BEDRI BAYKAM’IN 24 HAZIRAN 2008 TARIHLI CUMHURIYET MAKALESI EKTEDIR.
Milli Takımımızın Azmine Hayranım! Bedri Baykam
Bu salının bir başka güzelliği var. Sevgili İlhan Selçuk ağabeyimizin yeniden o çarpıcı makalelerine başladığı günü yaşıyoruz. Ameliyatından hemen önce kendisine yaptığım o kısa ziyarette en derin gülümsemesiyle doğanın kuralları ile şakalaşıyordu. Ne mutlu ki şimdi bu sayfalarda hepimize büyük güç vermeye devam edecek.
İlhan Abi, futbolu en çok sevenlerimizdendir. Umarım Milli Takım ona yarın finali hediye edecek. Bunu başaracağımıza inananlardanım. Fatih Terim’in oyuncularıyla oluşturduğu havaya inanıyorum. Ekibimizin dayanışmasına, sahada oynadığı arzulu içten futbola da inanıyorum.
Futbolu oynayanlar bilir. Kaleciler bazen çıkıp gol kurtarırlar, bazen ise “balığa çıkmış” gibi yakalanıverirler. İşte 119. Dakikada Rüştü öyle yakalandı. Aut çizgisine paralel olarak, kalesini kapatmak için nasıl canla başla geri koştuğunu, mimiklerinde onun tüm kariyerini görerek yaşadım. Büyük Rüştü bir metre fazla koşunca top bir salise önce kapadığı delikten ağlarımıza gitti.
Ondan sonraki iki dakikada bir evreni dolduracak kadar olay yaşandı. Dünya gazeteleri başlıklarını belirlediler: “Türkiye bu sefer son dakikada kendi oyununa geldi”, “Türkiye, buraya kadar”. O anda, Rüştü’nün Fatih Terim’in ipini çekmek isteyen kanlı kalemşörlerimiz de ellerini oğuşturuyorlardı. Ben ise yalnız hayata küstüm. Paris’teyim. Arkadaşları bırakıp sessizce odama gittim. Bu bir “ani ölüm” haberiydi ve hepimizi arkadan vurmuştu. Sonra salondan gol çığlıkları geldi! Ama o iki dakika, iki karanlık yıl kadar uzun sürmüştü.
Düdük hakemin ağzında, maçı bitirmek üzere. Rüştü hızlı davranıp ofsayt atışını ceza sahasında Semih’in olduğu yere adrese teslim indiriyor. O noktada top üç-dört kişi arasında yarı kayıp, kovada balık gibi zıplarken, “nöbetçi golcü” kendisini dünya literatürüne sokan sol voleyi doksana çakıyor. Fenerbahçeli Şenol’un 1960’larda Beşiktaş kalesine bıraktığı “santrası yapılmayan gol”ün kulağı çınlasın! Bu mucizeden farklı bir şey: Bu ölüyü diriltmek. Kaza anından önceye filmi geri sarmak. Kabustan uyanmak!!
Kendimi Etoile Meydanı’na ve Champs-Elysées’ye attım. Senegal’i yenip dünya kupasında yarı finale çıktığımızda da oradaydım, Çek Cumhuriyeti zaferinden sonra da. On binlerce Türkle beraber, dünyanın en meşhur bulvarını kırmızı-beyaz bayraklarla ablukaya almak ve kutlamayı sabaha kadar sürdürmek harikaydı. Bayrağını kapan Cezayirlisi de, Afrikalısı da, bizlere katıldı. Bu “mazlum milletler”in aldıkları rövanştı!
Beni üzen iki grup var. Birincisi başarılarımıza “şans” diyenler! Bunlardan bazıları densizliği tam abartıp “inanmıyorsan bahse girelim, Almanlar bizi fena yenecek” diyor. Ne kadar acı! Bir Türk, iddiasını kazanabilmek için Alman gol atınca sevinecek: “Bak gördün mü, ben demiştim!” Aferin futbolda bilmem kaç kere şampiyon olmuş bir dünya takımının bizi yeneceğine bahse girmişsin, bravo, büyük öngörü! Ben inadına: “Bize bu gururu yaşatanlar, Almanları da dize getirecekler” deyip, bahis hakkımı böyle kullanmayı tercih ediyorum. Onlara yollayacağımız her güzel işaret, her enerji dilimine ihtiyaçları var. Portekiz ve Hollanda için “şampiyon olacak” diyenler ne yapıyor şimdi? Türkler, Çarşamba sahada olacak. Cristiano Ronaldo ise şu anda evde play station oynuyormuş! Golleri son dakikada atmamız olsa olsa, maça konsantrasyonumuzu, kararlılığımızı ve kondisyonumuzu gösteriyor. Tam tersine, alkışlayın. Semih’in vuruşu mu? Rüştü’nün ortasından tutun, Emre’nin kafasıyla sekişten, doksana takılışa kadar, zeka, maharet, azim ve kondisyon eseri, buna “şans” diyenler, sporun doğasını anlamamışlar.
Kızdığım ikinci grup, “Bu başarı, 2002’deki dünya 3.lüğünden daha büyük” diyenler. Çok şaşırdım bunu söyleyenler arasında Nihat Kahveci’nin de adı geçiyor. Umarım basının hatasıdır. Bir kere Dünya Kupası’nda, başta sürekli favoriler Brezilya ve Arjantin olmak üzere, Şili, Kolombiya, Nijerya, Kamerun, Senegal gibi, her çiviyi sökebilecek futbolculara sahip takımlar var. Dünya Kupası, tabii ki Avrupa Uluslar Kupasından çok daha önemlidir, aksini iddia eden ilkokula dönebilir. Şimdi bunu söyleyenlerin tezi, tam bir şark kompleksiyle besleniyor: “Efendim biz o turnuada hiç Avrupa takımıyla oynamadık, Brezilya, Kosta Rika, Çin, Japonya ve Senegal’le oynayıp çıktık. O yüzden çok önemli değil!” Vay vay fışkıran zekaya bak! Şimdi Avrupa takımları zamanından önce yenildilerse ve karşımıza çıkamadılarsa, bu o takımın suçu mu oluyor? Ayrıca bırakın bu 1970’ten kalma fikirleri. Dünyada futbolu yalnız Almanya, İtalya ve İngiltere’ye ait bir spor sanmak, sömürgeci fikirlerin esiri olmaktan başka bir şey değildir. O yüzden kimse 2002 takımının hakkını yemesin, nankörlük etmesin!
Türkiye’ye döndüğüm gün önce soğuk bir şeyler içelim dedim. Benzincide durduk. Önümde her tarafı boyalı bir tulum giyen bir işçimiz vardı. Bir buçuk litre kola, bir litre su, on plastik bardak ve bir renkli spor gazetesi aldı. Belli ki on işçi arkadaş yarım saat dinlenip, o gazeteyi okuyup, birbirlerinden Hırvatistan maç yorumunu dinleyip, dertlerini unutup yola devam edeceklerdi. İşte “Fatih’in Aslanları” her şeyden önce bunu başardılar! Gerisi hikaye!
Haydi çocuklar, dökün bizi sokağa yine! İnadınızı, tutkunuzu, heyecanınızı ve sizi seviyoruz.