JEOSTRATEJİDE DEĞİŞEN DENGELER VE
ISINAN HİNT OKYANUSU
Sosyal ve politik olaylar, genel görüntüleri itibariyle tek bir olgu gibi görünmekle beraber, bu tarz olgular, gerçekte pek çok tembihin tek görüntüde yansıyan tezahürleri olmuşlardır…
Soğuk savaşın etkinliğinin sürdüğü iki kutuplu dünya dengesinde, jeostratejik denklemde, Batı Dünyası karşısındaki Komünist dünyanın coğrafyadaki etki alanlarının denetimi, bir takım askeri paktlar ile dengelendiği bilinenler içindedir. Bu paktlardan birinin de NATO olduğu herkesin malumudur.
Türkiye’nin NATO içindeki konumu ve yükümlülükleri dikkate alındığında, gene hatırlanacağı üzere Kıbrıs Barış Harekatı, başlangıçta ABD tarafından desteklendiği halde, daha sonra, harekatın başarılı sonuçlanmasını takiben Türkiye’ye ambargo uygulanmasının çelişkisini ve mantığını bu süreçte izah etmek oldukça zor olmuştur!…
O günün koşulları içinde jeostratejik denge dikkate alındığında, soğuk savaşın etkinliğinin sürdüğü de hatırlanacaktır. Türkiye’ye uygulanan ambargo süresince de bir taraftan Şah rejimi silahlandırılırken, diğer yönden de O tarihlerde İran üzerinden Türkiye’ye bölücü akımlar desteklenmiş diğer yönden de, Yunanistan ve İsrail’in de aynı şekilde silah gücünün arttırılması ADB tarafından sağlanmıştır…
Özetle, seksenli yılların başında, İran Şahının devrilmesi, ve daha sonra da Sovyetler’in Afganistan’ı işgali ile Hint Okyanusuna çıkması bölgedeki jeostratejik konumu tekrar ABD aleyhine değiştirdiğinden, bu sürecin sonunda Türkiye’ye uygulanan ambargonun kaldırılması gerekmiştir…. Kısaca, kuzeyden güneye uzanan Sovyet tehdidi o günün koşulları içinde, körfez ve petrol bölgeleri yönünden AB-D çıkarları için önemli bir tehdit olarak görülmüş ve Türkiye gene NATO içinde eski konumunda tutulmaya çalışılmıştır!!!
Sovyet gücünün Afganistan üzerinden Hint okyanusuna uzandığı yıllar tekrar hatırlandığında, Hint Okyanusu, bir tarafta ABD, diğer tarafta İngiliz ve bir diğer yönü ile de Sovyet donanmalarrının sürekli bayrak gösterdiği bir alan olmuş ve nerede ise, bu bölgede askeri üs haline gelmemiş bir tek kaya parçası bile kalmamıştır. ABD bir taraftan Vietnam’da savaşırken diğer yönden de, Basra Körfezinden çıkan ve Hint Okyanusu üzerinden gerek batı ve gerekse doğu dünyasına akan petrolün de deniz trafiğinin kontrolunu İngiltere ile birlikte sağlamaya çalışmıştır…
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, ABD gücünün sınırlarını deneyerek tek kutuplu dünya politikasına ağırlık verirken değişen koşullar içinde de jeostratejinin değişkenleri kapsamında yeni yaklaşımlar uygulayarak enerji kontrolu üzerinden küresel denetimin modellerini gerçekleştirmeye başlamıştır… Bu süreç içinde, NATO oluşumu doğuya kaydırılmaya çalışılırken, diğer yönden de TEK KUTUPLU dünya politikası içinde ULUS DEVLET yapılarına yönelik ayrımcı politikalar da tekrar güncelleştirilmeye başlanmıştır.
Bu bağlamda, Anadolu topraklarından Ortadoğu ve Orta Asya’ya uzanan güzergahta, Türkiye’nin bölgesel bir güç olarak Ulus Devlet yapısının da politik hedefi içinde kontrolda tutulması, tecrit politikalarıyla ayrıca amaçlanmıştır…Konu ile ilgili olarak, Kıbrıs Barış Harekatı sonunda ABD’in uygulamaya koyduğu ve daha sonra da İran’ın elden çıkmasını takiben Sovyet gücünün Afganistan üzerinden Basra Körfezi ve Hint Okyanusuna ulaşması sonucu ortaya çıkan tehdit, bölgenin politik durumunu değiştirmiştir. Özetle, şekillenen yeni durum karşısında da ABD’in uyguladığı ambargoyu kaldırması, gene jeostratejinin zorlaması sonucu olmuştur…
Konu güncel hali ile tekrar ele alındığında, Sovyetler dağıldıktan sonra bu güç Hint Okyanusundan çekilmiş ve bölgedeki güç unsurları şimdiki hali ile ABD ve İngiliz Donanmalarının kontroluna bırakılmış gibi bir görüntüyü yansıtır hale gelmiştir…
Hint Okyanusu ve çevresi siyasi coğrafya yönünden ele alındığında, bu okyanusa sahildar olan ülkelerin limanlarının gerek ABD , gerek İngiliz ve gerekse bölgede bayrak gösterecek diğer ülkelerin donanmaları için üs imkanlarını da ayrıca taşımaktadır.
