En basit bir ihtilafta bile uzlaşma kavgalı tarafların uzlaşmayı ciddi şekilde istemesine ve buna muhtaç olmasına yani uzlaşmanın kendisine yarar sağlayacağına inanmasına bağlıdır. Bu da tarafların birbirlerine saygılı olmalarını, birbirlerine güvenmelerini ve birbirlerinin eşitliğini kabul etmelerini gerektirir.
Kıbrısta Rum tarafının uzlaşmaya ihtiyacı yoktur. Akritas planı ile öngördüğü hedef 1960 Andlaşmalarının işine gelmeyen taraflarını etkisiz hale getirmek ve Kıbrıs’a sahip çıkmaktı. Enosis bunun doğal bir sonucu olarak kendiliğinden gerçekleşebilecekti. Makarios’un vasiyetini unutmayalım. “Yaptıklarımla Kıbrıs’ı Enosis’e en yakın noktaya getirdim; bundan ancak Enosis için gerileyebilirsiniz” demişti. Yaptıklarını da Klerides şu sözlerle özetlemişti: “İçimizde bir Türk Cumhurbaşkan muavini ve üç Türk Bakan yok, buna rağmen dünya bizi meşru hükümet olarak tanımış; Türklere niye taviz verecekmişiz? Ya istediklerimize razı olacaklar ya da adadan çekip gidecekler”!
Genel Sekreterin raporları iki tarafın birbirine güvendiğini vurgulamaktadır. Biz Rum’a bizi azınlık yapmak, Kıbrıs’a hakim olmak siyaseti nedeniyle güvenmiyoruz. Rum da kendisine boyun eğmediğimiz, eşitlikten ve Türkiye’nin Garantörlüğünden vazgeçmediğimiz için güvenmiyor.
Biz Garantileri içeren iki ayrı coğrafyaya dayalı, iki halkın oluşturduğu kalıcı bir ortaklık diyoruz; Rum tarafı ise üniter bir devleti (1963 darbesi ile) yaratmış olduğu inancında, bizden bunu kabul etmemizi bekliyor.
Biz iki eşit halk vardır diyerek self determinasyon hakkımıza sarılıyoruz , onlar tek bir halk vardır ve bu halk %82 Rum’dan %18 de Türkten oluşmaktadır diyerek eşit ortaklık temelini ortadan kaldırmaktadırlar.
Biz eşit egemenlik diyoruz; onlar egemenlik tektir diyerek üniter bir Rum devletinde bize azınlık statüsü öngörmektedirler.
Biz Garanti Anlaşması devam edecektir, müdahale hakkı baki kalmalıdır diyoruz; onlar bunu temelden reddediyorlar.
Biz 1963-74 olaylarında başımıza gelenlerin tazminatı diyoruz; onlar 1974’e kadar Kıbrıs’ta hayat normaldi , 1974’de Türkiye gelmeseydi hayat normal olmaya devam edecekti, geldi ve Kıbrıs’ı ikiye böldü diyerek mazlum rolünde dünyayı kandırmakla meşguller. Papadopullos 1974’e kadar tek bir Türk öldürülmedi diyecek kadar ileri gidebiliyor.
Kısacası Rum Kıbrıs’ı istiyor. Sahte bir ünvan arkasına saklanmış 42 yıllık yalanını sürdürüyor. Büyük devletler de buna destek veriyor. Yasa dışı Rum idaresini meşru Kıbrıs hükümeti olarak bağrına basıyor; yirmi yıl devletinden dışlanmış, her türlü saldırıya uğramış, soykırımından ancak Türkiyenin müdahalesi ile zor kurtulmuş, devletsiz kalmamak için devletini kurmuş olan Kıbrıs Türklerine “siz yasal değilsiniz” diyebiliyorlar.
Uzlaşma için taraflar arasında eşitlik gerekir, eşitler arasındaki dengenin korunması gerekir. Kıbrıs’ta Uluslararası Anlaşmaların oluşturduğu dengeleri hiçe sayan ABD, Garantör İngiltere, Sovyetler (şimdiki Rusya) ve diğerleri Rum-Yunan ikilisinin Kıbrıs’ı alıp kaçmaları için her desteği vermişlerdir. Rum’un becerisi ise 1960 Anlaşmalarının kurmuş olduğu tüm dengeleri ayaklar altına almak oldu. Anlaşmaların yasağına rağmen Türkiye henüz AB üyesi olmadan Rumların “Kıbrıs” sahte adı altında AB üyeliğine alınması en büyük yüz karası; uzlaşmayı önleyen en büyük engel olmuştur, fakat aldıran yok !
