genel Kurmay Başkanı bu derecede sert eleştiriliyordu. Siz  ‘Müesses Nizam’ın çökmüş’ olduğunu söylüyorsunuz.  

“Müesses Nizam Dağıldı” demişsiniz. Tabii, bu arada medyada konuşan tüm emekli yüksek rütbeli subaylar da eleştirinizden nasibini almış.

Önce ben bu konuşmayı hangi zamanda yaptım bunu kısaca anlatmam lazım. Çünkü, sorularınıza bunları anlatmadan cevap verirsem, yanlış anlaşılabilir ve böyle önemli ve hassas bir konuda doğrular  algılanmadan ne demek istediğim tam olarak ortaya çıkamaz. Kaçınılmaz olarak da istenmeyen spekülasyonlara neden olur. Röportajımda da TSK’lerini yıpratmak isteyen gerek bir kısım İslamcılar gerek bir kısım 2. Cumhuriyetçiler’le aynı safa düşmemek için çok dikkat ettim. Bu kesimlerle bazı  tespitlerde benzerlik bulunabilir, ancak bu kesimlerle benim eleştirel problematiğimin kesinlikle hiç bir ortak yanı yoktur. Benim amacım; her hangi bir kuruma zarar vermek değil, tam tersine söz konusu yıpranmış kurumların kendilerini yeniden restore edebilmeleri için fotoğrafı net çekmektir. Söyleşinin de amacı buydu. Bu ülkede artık birilerinin hem kamuoyunu hem de söz konusu kurumları silkeleyerek “kendilerine” gelmesine yardım etmesi gerekir.

Röportaja nasıl gelindiğini kısaca anlatmam gerek. 2007 ortalarından itibaren yaklaşık son altı-sekiz aydır giderek artan bir şekilde ve özellikle 22 Temmuz Seçimleri’nden AKP’nin ezici bir zaferle çıkışını takiben başlayan ve Dağlıca Baskını‘ndan sonra da artan bir tempoyla devam eden; kimi emekli ve muazzaf Askerler’in; başta  Kürt Sorunu ve PKK konusunda olmak üzere “ilginç”(!) açıklamalar yapmaya başladıklarını hatırlatayım.

Bir yığın emekli subay medyaya çıkıp cahilce laflar etti

Eski Paşalar; “hata yaptık” dediler. Bu sürece; önce Kenan Evren‘in “Kürt lafını yasaklamakla hata yaptık” demesiyle girildi. Cesaret alan bir yığın emekli subay Medya’ya çıkıp cahilce laflar etti, “muhteşem(!) fikirleri” ile ortalığı doldurdular. Kasım 2007’de ise son yılların emekli kuvvet komutanları konuşmaya başladı. Peki, ortaya ne çıktı: Bilgi yetersizliğinden ve eğitimsizlikten bir yığın farklı ses büyük bir gürültü çıktı. Kavramlar, olaylar ve ileri sürülen tezler birbirine karıştı.

En son olarak da 11 Aralık 2007’de  2. Başkan Ergun Saygun ve Genelkurmay Başkanı Büyükanıt aynı anda, aynı günde “Medya’ya konuştular”. Sizin sert dediğiniz benimse “eleştirel”  dediğim röportajım, Yaşar Büyükanıt Paşa’nın 11 ve 12 Aralık’ta tüm medyayı kaplayan “insanlığın ortak değerlerden biri insan hakları, ikincisi demokrasi, üçüncüsü özgürlük, dördüncüsü barış… Biz bu değerleri terörle mücadelede elimizden kaptırdık” açıklamasını takibeden  saatler içinde yapıldı . 17 Aralık 2007’de Yeni Şafak’ta tam sayfa yayınlandı.

Neden çok sert tepki verdiniz ?

