Turhan FEYİZOĞLU
19 Ocak 2004, sayı: 48
Hazırlamakta olduğum herhangi bir kitap için binlerce sayfa belge okur, göz atarım. Ayrıca, onlarca dergi, onlarca gazete tarıyorum. Bu belgeleri okur, göz atarken ilgili olduğum konunun dışında da çok değişik konular ister istemez zaman zaman ilgimi çekiyor ve bunları not alıyorum. Dergilerde ve gazelerde yeralan her türlü olay ve konu yeralmaktadır not aldıklarım arasında. Siyasi bir olay, reklam, cinsellik, spor, anketler, edebiyat, sinema v.b.
Birçok dergi ve gazeteden olduğu gibi Türk Solu dergisi de uzun zamandır benden, kendi yayınlarına yazı yazmamı istiyorlardı. Yoğun çalışmalarım nedeni ile bunu yapamıyordum.
Kitap haline getirmek istediğim konular zaten kitap olarak yayınlanarak okuyucuya bir anlamda ulaşmakta. Bunun dışında kalan ve ilgimi çekipte not aldığım konu ve olayların da “Tarihin tozlu sayfalarında” kalmasın diye düşünerek bunları Türk Solu dergisine yazmaya karar verdim.
Yeni bir konu üzerine çalışmaktayım. Daha sonra kitaplaştıracağım bu konu hakkında en son okuduğum bir kitapta ilginç bir bilgiye rastladım ve not aldım. Ayrıca, günlük gazeteleri ve yayınları takip ederken, bir açıklamanın not ettiğim konu ile paralellik oluşturduğunu gördüm.
Okuduğum kitap ile televizyonda izlediğim haberi özetle aktarıyorum.
NTV’nin 25.11.2003 Salı günü, saat 13.00’de yayınlanan haberinde, Gürcistan eski Cumhurbaşkanı Eduard Şevardnadze, özetle şu açıklamayı yapıyordu:
“Etrafta ellerinde pankartlarla koşuşturan gençleri önemsemedim. Değerlendirme hatası yaptım. Dolaşır dolaşır giderler diye düşünüyordum. Sonra hükümet darbesi oldu.”
Muhalefetin, Gürcistan parlamentosunu basması sonucu 27 saat sonra istifa eden Şevardnadze’nin bu açıklamasını duyunca, aklıma Türkiye Cumhuriyeti’nde sağın ünlü politikacılarından Süleyman Demirel geldi.
Herşey ayni anda olmuyorve yaşanmıyor tabii. Bir dönem başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapmış olan Süleyman Demirel’in sokak gösterileri-eylemleri ile ilginç tanımlamaları vardır. Bunları biliriz ama bilmeyenler için aktarmak istiyorum. Bir kısmı sırasıyla şöyledir:
1-10 Kasım 1968 tarihleri arasında, Samsun’dan Ankara’ya “Süleyman Demirel Hükümetini Mustafa Kemal Atatürk’e Şikayet” yürüyüşü yapan gençleri kastederek, 8 Kasım 1968’de Başbakan Süleyman Demirel, şu açıklamayı yapıyordu:
“Talebeler yürüsün. Sokaklar eskimez. Önemli olan, gösteriler kanunsuz yapıldığı, saldırı halini aldığı zaman bunun önleme gücünün gösterilmesidir.”
12 Mart 1971’de verilen askeri muhtıra ile Süleşman Demirel başkakanlıktan istifa etmek zorunda kalmıştır.
12 Eylül 1980’de yapılan askeri darbe sonrası korulan Doğru Yol Partisi’nin bir dönem Genel Başkanlığını yapan Süleyman Demirel, 20 Ekim 1990’da yayınlanan açıklamasında sokak hareketleri için şu değerlendirmeyi yapıyordu:
“1876’lı yıllarda Abdülaziz’in tahttan indirilmesine kadar giderek, Talebe-i Ulum hareketleri, daha sonra gençlik hareketi olarak sokağa konulmuştur. Üniversite gençliği olması şart değildir. Bu sokak hareketlerinin arkasından da iktidar değişmiştir.”