O kadar aldıran yok ki, BM Barış Gücünün Kıbrıs’ta konumu ve faaliyetlerini sürdürmesi “Kıbrıs Hükümetinin iznine, evet’ine” bağlı. Toplu mezar yapımcıları Kıbıs’ta barış olsun diye BM askerlerinin maaşlarına katkıda bulunmakta. Türklere yapılan zulmün , saldırının çoğu da BM Barış Gücünün gözleri önünde ceryan etti.
Biz halâ bu dengesizlik devam ederken kendini “meşru hükümet, AB üyesi Kıbrıs” olarak gören ve bizi azınlık olarak takdim eden bu insanlarla “dengeli, eşitliğe dayalı, iki kesimli, iki halkın oluşturacağı kalıcı bir ortaklık kurabileceğimizi varsayarak çıkmaz yola devam ediyoruz. Ve bunu yapmakla da dünyaya yanlış mesaj veriyoruz, bu dengesizliğe rağmen uzlaşma olabilir imajını yaratıyoruz. Rum tarafı da bizim bu iyi niyetli davranışımızdan yararlanarak görüşmelere –geçmişte- taktik olarak katılıp, bizi uzlaşmaz göstermek oyununu oynadı. Çift referandumlardan sonra Rum-Yunan ikilisine ayni oyunu oynamak fırsatı verilmemeliydi.
O halde “uzlaşmazlığın” bizden kaynaklandığını, Rum uzlaşma isterken bizim bozgunluk yaptığımızı yıllarca savunarak Rum’un propağandasına destek olanlar ve hala “şu veya bu yapılsaydı mesele halledilecekti” diyenler öngördükleri uzlaşmanın parametrelerini de halka duyurmak zorundadırlar. Rum tarafı Akritas Planı’nın öngördüğü hedeften ayrılmış değildir. ABD ile diğerlerinin sayesinde “meşru hükümet” sahte ünvanı altında AB üyeliğine kadar gelmiş ve böylelikle Akritas Planında öngörülen “1960 Andlaşmalarının bertaraf edilerek “tam bağımsızlık” adı altında hedefe varmayı planlamaktadır. AB “Kıbrıs’ı” 1960 Andlaşmalarından arınmış tam bağımsız bir ülke olarak algılamamış olsaydı tarihin en komik ve en trajik sayfalarına yazılacak olan hatayı yapmaz; eli kanlı, soykırımı heveslilerini, toplu mezarlar yapımcılarını “meşru Kıbrıs” olarak “en iyi aday” addedip üye yapmazdı.
Pekala! AB bu hatayı yaptı, ABD kendi çıkarı için 42 yıldır bir ortaklık devletini kan akıtarak yıkan Rum idaresini benimsedi, Garantör İngiltere kendi çıkarı için attığı Garantörlük imzasını unuttu diye biz, yıllarca hak ve hürriyetini korumak için her zahmete katlanmış, her fedakarlığı yapmış olan Kıbrıs Türkleri olarak buna boyun mu eğeceğiz ? Bu dünyada “hak ve adalet” diyen insan mı kalmadı? Bize güvenerek, güvendiğimiz Anavatanımızın fedakarlıkları da boşuna mıydı? Ortada milli bir dava yok muydu? Kıbrıs’a sahip çıkarak bizi kulu kölesi yapmak peşinde koşmakta olan Rum idaresinin koşullarını kabul edebilir miyiz ? İşte “uzlaşma, derhal barış” diyenlerin yanıtlamaları gereken sorular bunlardır.
O halde ne yapmalıyız sorusunu sormak herkesin hakkıdır. Bunun da cevabı gayet basittir: Devlet kurmuş olan şerefli insanların devletleri tehdit edildiğinde yaptıklarını yapmak zorundayız. Bunun adına da bilinçli şekilde direnişe devam derler; boyun eğmemek, yılmamak, davasının haklılığına inanarak direnmek ve yine direnmek derler! Tarih bunu böyle yazmıştır, böyle yazmaya devam edecektir.
Bugün KKTC’ni ortadan kaldıracak bir kuvvet mevcut değildir meğer ki Anavatanımız Türkiye pes desin ve bizi terkederek “denizlere açık bir ülke” olmaktan vazgeçsin; Ege’de Yunan’a boyun eğsin; Ermeni katliamı yalanını kabullensin ve AB’ne girecek ümidi ile başkalarının emrindeymiş gibi davranmayı benimsesin, Atatürk’ün Türkiyesi olmaktan çıksın, başkalarının idare edebileceği bir Türkiye durumuna gelsin. Anavatan bunu yapmaz. O halde sağlam duralım ki Rum’a hak verenler Türk’e ve insanlığa yaptıkları hatayı görüp anlasınlar.
Rum-Yunan ikilisinin bugünkü çizgisinde “uzlaşmayı hayal edenler” hayal aleminde yaşamağa mahkumdurlar.
Bir yanıt yazın