Turhan FEYİZOĞLU
Ekim-Kasım-Aralık 2006, sayı: 31
Bu Vatan Kimin?
Bu vatan toprağın kara bağrında
Sıradağlar gibi duranlarındır.
Bir tarih boyunca onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir.
Tutuşup kül olan ocaklarından,
Şahlanıp köpüren ırmaklarından,
Hudutta gaza bayraklarından
Alnına ışıklar vuranlarındır.
Ardına bakmadan yollara düşen
Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan
Huduttan hududa yol bulup koşan,
Cepheden cepheyi soranlarındır.
İleri atılıp sellercesine
Göğsünden vurulup tam ercesine,
Bir gül bahçesine girercesine,
Şu kara toprağa girenlerindir.
Tarihin dilinden düşmez bu destan,
Nehirler gazidir, dağlar kahraman,
Her taşı yakut olan bu vatan
Can verme sırrına erenlerindir.
Gökyay’ım ne yazsan ziyade değil
Bu sevgi bir kuru ifade değil,
Sencileyin hasmı rüyada değil
Topun namlusundan görenlerindir.
Orhan Şaik Gökyay
Nüfus: Bir ülkede, bir bölgede, bir evde belirli bir anda yaşayanların oluşturduğu toplam sayı.
Nüfuz: Söz geçirme, etkili olma. Bir şeyin içine işlemek, geçmek. İnceliğine varmak anlamak.
Politikayı niçin yaparız? Ya da niçin politika yapılır?
Politika bireylerin ve toplumların gelişimi için yapılır.
Türkler, insanlık tarihinin en köklü milletlerinin başında gelir.
Dünya tarihini etkilemiş, yön vermiş, eski çağları kapatmış yeni çağlar açmış bir millettir.
21. yüzyılda da insanlık, tarihi bir dönemecin içinde bulunmaktadır.
Türkler, bu politikaya yön verebilir.
Bunun soruları tarihte yatmaktadır.
Eğer geçmişimiz iyi bilinirse geleceğimizi oluşturmak kolaylaşır ve politika yapmak, strateji oluşturmak geleceği kurmak kolaylaşır.
Yok eğer başkaları tarafından yönlendirilirsek iyi bir sonucun ortaya çıkacağını söylemek çok zor.
Bunun örneğini son üç yüz yıldır yaşamakta ve olumsuzluklarını her an görmekteyiz.
Yeni bir çıkış noktası bulunmalı.
İlk başta ve en önemlisi tüm Türkleri bir çatı altında toplayacak örgütlenmeyi yapabilmektedir.
Bu örgütlenme hiyerarşik bir yapı içerisinde olmalı ve başkanlık sistemiyle yönetilmelidir.
Başkanlık sisteminde toplumun genel yapısını oluşturacak olan (ekonomi, eğitim, adalet, askeri, sağlık, din, istihbarat gibi) her kurum bu başkanlık sisteminde temsil edilmeli, bir bütünlük içinde yönetilmelidir.
Burada ekonomik anlamda bir vatandaş olarak kişisel bir düşüncemi belirtmek istiyorum.
Yıllardan beri Avrupa Birliği (AB) için tartışılıyor.
Bu işbirliği Türkiye’ye yarardan çok zarar getirdi.
2006 yılının Ekim ayında yapılan bir maç karşılaşması için bir Macaristan TV kanalında yapılan değerlendirmede şunlar söyleniyordu:
“Osmanlı-Türk İmparatorluğu’nu nasıl yendiysek sizi de öyle yeneceğiz.”
Bu zihniyet AB’nin ortak değerlendirmesidir.
AB’nin Türkiye’ye bakışı aşağıdaki fıkra gibidir:
“Yıl 2050. AB Komisyonu Başkanı odasında otururken yardımcısı içeriye heyecanla girer:
—Efendim, Türkiye tüm isteklerimizi yerine getirdi. Onları AB’ye alacak mıyız?
AB Başkanı:
—Yok canım, henüz olmaz. Git, duyur, Tüm Türkiye İngilizce konuşacak, Türkçe’yi yasaklıyorum.
—Efendim onu 5 sene önce yaptılar. Hatırlamıyor musunuz?
—O zaman söyle Kıbrıs’ı versinler.
—Efendim onu da 40 sene önce verdiler zaten…
—O zaman söyle Güneydoğu’ya özerklik versinler.
—Aman efendim, Türkiye’de Güneydoğu mu kaldı, 2020’de bağımsız devlet oldu ya orası zaten.