9. Cumhurbaşkanı olarak Süleyman Demirel, 3.7.2000’de yayınlanan açıklamasında da şunları söylüyordu:
“Meydanlar demokrasinin ciğeridir. Meydanlar, idare edilen ile idare edenlerin hesaplaştığı yerlerdir.”
Türk Solu dergisine sonduğum bu ilk yazının konusu Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanmış sokak hareketlerinden bir olaydır.
Tarih: 18. yüzyıl.
Yer: Osmanlı İmparatorluğu’nun bir dönem başkenti olan Edirne.
Olay: tarihi belgelerde “Edirne Vak’ası” ve “Feyzullah Efendi Vak’ası” olarak yeralmakta, Padişah-Sultan İkinci Mustafa döneminde geçmektedir.
Padişah İkinci Mustafa, 1664-1703 yıllarında, yaşamıştır.
Yazıya konu olan şahıs Seyid Feyzullah Efendi, Sultan Mehmet IV’ün çocukları olan şehzâde Ahmet ve Mustafa’nın öğretmenliklerini yaptı.
Osmanlı İmparatorluğu’nun 22. padişahı 2. Mustafa, bu nedenle hocası Seyid Feyzullah Efendi’yi çok sayardı. Bu sevgisinden ve saygısından ötürü onu padişahlığı döneminde Şeyhülislam yapmıştı.
Babası Erzurum müftüsü olan ve büyük bir islam hukuku alimi olan Seyid Feyzullah Efendi, Erzurum’da doğmuştu. Bir çok risale ve kitabın yazarı idi. Oğullarından en büyüğü önce Nakibül-eşraf, yani emirler başı yahut Peygamber sülalesinden gelenlerin reisi idi.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Padişahı 2. Mustafa döneminde Şeyhülislam’lık yapan Seyid Feyzullah Efendi’nin kayınvâlidesi olan Ummetul Cebbâr da, sarayın tanınmış nüfuzlu vâizi Vâni Efendi’nin eşi ve bilgili bir kadındı.
Şeyhülislam Seyid Feyzullah Efendi, 2. Mustafa’nın kendisini çok sevmesi ve koruması nedeniyle devletin her işine karışmış, gücünü ve yetkisini kullanarak hemen bütün akrabalarını devletin en üst kademelerine getirmişti.
Şeyhülislam Feyzullah Efendi’nin elde ettiği bu güç saray içinde iktidar savaşına yol açmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu’nda silahlı kuvvetler içinde cebeci olarak adlandırılan 200 kadar asker, biriken aylıklarını alamadıklarını öne sürerek, 18 Temmuz 1703 tarihinde ayaklandı.
Padişah 2. Mustafa da, Şeyhülislam Feyzullah Efendi gibi kızlarından birisini Köprülüzade Numan Efendi ile evlendirmişti. Numan Paşa bir dönem Erzurum’da valilik yapmıştı. Bu arada bir noktayı belirtmek istiyorum. Bir çok olayın bir geçmişi olduğu hiç bir zaman unutulmamalı. Küçük bir ayrıntı olabilir ama bir örnek teşkil ettiği için vurgulamak istyorum. Erzurum’un İspir kazasında “Numan Paşa“ isimli bir köy bulunmaktadır ve Numan Paşa’nın burada akrabaları vardır.
Rami Mehmet Paşa’nın kışkırtığı ayaklanma, Şeyhülislam Feyzullah Efendi’nin damadı olan İstanbul Kaymakamı Köprülüzade Abdullah Paşa’nın olayı küçümsemesi ve önemsememesi sonucu gelişti. Yeniçerilerin, ulemanın, İstanbul esnafı ile tüccarının da katılmasıyla tüm kente yayıldı.