Örnek olarak ifade edildiğinde, soğuk savaş döneminde, Sovyetlerin, Aden, Sokotro adası, Somali, Andaman Adaları, Seylan, Nicobar Adalarından liman kolaylıklarından istifade ettiğini, ABD’nin de daha ziyade Pakistan limanlarından yararlandığını, İngiltere’nin de aynı şekilde Hint Okyanusu ve Umman Denizi girişindeki bazı adalarda liman kolaylığı ile uygun bölgelerde de deniz ve hava üsleri oluşturduğu bilinmektedir.
Bu genel görüntü soğuk savaşın sürdüğü dönemlerde olup, Sovyetlerin sahneden çekilmesi ile, bölde daha ziyade, ABD ve İngiltere’nin kontrolunda kalmış gibidir… ABD ‘in güce dayalı genel politikalarının artan şekilde küresel düzeyde yarattığı rahatsızlık ise, bu süreçte yeni oluşumları tetiklemiştir. Bilindiği üzere, Latin Dünyasının giderek ABD karşıtlığını oluşturması yanında Asya bölgesinde de Şanghay İşbirliği Çin ve RF ekseninde Orta Asya Türk Devletlerinin de katılımıyla şekillenmiştir. Soğuk Savaş döneminde Pakistan ve Hindistan ilişkileri hatırlandığında, Hint, Çin hudut İhtilafları yanın diğer yönden Çin Sovyet ihtilafı da o tarihlerde çapraz yakınlaşmalara neden olmuştur. Pakistan Çin’e yaklaşırken, Hindistan da Sovyetler’e yakın bir politika izalemiştir!!! Ancak bu süreç, küresel saldırıların ulus devlet yapılarını tehdit eder duruma gelmesi ile, jeostratejik kaymalar sonucunda, bu ülkelerin bir kısmını Şanfhay İşbirliği Örgütüne dahil etmiştir.
Bu sürecin devamı dikkate alındığında, Pakistan’ın da yakında Şanghay ekseninde yer alması kaçınılmaz gibidir… Hatırlanacağı üzere, ABD bölgede, Pakistan limanlarından yararlanmaktadır… İleride bu sürecin sonunda Pakistan’ın da ŞİÖ dahil olması durumunda gelişmelerin ne şekil alacağına dikkat etmek gerekmektedir. Kısaca, bölgedeki denklemin yapısını gene bölgedeki jeostratejik kaymaların belirleyeceği ifade edilebilir…
Çin halen açık deniz politikasından uzak gibi durmaktadır. Gene hatırlanacağı üzere, Ukrayna’dan Sovyetlerin dağılmasından sonra aldığı Varyak Uçak gemisini Çin,turizm amaçlı olarak kullanacağını ifade etmiştir… Ancak, gene duyumlara göre, bu geminin bir savaş gemisi olarak hizmete alınacağına dair söylemler de güncelliğini korumaktadır…Bu süreç benzerleri ile devam ettiği takdirde ise Çin’in orta vadede açık deniz politikasına yönelme ihtimali bir şekilde söz konusu olabilecektir… Bu bağlamda, Sovyetlerden boşalan Hint Okyanusundaki bölgelerde Çin’in de ayrıca bayrak göstermesi şaşırtıcı olmayacaktır. Bu durumda da Şanghay İşbirliği üyesi olması durumundaki Pakistan’ın Limanlarından Çin’in de yararlanması söz konusu olacaktır….
Basra Körfezinden itibaren Hint Okyanusuna uzanan güzergah petrol taşımacılığı yönünden son derece hayatidir. Çin halen petrol ihtiyacının %45 Ortadoğudan sağlamaktadır. Gelişen ekonomisi ve artan ihtiyaçları da dikkate alındığında, bu ülkenin de bögede bayrak göstermesi beklenmelidir… Hint Okyanusunun jeostratejik hedefler yönünden ısınmasının nedenleri diğer ülkelerin olduğu gibi Çin’in de bölgedeki çıkarlarının ve politik hedeflerinin doğru analiz edilmesinden geçeceğini kabul etmek gerekmektedir.. Konu özetlendiğinde;
* Çin, bir taraftan Arap ülkeleri ve İran ile diğer yönden Latin ülkeleri ile işkilerini geliştiriken diğer yönden de Afrika ülkeleri ile ticari bağlarını kuvvetlendirmektedir.