—O zaman söyle ermenilerin saçmalamalarını tanısın, kabul etsinler.
—Efendim, sadece ermeni değil, Pontus, Yunan, Bulgar, Rus, Ukrayna, Moldova saçmalamalarını bile tanıdılar, kabul ettiler. Hatta Çanakkale Savaşı’ndan dolayı İngiliz, Avustralya, Yeni Zelanda saçmalamalarını bile tanıdılar, kabul ettiler ya… Nasıl unuttunuz.
—Hmm. O zaman söyle, kokoreç yasaklansın.
—Aman efendim, onu yemeyi 2007’de bıraktılar.
—İsa aşkına, ya ne bileyim? Kınayı yasaklayın, yakamasınlar.
—Ooooo! Beyefendi, onu da çoktan bıraktılar.
AB Başkanı düşünüp taşınır ve;
—Eeee… Dağıtın o zaman Avrupa Birliği’ni…”
Bence ekonomik olarak Japonya ile daha çok işbirliğine gidilmeli. Japonya ile daha çok işbirliği, ekonomik anlamda bizi daha çok geliştirir diye düşünüyorum.
Devlet Başkanlığı sisteminin günlük politikası olmalı ama orada kalmamalı ve yüzyılları kapsayan programlar içinde hareket edilmelidir. Başarılı olmak, böyle yüzyılları kapsayan programlar ve stratejiler içerisinde hareket etmektir.
Evrensel tarih içinde düşünüldüğünde, hükümetlerin politikası gibi 5 yıllık, 10 yıllık 100 yıllık, 1000 yıllık ve sonsuz politikalar üretmeli ona göre strateji belirlemeli, çalışmalıdır.
Bunun için Türklerin tarihsel, kültürel, siyasi, askeri politik birikimleri-deneyimleri vardır.
Türk milletinin bu birikimine hiçbir topluluk-millet sahip değildir.
Peki bu birimim neden kullanılmıyor, harekete geçirilmiyor?
Bunu şimdilik bilmiyoruz.
Peki bu önemli birikim nasıl harekete geçirilebilir?
İlk başta: Geçmişten geleceğe tarih bilinci içinde uzanan bir zaman dilimi içinde bu milleti oluşturan her bireyin vatandaşlık bilinciyle hareket etmesi sağlanmalı.
Bunun için her birey örgütlenmeli. Her bireyi politikaya aktif olarak katmak için çaba gösterilmeli.
Üçüncüsü: Zamanı geldiğinde ortak hareket etmesi sağlanmalı.
Türk milletinin gücü önemlidir.
Yeter ki bunu harekete geçirelim.
Nüfus ve nüfuz.
Dünyanın her yerinde bir Türk bulunmaktadır.
Birey olarak sadece Türk yok.
Türklerin çalıştığı işyerleri, çalıştırdığı işyerleri var.
Kimisi öğretim üyesi, kimisi yönetici, kimisi işadamı, kimisi sanayici, kimisi sanatçı, kimisi yazar, kimisi emekçi, kimisi politikacı.
Türkler ayrıca değişik dergilerde, gazetelerde, web sitelerinde, televizyonlarda; kısaca bütün kitle iletişim araçlarında çalışıyor.
Hatta bazı kitle iletişim araçlarının sahipleri, yöneticisidirler.
Diplomaside Türkler her zaman ön plandadır.
Hepsi değişik kurumlarda örgütlü olan ve bu kadar çalışkan olan Türkler, nüfuzlarını güçleri oranında kullanıyorlar mı?
Türklerin birey olarak, topluluk olarak bulundukları ortamda, bölgelerde, ülkelerde bu nüfuzun her zaman var olduğu görülüyor.
Peki Türk’ün bu büyük gücü, bu büyük nüfuzu, Türk’ün ve Türkiye’nin ortak çıkarları için kullanılabiliyor mu?
Hayır.
Bu güç ortak anlamda politik olarak dünya politikasında hissedilmiyor, görülmüyor, kullanılmıyor.
Bu gücü kullanabilecek bir politika da şimdilik görünmüyor.
Türkler, bulunduğu her yere uyum sağlamış ve kişilikleriyle, çalışmalarıyla o topluma katkıda sağlayan bireyler olmuşlardır.
Türk’ün ve Türkiye’nin geleceği için bu gücün harekete geçirilmesi gerekli.
Türkün bu gücünü, bu nüfuzunu harekete geçirdiğimizde dünyaya geçmişte olduğu gibi şimdi de yön veren bir ülke haline geliriz.
Bir yanıt yazın