İstanbul’daki olaylar sırasında sekbanbaşı Murtaza Ağa öldürüldü. Daha sonra, Orta Cami’de toplanan isyancılar, 21 Temmuz 1703 günü, İmam Mehmet Efendi’ye şeyhülisamlığa, Amcazade Hüseyin Paşanın damadı Kavanoz Ahmet Paşayı da sadaret kaymakamlığına atadı. İsyancılar, 50 bin kişilik düzenli bir orduyla Edirne’ye hareket etti. İsyan otuzaltı gün devam etti. Sonuçta, Padişah 2. Mustafa, tahttan indirildi. Yerine, kardeşi 3. Ahmet getirilerek padişah yapıldı.
Şeyhülislam Feyzullah Efendinin oğulları, kâhyası ve muhasebe müdürü Magosa’ya, damadı İstanbul kadısı Mahmud, Bursa’ya sürgün edildi.
Şeyhülislam Feyzullah Efendi’nin karşılaştığı ilk ayaklanma değildir bu ayaklanma. 2 Mart 1688 pazar günü akşamı sadrâzam Siyâvuş Paşa aleyhine yeniçeriler isyan etmişler ve bu sırada Rumeli ve Anadolu kazaskerleri ile birlikte sadrâzam sarayında bulunan Şeyhülislam Feyzullah Efendi, sürgün olarak Erzurum’a gönderilmiştir.
Sultan-Padişah 2. Mustafa döneminde, 18 Temmuz 1703 tahinde başlayan isyan 22 Ağustos 1703 tarihinde sona ermiştir. İsyanı yapan dönme ve devşirmeler, Şeyhülislam Feyzullah Efendi’yi de yakaladı. Ayaklananlar, Şeyhülislam Feyzullah Efendi’nin ilk önce burnunu, sonra kulaklarını ve en sonra da dudaklarını kesti. Bunlar yapıldıktan sonra, hakaret olsun, aşağılansın diye, Şeyhülislam Seyid Feyzullah Efendi bir eşege ters bindirildi, gem yerine eşeğin kuyruğu eline verildi. Bu eziyet ve barbarlık yetmedi. Sokak sokak gezdirildikten sonra Şeyhülislam Feyzullah Efendi’nin ayrıca kolları, bacakları da kırıldı. En sonra da kafası kesildi. Şeyhülislam Feyzullah Efendi, ibret olsun diye bu şekilde Edirne caddelerinde gezdirildi. Bu sırada oğullarından biri de öldürüldü.
Ayaklananların içinde bulunan ve öfkesi dinmeyen bazı dönme ve devşirmeler:
“Bu cesedi Meriç’e atalım” dedi.
Bu sesler üzerine Şeyhülislam Feyzullah Efendi’nin cesedi Meriç’in önemli kollarından biri olan Tunca nehrinin sularına atıldı. Meriç’in suları Şeyhülislam Feyzullah Efendi’nin cesedini sürükledi Ege denizine götürdü.
Tarihte yaşanan olaylar gösteriyor ki, bazı ayaklanma dönemlerinde, ayaklananlar hiç bir toplumsal kuralı tanımıyorlar. Bazan barbarlaşabiliyor ve en korkunç işkence ve zalimlikleri yapabiliyorlar. Bu olayda da görüldüğü gibi, bir toplumda dinin temsilcisi olan ve en üst düzeyde sayılan şeyhülislam’a en korkunç işkenceyi yaparak öldürmüş ve dinin en büyük temsilcisi olan halife padişahı tahtından indirerek hapis etmişlerdir.
Şeyhülislam Seyid Feyzullah Efendi, bu döneme kadar, Osmanlı İmparatorluğu’nda zorbalıkla öldürülen üçüncü şeyhülislam’dır.
Bu olay ayrıca göstermiştir ki, sonuçları önceden kestirilemeyen, örneğin biriken maaşını alamayan 200 kadar memurun başlattığı bir eylem, bir iktidarın kanlı olarak bitmesine yol açmıştır.