* Çin’in “SINOPEC” petro kimya sirketi İran ile, YADAVARAN petrol sahasındaki geliştirme çalışmaları için anlaşma sağlamıştır.
* Çin ile Suudi Arabistan arasında 1999 yılında petrol güvenliği konusunda stratejik bir iş birliği anlaşmasına gidilmiştir…
* Afrika ülkeleri arasında 2006 yılında 48 ülkenin iştirak ettiği işbirliği formuna “FOCAC” Çin de katılmak sureti ile Afrika’daki varlığını göstermiştir…
* Çin’in Afrika ülkelerine yardım yapması yanında 2007 yılında 65 milyar dolar olan ticaret haçmının 2010 yılı itibariyle 100 milyar dolar hedefinde olduğu çeşitli analizlerde ve yayınlarda izlenmektedir…
* Çin’in Kenya ile, 2006 yılında yapmış olduğu petrol arama anlaşması sonucunda ise, bu ülkenin kuzey bölgesindeki sondajlarda petrol emarelerine raslanıldığı da görülmektedir….
Özetle, Çin bu gün için açık deniz politikasına henüz başlamış gibi görülmemektedir. Ancak gerek ortadoğudaki petrol bağlantıları, ve gerekse, Afrika ülkeleri ile gelişen ticari bağları dikkate alındığında, bu ülkenin Hint Okyanusunda limanlara ihtiyacının olacağı da dikkate çarpmaktadır. Bir Taraftan Pakistan’da, ABD ‘ye mesafeli duran Müşeref karşıtlığı oluşturulurken , diğer taraftan da Kenya’da Çin ile 2006 anlaşma yapmış bulunan bu günkü yönetimin durumu dikkate alındığında, gerek Pakistan’da ve gerekse, Kenya’da patlak verek iç karışıklığın gerisinde ne gibi hesapların olduğunu değerlendirmek de gerekmektedir!…Benzer gelişmelerin bu mantık içinde Hint Okyanusundaki ısınma ile alakasının olup olmadığı hususu ise jeostratejik denklem açısından ayrıca dikkate çarpmaktadır!!!
ABD’nin saldırgan politikaları, bütün ulus devletleri rahatsız etmiştir…Bu konu, Pakistan yönünden olduğu kadar Türkiye yönünden de geçerlidir…Genel manada, ülkelerin yeni denge arayışlarında en yakın tahdide karşı alternatif güç unsurları söz konusu olmaktadır. Çin bundan çok iyi şekilde yararlanmaktadır…. Pakistan’ın ileride Şanghay İşbirliği yapısında yer almasında da bu endişenin payı olacaktır… Bu süreç, bögede güçlendiği takdirde Çin’in, Hint Okyanusunda bayrak gösterecek gemileri için bol miktarda liman ve üs de bulabileceği mesajını söz konusu süreç vermektedir… Bu da Hint Okyanusunun ileride daha da ısıtacağının işaretlerini taşımaktadır…
Konuya tekrar yaklaşıldığında, ABD’nin Türkiye’ye ambargo uyguladığı dönemde, Batı için tehdit, kuzeyden güneye ve Hint Okyanusuna yönelik olduğu için Sovyetler’in Afganistan’ın işgalini müteakip bu ambargo kaldırılmıştır… Soğuk Savaşın bitimini müteakip, Irak işgali sürecinde, teskerenin reddi bahanesi ile de bu ambargonun değişik bir sürümü bu defa da PKK çizgisinde bölgede tekrar hortlatılarak güncelleştirilmiş ve Kuzey Irak Üzerinden de Türkiye’de yönelik hertürlü bölücülüğe destek verilmiştir…
İllegal oluşumlar dışında legal çizgideki örgütlü etnik ayrımcılık doksanlı yıllardan bu yana bölücü çizgide siyasallaştırılmaya çalışılmıştır…Bu dönemde, Seçimlere sokulan partilerin aldıkları oy durumları hatırlandığında ise, yabancı medyada yansıyan şekli ile, BBC değerlendirmelerine göre şu görüntü ortaya çıkmıştır,
* 1995 seçiminde HADEP olarak seçime iştirak eden etnik partinin %4,17 oy aldığı,.