Bu sözleri Paşa, “Türkiye’nin kritik günler geçirdiği ve başta uluslararası diplomasi olmak üzere ülkemizin hemen her alanda kuşatıldığı”, adeta “ateşle imtihan” edildiği hem Dağlıca Baskını ertesinde hem de Başbakan’ın ve Askerlerin ABD ziyereti ertesine denk düşen çok “kritik bir dönem”de üstelik de basının önünde söyledi. Kendince  süreci halkla paylaşmak gerektiğini düşündü herhalde. Dünyanın her yerinde “Askerler konuşur”, en çok İngiltere’de, ikinci olarak da Amerika’da konuşurlar; ama kamuoyu önünde, hele hele medya üzerinden hiç konuşmazlar. Aylarca bir yığın general konuştu, peki hangisi devlet katına karşı sorumluluğunu yerine getirip “hata yaptık” dedikleri husuları bir rapor haline getirip kayda aldı?

Bazı devlet yöneticileri durup dururken, neden konuşma ihtiyacı duyarlar?

Müesses Nizam’ın yöneticileri, kimi en üst düzeyde devlet görevlileri ki, bunlar proje üretemeyen, yeteneksiz kimi devlet kadroları gelecekte kendilerinden hesap sorulmaması için medya üzerinden bir vicdan rahatlatmasına gittiler. Çünkü “Tarih Hesap Sorar”.

Büyükanıt’ın konuşmasının toplum üzerinde nasıl bir etkisi oldu? Bu sözler Türkiye’nin başını ağrıtır demişsiniz. Ağrıttı mı?

Yeni Şafak’ta anlatmıştım: Paşa’nın kullandığı; “Terör siyasallaştı ve legalleşti, psikolojik harekatı onlara kaptırdık” gibi sözler, “artık yapılacak bir şey kalmadı” anlamında cümleler sarfetmek, havlu atmak anlamına gelir. Bu “kaptırma” sözcüğü, sadece TSK bünyesinde değil, tüm dünya Ordularında “savaşta bayrağı kaptırma” anlamını çağrıştırır ki, “bunu düşündürmek bir orduyu tamamen berhava etmek“le eş anlamlıdır.

Büyükanıt’ın görevi fiili olarak bitmiştir

Yaşar Paşa’nın konuşmasında doğru bulduğunuz yanlar neydi?

Demiştim ki; “İtiraf kısmı hariç, doğru olan hiç bir tarafı yoktu”. Doğru taraf itiraf kısmında 4 madde halinde sıraladığı “çağdaşlık değerleri“ydi. Ama Büyükanıt onu da “insan hakları terörist hakları haline dönüştü” diye öyle yanlış bir söylemde kullandı ki “23 yıllık terörle mücadelede insan haklarına riayet etmedik” anlamına yol açacak ve uluslar arası diplomaside bizim aleyhimize karine gibi kullanılabilecek bir veri haline dönüştürdü. Bu sözler ileride Türkiye aleyhine “en yetkili kişi” tarafından adeta bir “mahkeme önünde ikrar” edilmiş gibi kullanılabilir sözler haline geldiler.

“Büyükanıt’ın görevi fiili olarak bitmiştir, hukuki olarak sürebilir… “ demişsiniz. Hala aynı görüşte misiniz?

Görüşümü değiştirecek her hangi bir olumlu gelişmeyi, 11 Aralık’tan bugüne siz görebildiniz mi ki ben göreyim?

“Müesses Nizam”ın kirlendiği için dağıldığını ileri sürüyorsunuz yine o tarihte, aynı söyleşide… Ne anlama geliyor bu sözleriniz?

Müesses Nizam’ın dağıldığı anlamına geliyor. O tarihte şunları demiştim: “22 Temmuz seçimleri gösterdi ki Türkiye’de 85 yıldır kurulmaya çalışılan Müesses Nizam ve Türk burjuvazisi hak-ı yeksan olmuştur. Müesses Nizam fonksiyonunu yitirmiş, işlevsiz kalmıştır. Böyle olduğu için Genelkurmay Başkanı çok önemli bir askeri toplantı varken Atina’da kokteyl’de bulunmaktadır. Ordunun en büyük müteahhidiyle locada holigan gibi Fenerbahçe taraftarlığı yapmaktadır.” Şimdi de bu fikirlerimi koruyorum.