* 1999 seçiminde HADEP olarak secime iştirak eden etnik partinin %4,75 oy aldığı,
* 2002 seciminde DEHAP olarak secşime giren aynı etnik partinin %6,14 oy aldığı.
* 2007 seciminde Bağımsız olarak girip mecliste DTP olarak yer alan partinin de
Oy oranına göre temsil ettiği etnik topluluğun son durumunun 1.830.978 kişi olduğu görülmüştür… Kısaca, PKK yapısının da bu yasal görüntünün İllegal kanadı içinden yansıma bulduğu yüzdesinin Türkiye genelindeki potansiyel gerçeği daha da netleşmiştir……
Türkiye’de senelerdir oluşturulmaya çalışılan bölücülüğün gerçek anlamda bir sosyal tabandan yoksun olduğu bu yapı içinde açıkça ortaya çıkmıştır. Yansıyan sonuç, PKK çizgisinde illegal hareketin aynı şekilde toplumsal açıdan kitle tabanındaki yetersizliğini de bir başka boyutta ortaya koymuştur.
Genel durum içinde, ABD’nin bölgedeki ileriye dönük çıkarları söz konusu olduğundan bir kere daha destek verdiği bölücü çevrelerin arkasından çekilmeye başlayacağı izlenir duruma gelmiştir… Bu yapıda, yanlızlığa itilen PKK ise, kendisine sosyal taban oluşturabilmek için, tekrar bombalı nokta saldırılarıyla, Türk toplumunu kışkırtmak suretiyle bir Türk, Kürt çatışmasına toplumsal zemin oluşturabilecek arayışlara girmeye başlamıştır… Olayların seyrinin açıkça ortaya koyduğu gerçek ise, sosyal tabanda bir Türk, Kürt ayrımının ülke genelinde ve sosyal taban düzeyinde olmadığıdır!!! PKK ve siyasal yandaşlarının son günlerdeki aceleci tutumlarının gerisinde ise, bu sürecin ortaya koyduğu gerçeğin yarattığı panik havası bulunmaktadır… Bazı ölçüsü tutturulamıyan ifadelerdeki tehditlerde bile bu husus bulunmaktadır!
Bir diğer ifade ile, senelerdir, Türkiye’de bölücü çizgide, içeriden iş birlikçileri ve dışarının da desteği ile oluşturulmuş bulunan sosyal taban iki milyon bile değildir,bunun çoğu da figürandır!!!.. Yetmiş milyonu aşan bir ülkede böyle bir sosyal tabana dayalı olarak etnik bölücülüğün geleceğinin olmayacağı da ortadadır… AB-D Kuzey Irak üzerinden yürüttüğü operasyonlarda, kendisine dayanak yapmayı amaçladığı bu sosyal tabanın çapının ne olduğunu da ister istemez görmek zorundadır!….
Konuya diğer yönden bakıldığında, ABD, 2008 yılından itibaren Irak’daki kuvvetlerinin yeterli kısmını belli üslere taşıyıp diğerlerini de çekecek gibidir… Bu üslerin geleceği ve güvenliği ise, bölgenin istikrarı ile bağlantılıdır… Türkiye’nin, Suriye’nin, İran’ın ve milli mücadele veren Irak halkının arasına sıkışmış bulunana Kuzey Irak oluşumu, ileride, daha da sıkıntılı durumlarla karşılaşacaktır.Bölgede kalacak olan ABD üslerinin durumu da aynı paralelde görülmektedir!…ABD maaşa bağladığı peşmergelere, maaşlarını vermeyince ne şekilde silah bıraktıklarını görmüştür!!! Ayrıca aynı birliklerin maaşlarının azlığı nedeniyle de ne şekilde greve gitiklerine de tanık olunmuştur… ABD, bölgedeki üslerinin güvenliğini bunlar ile sağlayacağını düşünüyorsa işi oldukça zor demektir!!!
Diğer yönden Afganistan’daki birlikleri ise, giderek Şanghay İşbirliği’ne kayması muhtemel bir Pakistan ile güneyden, kuzeyde ise başından beri kaybettiği Orta Asya Türk Devletleri ile,, doğudan da Çin, ve batıdan ise, İran ile çevrili bir konumda kalmıştır… Bütün bu olumsuzluklar, Evangelist –Siyonist ihtirasının hesapsız politikalarının sonucu olmuş, yanlış hesap, Bağdat’tan dönmeye başlamıştır!
Bu süreçte Jeostratejik açıdan genel durum tekrar özetlendiğinde;
*Hint Okyanusu güneyden ısındığı için tehdit bu kerre, kuzeyden güneye olmayıp güneyden kuzeye yönelmiştir…
* Türkiye üzerinden ambargonun kaldırılmasına neden olan geçmişteki koşulların değişik sürümü, bu defa bölgeye, güneyden kuzeye doğru baskının yakınlaştığı mesajlarını vermektedir.. Bu da, ABD’ni, tekrar Türkiye’yi bölgede yanına almak konusunda güven tazeleyici politikalara dönüş sürecini zorunlu olarak başlatmıştır.
* Bu sürecin görüntüsü bir şekilde Kuzey Irak oluşumu yönünden ikinci MAHABAT olayının temellerini oluşturmaya namzettir!!! Sonuçları itibariyle , PKK ve Kuzey Irak beklentileri içinde olanların da hesaplarını çok iyi yapmaları gerekecektir…
* DTP çizgisinde politika yapanların aceleciliği ve telaşı da yukarıda ifade edildiği üzere bundandır!!! Hesaplarına göre de siyasi baskı ve propaganda yöntemleri ile sonuç alabilecekleri inancı içinde tavır oluşturmak gayretindedirler… Bundan böyle cepheye sürebilecek ihtiyatlarının kalmadığı da ortadadır !!!
* ABD için, Irakta kalacak olan üslerin geleceği önemli olup, Hint Okyanusu yeterli düzeyde ısınmadan güvene dayalı bağlantılarını bölgede tekrar oluşturmak zorundadır.
* Türkiye’nin Ankara Moskova ekseni üzerinden Balkanlardan Kamçatkaya kadar uzanan coğrafyada, 400. milyonluk bir ekonomik işbirliği alanı oluşturması ise, KET. yapısı sürecinde orta ve uzun vadede görüntüye gelen hedefler içindedir…Yavaş da olsa bu süreç işlemektedir!!!
* Batı, Türkiye üzerinde senelerdir uyguladığı çifte standartlı samimiyetten uzak politikaları ile Türk toplumu üzerinde genel bir güvensizliğe ve bıkkınlığa neden olmuştur.
* Güneydoğuda, bölücü çetelere karşı her yıl 200 bine yakın gencimiz bölgede askerlik hizmetini yapmaktadır. Bunlar, aile bireyleri ve yakınları ile birlikte ele alındığında her yıl yaklaşık en az bir milyon insanımız maddi ve manevi olarak olayların ve gelişmelerin içinde yer almaktadır. Bölücü olayların gerisindeki dış güçlerin ise hangi ülkeler olduğu ayrıca, bütün bu çevreler tarafından çok iyi şekilde bilinmektedir. Konu, on ve de yırmi senelik bir zaman bölümüne yansıtıldığında, yirmi milyona yakın bir kitleyi ortaya çıkaracaktır. Bu kitlenin yaşadıkları ve gelişmeler karşısındaki tavrı dikkate alındığında, olayların gerçek müsebbiplerine karşı duyacağı tepkinin nedenlerini ayrıca izaha gerek olmayacaktır!!!
* Türkiye’de psikolojik harekatı dışarıdan yürüten ve bozgunculuğa destek veren malum çevrelerin, gerek medya ve gerekse, uydurma STÖ. Üzerinden yaptıkları propagandalarla toplum üzerindeki etkilerinin olmadığı da açıkça izlemiştir….
* Bu konuda zaman zaman , Silahlı Kuvvetlere yöneklik yıpratıcı propagandalara rağmen, güvenirlik anketlerinde her seferinde gene Silahlı Kuvvetlerin en önde yer almakta olması olayların içinden gelen insanlarımızın gerçeği bire bir yaşamaya devam ettikleri içindir… Bu da çeşitli çevrelerden pompalanmaya çalışılan AB-D, bağlantılı mesajlara toplumun artık itibar etmediğini ayrıca göstermektedir…
* Kısaca birileri, başkalarının kaşığı ile çorba içmenin çok tuzlu olacağını da artık anlamalıdır.Zira, Hint Okyanusu ısındıkça, Batı, bundan böyle,Türkiye üzerindeki hesaplarını çok iyi yapmak zorundadır!!!
Bütün bu gelişmeler tarihin diyalektiği içinde güncelleşmektedir… Batı sömürgeci ve emperyalist politikaları nedeniyle, sürekli güven kaybetmiştir… Tekrar edilirse, ipi tekrar koparmışlar şimdi de yeniden düğümlemeye çalışmaktadırlar… Ancak, bundan sonra da bu düğüm her seferinde ele gelecektir.. Her şeye rağmen Türkiye, stratejik denklemdeki zamanı iyi bir şekilde kullanmıştır!!!
ERGUN ÖZGEN
Bir yanıt yazın