Daha da ötesine geçeyim:

Bir ülke düşünün ki: Bankalarının yarısından fazlası yabancılara satılmış; Sigorta Şirketlerinin % 80’i yabancıların olmuş; ülkede kullanılan kredilerin % 76’sı yabancı kurumlardan alınmış; tüm stratejik kurumlar, limanlar yabancıların eline geçmiş; hatta o ülkenin yöresel gıdalarını bile Türk bakkallar değil, elin Fransız-Alman-İngiliz süpermarketleri satıyorsa, yani bizim olanı bile bize yabancılar satıyorsa bu ülke bizim midir? Böyle bir ülkenin iç ve dış borcu ülkenin bir yıllık üretimi olan GSYH’sını aşmış ise; böyle bir ülkede ekonomi bağımsız olabilir mi? Bağımsız ekonomisi olmayan bir ülkenin siyasi bağımsızlığı olabilir mi? Sizce, siyasi bağımsızlığı olmayan bir ülkeyi o ülkenin halkı mı, yoksa ekonomisini elinde tutan yabancılar mı yönetir?

Devam edelim: Bir ülke düşünün; Küreselleşme adına o ülkenin tüm sınırlarını kaldırmışsanız, o ülkenin sınır güvenliği için Ordusu’ndan bir talebi olabilir mi? Ordusu’ndan talebi kalmayan bir ülkenin ordusu da fonksiyonunu sürdürebilir mi? Böyle bir ülkede  işlevi kalmayan  bir Ordunun Komutanları da işlevsiz kalır. İşlevsiz ve halkının ondan bir talebi kalmayan Ordunun Komutanlarına da  futbol tribünlerinde maç seyretmek, medyayla sohbet etmek, kokteyllere gitmek, düğünlerde dans etmekten başka ne kalır.

Bu arada seçim öncesi Siyasi İktidar’ın da ciddi hataları oldu, devletin yaptığı herşeyi kendi altlarını oymak olarak gördüler. Asker de birçok şeyi politikleştirdiği için asli işlerinin dışında kaldı ve çuvalladı. 2006’nın başında MİT bir rapor yayınlandığı halde ve hatta bu raporda; “bahara büyük eylemler olacak” dediği halde; gerek Hükümet gerekse Asker, yani bir bütün olarak Devlet önünü göremedi. Herkes bu raporun üstüne yattı. Ne Kerkük’ü ne Barzani’yi ne Kuzey Irak Kürt Devletini ve de yeniden çizilmeye başlanan Ortadoğu haritalarını bile anlayamadılar.

En önemli kırılma şurada oldu: Askerler bu “T.C. Devleti’nin Çimentosu”nu sağlamlaştıralım diye uğraşırken kendi ekonomik kaynaklarını da bir yandan yarattılar. Küreselleşme o kadar egemen oldu ki sınırların anlamı kalmadı. Ay-yıldızlı bayrak giyip Erdemir’i kimseye vermeyiz diyen Coşkun Ulusoy koskoca bankayı “sıfırladığında” kendisini kurtarmak için Oyakbank’ı bir gavura sattı. Bu durumda TSK’nın bir fonksiyonu olur mu? Böyle olunca televizyonlara çıkıp herkes konuşur, eski subaylar vicdan rahatlatmaya çabalar, aktif subaylar da maça gider, düğünlerde göbek atarlar.

Copyright © 2008 aktifhaber.com

Erhan Göksel'den şok iddia. "Erdoğan'ın 'siyasi birinci halkası' kamuoyunda bilinen kişiler değil." Erdoğan'dan ödleri kopan bakanlar kimler? " Büyükanıt'ın görevi fiili olarak bitmiştir..." - erdogan

Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir