Yazar Milli Çözüm Araştırma Ekibi
Fetullah Gülen; Risale-i Nur gibi, ilmi ve imani eserleri okuyup anlamak, çevresine ve cemaatine aktarıp açıklamak üzere giriştiği gayret ve hizmetlerle tanındı ve öne çıktı. İslam’i ve insani özelliklerle bezenmiş, milli ve manevi değerleri benimsemiş, hayırlı ve yararlı bir gençlik yetiştirme yolunda, yurt ve dershane faaliyetlerini, kurs-burs hizmetlerini giderek yoğunlaştırdı.
1970’lerin ortalarında, Milli Görüş istikametinde hizmet gören Ak-Evler hareketinden koparılarak “AKYAZILI” Vakfı kurdurulan Fetullah Gülen, giderek Bediüzzaman’ın çizgisinden uzaklaşarak masonik merkezlere yaklaştı. Dünya’ya hükmeden ve çok gizli ve de kirli işler çeviren siyonist mahfillerle; Pek karmaşık ve karanlık ilişkiler ağına takıldı.
Hiçbir resmi sıfat ve statüsü bulunmayan, yüksek öğrenim bile yapmayan sade ve samimi bir hoca efendinin değil, bakanların ve başkanların bile erişemediği uluslar arası bir protokol pozisyonuyla; Papayla programlara… Politikacılarla pazarlıklara başlamıştı.
İlk bakışta: Hiçbir resmi etiketi ve dini temsil yetkisi bulunmadan, şahsi gayret ve marifetiyle (hatta bazılarına göre özel velayet ve kerametiyle) bu denli yaygın bir organizeye ve saygın bir otoriteye eriştiği sanılsa… Daha doğrusu malum merkezlerce böyle sunulsa da; aslında O, “küresel çete”nin ve siyonist sömürücü sermayenin, artık sadece bir maşasıydı… Kahraman rolü oynatılan bir figürandı. Ve O’nun patron değil, piyon olduğu, sonunda zan ve tahminlerle değil, resmi belgeler ve şahitlerle ortaya çıkmıştı.
İşte Amerika’daki siyonist yahudi stratejisti ve CIA Ortadoğu şefi Graham E. Fuller Fetullah Gülen’e bunun için sahip çıkmakta ve O’nu yere göğe sığdıramamaktaydı.
Bu hareket, halen Fethullah Gülen’in. liderlik ettiği en geniş ve en etkili kanadın adına izafeten çoğunlukla Gülen hareketi veya Fethullahçılar (Fethullah takipçileri) olarak anılmaktadır. Nur hareketi yetmiş yıldan fazla bir süredir sahnededir, şu anda Türkiye’deki en geniş organize dini harekettir, dünyada da en genişlerinden biridir. Gülen özellikle hareketin enerjisinin büyük bir kısmını, niteliği itibariyle hemen hemen evrenselci ye geniş manevi Öğretilere dayalı olarak İslama modernist bir bakışta yaklaşacak okulların açılması ve çalışma gruplarının kurulması da dahil, eğitimle ilgili çabalara yöneltmektedir. Eğitim üzerindeki bu odaklanma hareketin, bilim ve teknoloji dahil bütün alanlarda eğitim ve bilginin dinle asla çelişmeyeceği, olsa olsa Allah’ın varlığı inancına ve kainatın var ediliş amacının anlaşılmasına hizmet edeceği inancını yansıtmaktadır. Hareket toplumda daha yüksek bir manevi bilinç düzeyi oluşturmaya, böylelikle zaman içinde daha aydınlanmış bir yönetişime Önayak olmaya gayret etmektedir. Klasik Şeriat, hareketin düşüncesinde merkezi bir rol oynamaz; esasen Şeriat, geniş anlamda, Allah’ın engin muradının yerine getirilebilmesi için yürünecek “yol” (Şeriatın kelime anlamı) olarak anlaşılmaktadır. Nur üyeleri yerçekimi yasasını bile, Örneğin, Şeriatın unsurlarından biri olarak tarif ederler. Hareket İslâmi metinlerde, onların literal emirleri içinde değil de orijinal uygulamaları çerçevesinde, bugünün yeni çerçeveleri ışığında yorumlanarak anlaşılmasını sağlamak üzere, ciddi oranda içtihad (yorum) yoluna başvurur. Bu anlamda da hareketin görünümü son derece modernisttir.
Nur hareketi görüşlerinde rasyonalisttir ve çoğulcu bir toplum içinde Allah’ın yarattıklarının görkemli çok yüzlü düzenini ifade eden bütün öteki dini (hatta dini olmayan) görüşlere karşı hoşgörülü olmaya büyük önem verir. Allah’a giden yolda bilgiye yaptığı vurgu doğrultusunda, Nur hareketinin Türkiye’de 236 ilk ve ortaokul, özellikle eski Sovyet blokuna dahil ülkelerde olmak üzere dışarıda 280 okul açmış olduğu, buralarda ingilizce ve Türkçe kaliteli seküler eğitim verildiği bildirilmektedir. 200 dolayında dini vakıf ve 211 ticari şirket bu faaliyetleri finansal olarak desteklemektedir.
Her ne kadar Nurcuların bir siyasal parti kurma niyetleri yoksa da, hareketin liderleri anahtar meselelerde nasıl oy kullanmak gerektiği konusunda milyonları bulan takipçilerine bağlayıcı olmayan tavsiyelerde bulunmaktadır. Üyeleri birçok farklı geleneksel Türk siyasi partilerinde, İslamcı partilerde ancak çok hafif olmak üzere temsil edilmişlerdir. Nur hareketinin bütün apolitik niteliğine rağmen, Türkiye’nin radikal laikçileri, özellikle askeri liderler, Nur hareketini, sahip olduğunu iddia ettikleri uzun dönemli, dini aktivistleri devlete sızdırmak ve sonunda devleti ele geçirmek niyeti açısından yıkıcı ve hatta tehlikeli olarak görmektedirler. Tam da Nurcuların savunduğu şeyden korkuyorlar -insanların kalplerini değiştirmek suretiyle toplumun aşağıdan yukarıya tedricen İslâmileştirilmesi. Bunun sonucu olarak, Nurcular düzenli bir şekilde ordudan ve devlet kurumlarından tasfiye edilmekte, hareket ve kurumları taciz edilmekte ve mahkemelerde yargılanmaktadır.[1]
Katıksız ve amansız şeriat düşmanı Bülent Ecevit’in bile Fetullah Gülen’e övgüler dizmesinin ve Fetullahçıları partisinden aday gösterip Milletvekili seçtirmesinin arkasında, acaba ne gibi hedefler yatmaktaydı.
Milli Görüşten ve Erbakan gerçeğinden uykuları kaçan Bilderberg’ci Ecevit’lerin ve Graham Fuller’lerin Fetullah Gülen’i ve O’nun siyasi temsilcisi AKP’yi böylesine sahiplenmeleri acaba hangi hikmetlere dayanmaktaydı?
“Türkiye demokratikleştikçe (Fetullah Gülen’in ve AKP’nin benimsediği ve Amerika’nın desteklediği) İslam’ın, Türklerin hayatında daha önemli bir konuma “geri dönmesi” kaçınılmazdı.” Diyen Graham Fuller böylece ağzındaki baklayı da kafasındaki şeytanlığı da açığa vurmaktaydı.[2]
Rusya Fetullah Gülen okullarını kapatıyor:
Rusya yönetimi, ülke içindeki Fethullah Gülen okullarını kapatmak için harekete geçti. Gülen’e bağlı çeşitli şirketleri yakın takip altına alan Rus yönetimi, okulları “Amerikan ve İngiliz casusu yetiştirme merkezi” olarak görüyor. Rusya yerel yöneticileri arasında bu okullarda okumuş bazı görevlilerin de işine son verilmesi için hazırlıklar yapılıyor.
Rusya Federasyonu, Fethullah Gülen okullarını kapatmaya başladı. Ulaşan bilgiye göre, Rusya Federasyonu yönetimi Fethullah Gülen okullarını açan şirketleri yakın takibe aldı. Söz konusu operasyonun, Fethullah tarikatının okullarına ve şirketlerine karşı zaman zaman yapılan soruşturmaların en kapsamlısı olacağı açıklandı.
Öte yandan, Rusya Federasyonu: yerel yöneticileri arasında bu okullarda okumuş bazı görevlilerin de işine son verilmesi için hazırlıklar yapıldığını hatırlattı.
Rus yetkililer, Fethullah Gülen okullarını açıkça “Amerikan ve İngiliz casusu yetiştirme merkezi” olarak tanımladı. Öte yandan, Türkiye kamuoyuna “modern okullar” olarak sunulan bu okullardan bazılarında çok sinsi ve siyasi faaliyetler yapıldığı ve ABD’nin dünya hakimiyeti için beyinlerin yıkandığı özellikle vurgulandı.
Moskova’da yayımlanan Nezavisimaya gazetesi, Haziran 2000’de Fethullah Gülen’in Rusya’daki taraftarlarının iktidar organlarına sızdığını yazdı.
Söz konusu okulların önce Rusya’nın Türkçe konuşan bölgelerinde kurulduğunu bildiren Nezavisimaya, Tataristan’da 8, Başkırdistan’da 4, Karaçay-Çerkez, Çuvaşya ve Yakut-Saha’da da birer okul bulunduğunu açıkladı.
Gazetedeki yazıda, okullarda “Amerikan hayranlığı ve İsrail propagandası” yapıldığı belirtilerek, bu kuruluşların denetlenmesini istedi.
FSB: CASUSLUK YAPIYORLAR
Rusya iç Güvenlik Örgütü FSB Başkanı Nikolay Patruşev, 17 Aralık 2002’de Türk basınında yer an açıklamasında, gerçekleştirdikleri en başarılı etkinlikler arasında Türk casusların deşifre edilmesini de saydı. FSB Başkanı 2002 yılı etkinlik raporunda Fethullah Gülen okullarında çalışan öğretenlerin casusluk faaliyetlerinin deşifre edildiğini belirtti. FSB Başını, açıklamasında, okulların sahibi konumundaki Tolerans, Serhat ve Ufuk vakıflarının isimlerini verdi.
Rusya’nın Başkırdistan Özerk Cumhuriyeti’nde Fethullah Gülen okullarındaki 10 öğretmen Haziran 2003’te sınır dışı edildi. Ayrıca Başkırdistan Milli Eğitim Bakanlığı’nın sınır dışı edilen öğretmenlerin görev yaptığı okulu kuran “Serhat” vakfı ile tüm anlaşmalarını iptal ettiği de belirtildi. Bu olaydan sonra, Buryatya Cumhuriyeti’nde de, Fetullah Gülen okulu hakkında soruşturma başlatıldı.
Milliyet gazetesi Moskova muhabiri Cenk Başlamış, 7 Eylül 2003 tarihli haberinde, Rusya’da Fethullah Gülen okullarının temsilcisi konumundaki Tolerans Vakfı Başkanı Mustafa Kemal Şirin’in sınır dışı edildiğini duyurdu. Haber şöyle: “Şirin, hafta içinde Rus havayolları Aeroflot’a ait bir uçakla geldiği Şeremetyova-2 Havaalanı’ndan giriş yapmak istedi, ancak pasaport kontrolü sırasında “Rusya’ya girişi yasak olduğu” gerekçesiyle ülkeye girişine izin verilmedi. Yasaları çiğnediği gerekçesiyle Rusya’ya girişi 5 yıl yasaklanan Şirin, geceyi havaalanında geçirip, ertesi gün Türkiye’ye gönderildi. Tolerans Vakfı Başkanı Şirin, Rusya’nın Türk okullarıyla bağlantılı olarak şimdiye kadar sınır dışı ettiği en üst düzeydeki temsilci.”
Yine aynı haberde Rusya Federal Güvenlik Servisi FSB’nin Başkanı Nikolay Patruşev’in yaptığı açıklamanın ardından, Rusya Eğitim Bakanlığı’nın Fethullah Gülen okullarına karşı kapsamlı bir soruşturma başlattığı belirtiliyor. Bu çerçevede Rusya’nın değişik bölgelerinde 10’a yakın okul kapatılırken, 50’den fazla Türk vatandaşı sınır dışı edildi.[3]
NERDEN NEREYE?
Bediüzzaman’ın Kur’andan kaynaklanan Risale-i Nur denilen imani ve ahlaki eserlerini okumak, okutmak ve böylece şuurlu ve huzurlu bir neslin yetişmesine katkıda bulunmak gibi hayırlı bir amaçla girişilen hizmetler, zamanla çığırından çıkmaya başladı.
“Bediüzzaman’ın müjdelediği ve gelişine ön hazırlık ön hazırlık hizmetleri verdiği Hz. Mehdi” havasıyla kendisini merkez alan yeni bir yapılanmaya “Işık evleri”nde beyinleri bu doğrultuda yıkanan talebelerden bir çekirdek kadro oluşturulmaya ve masonik odaklar ve marazlı medya tarafından. “bu gelişmelerden kaygı duyuyorlarmış” görüntüsüyle sürekli gündemde tutulup reklâmı yapılmaya uğraşıldı.
Fetullah Gülen’in:
“Bu evlerin eğitim dizgesinden geçmeyenler, insanlık özünden yoksun bulunmaktadır… Işık evleri, yüreği pek, imanı çelik insanların yetiştiği kutsal mekânlardır.”[4] Şeklinde tarif ettiği bu evleri Rotary Külüplerin desteği de anlamlıydı…
Fetullah Gülen, ışık evlerinde yetişmeyenleri, “insanlık özünden yoksun saymaktaydı.” Yani kendisine tabii olmayanlar değil, Müslümanlık, insanlık onuruna bile ulaşamazdı!?..
Oysa Nevval Sevindi’nin Amerika’dan yolladığı ve 22 Temmuz 1997 tarihli Yeni Yüzyıl gazetesinin 5. sayfada yayınladığı “Fetullah Gülen’le Newyork sohbeti” yazısına göre:
“Fetullah Gülen Hoca Efendi Cumhuriyet ideolojisinin yaratmak istediği “Müslüman Avrupalı Türk” tipinin mimarıydı… “Dini bütün ve Batı formasyonlu yeni bir sentez” ustasıydı?!..
Bu tespit doğruydu… Evet dış güçlerce Fetullah Gülen’e biçilen misyon: Batı ile uyumlu ve uyuşuk layt müslüman tipi oluşturmaktı. Bu tip; Allah’ın istediği değil, Avrupa ve Amerika’nın benimsediği bir müslümandı… Ama şu gerçeği de hatırlatalım ki: Bu türlü girişimler, haliyle bazı tahribatlar yapacaklardı… Ancak asla amaçlarına ulaşamayacaklar ve başarılı olamayacaklardı. Çünkü İslam’ı istismar girişimlerinin hepsinden sonunda İslam kârlı çıkacaktı. Fetullah Gülen’in perde arkasını sezen samimiyet ve istikamet sahibi insanların da, bu sinsi ve siyonist kuşatmayı kırmaları yakındır…
Şu soru mutlaka sorulmalı doğru ve doyurucu cevabı herhalde bulunmalıdır:
Bir zamanlar: “Amerika ve Rusya sistem olarak materyalist felsefeyi benimsemiştir. Aslında ne Rusya’nın ne de Amerika’nın bize bakış açıları farklı değildir.
Hatta hiçbir fark yoktur, denilebilir. Israrla söylüyoruz ki, ikisi de bizim aman vermez düşmanımızdır.”[5] Diyen Fetullah Gülen’e ne oldu ki şimdi:
“Amerika, hala bu dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır… Amerika şu anda: Bütün konum ve gücüyle, bütün dünyaya kumanda edebilir ve buna layıktır.”[6] Demeye ve Amerika’yı övmeye başlamıştır?
Fetullah Gülen’in asıl amacı; İslam’ı yaymak mı, yoksa siyonist Gizli Dünya Devleti’nin kovboyu olan Amerika’ya uyumlu ve ılımlı vatandaş hazırlamak mıdır?
Prof. Alpaslan Işıklı’nın tespitiyle, “yurt dışındaki okullarıyla, Türkiye deki vakıf, dershane, üniversite çalışmalarıyla siyonist emperyalizmin dünya hakimiyetine ve küresel bir totalitarizmin kurulma hedefine hizmet mi yapılmakta dır?[7]
Daha önceleri: “sebeplere riayet, bir sorumluluk olsa da; onlara tesiri hakiki vermek apaçık bir dalalet ve inhiraf (sapıklık)tır.”
“Köpek, kendisini besleyeni sahibi olduğunu sanır ve bu yüzden sahibine gösterdiği sadakat görünüşe, yani nedenselliği dayanır.”[8] Diyen Fetullah Gülen, şimdi nasıl oluyor da:
“Amerika ile dostça geçinmeden ve Amerika istemeden, dünyanın hiçbir yerinde, hiç kimseye ve hiçbir şey yaptırmazlar…
Şimdi (bana bağlı) bazı gönüllü kuruluşlar dünya ile entegrasyon adına (yani siyonizmle uyuşarak) gidip dünyanın değişik yerlerinde okullar açıyorlarsa, bu itibarla, mesela Amerika ile çatıştığımız sürece bu projelerin gerçekleştirilmesi mümkün olmaz…”[9] diyerek, herkesi Amerika’ya kayıtsız şartsız teslimiyete çağırmaktadır?
Fetullah Hoca’ya göre: Kuvvet ve Kudret sahibi, Allah mıdır, yoksa Amerika mıdır?
“Amerika daha uzun zaman dünyanın kaderinde çok önemli bir rol oynayacaktır. Bu realite kabul edilmeli, Amerika göz ardı edilerek, şurada veya burada kendi başına bir iş yapılmaya kalkışılmamalıdır…
Rusya bile sizi desteklese, eğer Amerika istemezse, işinizi bozacaktır… Çünkü Amerika kendi işlerinin bozulmamasından yanadır. Bu da yadırganmamalıdır.”[10] Diyecek kadar Amerika’ya tapınan ve siyonizmin yenilmez gücüne(!) sığınan bir Fetullah Gülen, acaba Kur’an kahramanı mı, yoksa Amerika’nın kuklasımıdır?
BEKLENEN MESİH Mİ, YOKSA PAPALIK MİSYONERİ Mİ?
Vaazlarında ve kitaplarında:
“Hazreti Mesih (İsa A.S) Ahir zamanda o önemli misyonu eda etmek üzere mutlaka nüzul edecektir. Nüzul edecektir ama içinizden şahs-ı manevinin muhtevi bulunduğu mana ve ruha nüzul edecektir. (Yani Hz. İsa şu anda içinizde bulunan; lideriniz ve temsilciniz olan şahsiyete inecektir.) diyerek, dolaylı biçimde Mesihliğini ve Mehdiliğini ilan eden ve nicelerini buna inandıran Fetullah Gülen;
“Sizinle müşerref olmayı bahşettiğiniz için zatı âlilerinize en derin kalbi teşekkürlerimizi sunarız.” Diye başladığı papa’ya mektubunda:
“Papa 6. Paul cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Papalık Konseyi Misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz.” Diyor…
Şimdi aklımıza ve vicdanımıza güvenerek soralım:
Fetullah Gülen beklenen Mesih veya Mehdi Aleyhisselam mı dır?
Yoksa kendi itiraf ve ifadesiyle Papalık Konseyi Misyonunun basit bir parçası mı dır?
Takiyye yaptığı ve ikili oynadığı açıktır. Ancak, acaba asıl aldatmak ve kullanmak istediği Hristıyanlar ve Museviler midir, yoksa Müslümanlar mıdır?
Doğru cevap: siyonist yahudiler ve Haçlı emperyalistler Fetullah Gülen’i… Fetullah Gülen ise Müslümanları kullanmaktadır.
Çağ ve Nesil dizisinin 4. kitabının son yazısında ve lider başlığı altında:
“Ve eskilerin “Kaht-ı rical” dedikleri seviyeli insan, idareci ve kadro ile lider kıtlığı (yaşanıyor)
Yakın geçmişi ve hâlihazırdaki vaziyeti itibarıyla: Şu karmaşık dünyanın gerçek manada bir lider tanıyıp tanımadığını bilemeyeceğim; bildiğim tek şey varsa o da, bizim dünyamızda böyle bir liderin olmadığıdır…
… O Polat sinelerin ve çelikten sedaların yerinde, şimdi sinekler uçuşuyor… Evet, ateşböceklerinin yıldızlaştığı, sineklerin kartallaştığı bu talihsizler diyarında, şimdi aslan inleri, tilki çalımlarıyla inliyor… Bülbülyuvaları saksağanların elinde perişan ve her tarafta yarasalar şehrayinler tertip ediyor…
Hakim güçler, insafsız ve temettü (sömürme) avında…
Hasıla koskoca dünya başı boşların elinde ve bir baştan bir başa lidersizlikle kıvrım kıvrım (kıvranıyor)…” diyor ve ardından “nasıl bir lider?” diye kendisini anlatmaya başlıyor…
Yakın geçmişteki ve günümüzdeki bütün dini ve siyasi liderleri böylesine küçümseyen ve kötüleyen Fetullah Gülen’in, şimdi Amerika’ya ve Papalığa karşı perestlik derecesindeki hürmet ve teslimiyet nasıl bağdaştırılacaktır?
İŞTE HOCA EFENDİNİN PAPA’YA MEKTUBU:
Pek Muhterem Papa Cenapları,
Üç büyük dinin doğum yeri olarak bilinen toprakların, dünyayı daha iyi yaşanabilir bir mekân kılma yolundaki kutsal misyonumuzu, tam manasıyla bilen halkımdan size en içten selamları getirdik. Yoğun gündeminizden bize zaman ayırarak sizinle müşerref olmayı bahşettiğiniz için zatıâlilerinize en derin kalbi teşekkürlerimizi sunarız.
Papa 6. Paul Cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog için Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüretle, bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazı yardımlarımızı sunmak için size geldik.
İslâm yanlış anlaşılan bir din olmuştur ve bunda en çok suçlanacak olan Müslümanlardır. Uygun bir yerdeki vakitli bir gayret bu yanlış anlamanın büyük oranda azalmasına katkı sağlayabilir. Müslüman dünyası, İslâm’ın asırlarla ölçülen yanlış algılanmasını silip atacak bir diyalog imkânını bağrına basacaktır.
Beşeriyet, çelişen görüşler ortaya koydukları gerekçesiyle, zaman zaman bilim adına dini, din adına da bilimi inkâr etmiştir. Bilginin tamamı Allah’a aittir ve din Allah’tandır. O halde bu ikisi nasıl çelişebilir? İnsanlar arasında anlayışı ve hoşgörüyü artırmaya yönelik dinlerarası diyaloga yönelik ortak gayretlerimiz çok iş görebilir.
Kendi memleketimizde şimdiye kadar, çeşitli Hıristiyan mezheplerinin liderleriyle diyalog içinde olduk. Bu naçiz gayretlerin boşa çıkmadığını âcizane ifade etmek isteriz. Amacımız bu üç büyük dinin inananları arasında hoşgörü ve anlayış yoluyla bir kardeşlik tesis etmektir. Bizler bir araya gelmek suretiyle sözde medeniyetler çatışmasının gerçekleşmesini görmek isteyen yolunu şaşırmış ve şüpheci kimselere karşı dalgakıranlar gibi, isterseniz bariyerler gibi deyin, karşı durabiliriz.
Geçen yıl bazı ünlü uluslararası bilim adamlarının katıldığı medeniyetler arası barış ve diyalog konulu bir sempozyum düzenledik. Bu gayretin başarısından aldığımız teşvikle bu tür etkinlikleri tekrarlamak istiyoruz. Hali hazırda üç büyük dinin bağlıları arasındaki bağları güçlendirmeye yönelik olarak dinlerarası diyalog konusunda Vatikan’ın da temsil edileceğini ümit ettiğimiz bir konferans düzenleme sürecinde bulunuyoruz.
Yeni fikirlerimiz varmış iddiasında bulunmuyoruz. Yine müsamahanıza sığınarak, bu misyonun hedeflerine yakından hizmet etmek için üstlenmek istediğimiz birkaç teklifte bulunmayı arzu ediyoruz. Hıristiyalığın üçüncü bin yılına girişi münasebetiyle yapılacak kutlamalar vesilesiyle Ortadoğu’daki Antakya, Tarsus, Efes ve Kudüs gibi bazı kutsal yerlere müşterek ziyaretleri içeren birçok etkinlik önermek istiyoruz. Bunu Sayın Cumhurbaşkanımız Demirel’in, cenaplarının ülkemizi ziyaretine ve mezkûr kutsal mekânları göstermeye davetini tekrarlamak için bir fırsat addediyoruz. Anadolu halkı size misafirperverliğini göstermeyi ve zevkle selamlamayı hararetle beklemektedir. Filistinli liderlerle diyalog kurmak suretiyle Kudüs’ü birlikte ziyaret etmemize davetiye çıkarabiliriz. Bu ziyaret bu mübarek şehri Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanların, hiçbir kısıtlama, hatta vize dahi olmaksızın serbestçe ziyaret edebileceği uluslararası bir bölge olarak ilan etme gayretlerine yönelik dev bir adım teşkil edebilir.
Üç büyük dinden liderlerin işbirliği ile ilki Washington DC’de olmak üzere muhtelif dünya başkentlerinde bir konferanslar serisinin gerçekleştirilmesini teklif ediyoruz… İkinci serinin zamanı için Hz. İsa’nın doğumunun 2000. yıldönümü ideal olabilir.
Bir öğrenci değişim programı da çok faydalı olacaktır. İnançlı genç insanların birlikte eğitim görmesi birbirlerine yakınlıklarını artıracaktır. Öğrenci değişim programı çerçevesinde üç büyük dinin babası olduğu ikrar edilen Hazreti İbrahim’in doğum yeri olarak bilinen, Urfa şehrindeki Harran’da bir ilahiyat okulu kurulabilir. Bu ya Harran Üniversitesi’ndeki programların genişletilmesi suretiyle, ya da üç dinin ihtiyaçlarını da temin edecek şümullü bir müfredata sahip bağımsız bir üniversite şeklinde gerçekleştirilebilir.
Önerilen programlar aşırı büyük işler gibi algılanabilir; ama bunlar erişilmez değildir. Dünyada iki tip insan vardır. Bazıları kendilerini topluma adapte etmeye çalışır. Diğer bazıları ise topluma uymaktansa toplumu kendi değerlerine adapte etmek ister. Toplum bütün ilerlemeleri bu ikinci tip insanlara borçludur. Onları yarattığı için Rabb’e şükürler olsun.[11]
Şimdi soruyoruz:
1- Fetullah Gülen’e, Papayla görüşmek ve işbirliğine girişmek üzere; Türkiye ve dünya Müslümanları böyle bir yetki verdi mi?
Yoksa malum ve melun merkezler mi o’na böyle bir kılıf geçirdi?
2- Bu tavrı ve telaffuzlarıyla, İslam’ın tebliğcisi ve temsilcisi mi, yoksa Vatikan’ıda kontrolüne alan siyonizmin hizmetçisi mi?
3- Hz. Peygamber Efendimizin devrinin önemli devlet liderlerine gönderdikleri ve “Ya, bozuk ve batıl inançlarınızı bırakıp İslamiyet’e ve benim risaletime iman edersiniz. Ya da tüm tebaanızın da günahını yüklenerek cehenneme girersiniz.” İçerikli mektuplarıyla, Fetullah Gülen’in Papaya yazdığı mektubunda söyledikleri aynı şeyler midir?
Hâlbuki Efendimizin ki, izzet ve davet, bunu ki ise, zillet ve teslimiyettir.
4- F. Gülen, haddini aşarak, bugüne kadar İslamiyet’in hep yanlış anlaşıldığını ve bunun Müslümanların suçu olduğunu söylüyor ve doğrusunun kendisi tarafından ortaya koyulacağını ima ediyor!..
Peki, bugüne kadar sahip çıktığını iddia ettiği Bediüzzaman ve Onun izlerini takip ettiği tüm ehlisünnet uleması; İslam’ın neresini yanlış anlamışlardı ve hangi yanlışları Müslümanlara öğütlemişlerdi?
5- Papayı Türkiye’ye davet ve kutsal yerleri ziyaret teklifini, Süleyman Demirel adına tekrarlama yetkisini ve cesaretini kendisine kim vermişti?
Yoksa mason Demirel’le, özel bir ilişki içindemiydi? Hani bu Hoca ve ekibi siyasetten uzak kimselerdi?
6- Urfa’da 3 dinin ortak eğitimini verecek ilahiyat okulunu açma kararı, İsrail’le birlikte mi verilmişti?
Çünkü AKP’li belediye Başkanı döneminde bu proje, İsrail yardımıyla Urfa’da gerçekleştirilmişti.
7- Fetullah Gülen, acaba insanlığı en azından kendi taraftarlarını; İslam’i değerlere göre yeniden düzeltmek ve yeryüzünde adil bir düzen yerleştirmek isteyen ender ve önder bir şahsiyet miydi?
Yoksa Papalık Konseyinin basit bir parçası, Papa hazretlerinin ve GAP’ta yatırım yapan İsrail’in bir hizmetçisi miydi?
Chalmers Johnson (University of California’da emeritus Profesör): The sorrows of empire, New York, 2004. Bu kitapta C. Johnson, ABD’nin dış politikasının tümüyle Wolfowitz gibi neo-conların söz sahibi olduğu pentagon’un elinde olduğunu, Beyaz Saray’ın by-pass edildiğini belirtiyor. Johnson diyor ki; “ABD, ona buna demokrasi satmak istiyor, Ortadoğu’ya da “demokrasi yok” gerekçesiyle müdahale ediyor ama kendisi demokrasinin ilkelerinden uzaklaştı. ABD adeta bir imparatorluk oldu ve militarist bir düzen içinde. Ancak, ABD imparatorluğun diğer imparatorluklardan ayıran; önemli bir özellik var, ABD imparatorluğu bir “üs-ler imparatorluğu”dur. İngiliz ya da Fransızlar gibi gittiği yerlerde toprak İşgali amacı taşımıyor, dünyanın değişik bölgelerini “Üs” leri aracılığıyla kontrol altında tutup, ele geçirmeyi hedefleyen bir imparatorluktur Amerika…”
Daha ne söylesin Johnson?! Bitmedi. Tam yerine denk geldi, son habere buyurun;
ABD, askeri malzemelerini Türkiye üzerinden nakletmek için 7 liman ve 6 havaalanını kullanma izni aldı. ABD’nin kullanımına verilen liman ve alanlara ilişkin karar yürürlüğe girdi. Bush’un geçtiğimiz aylarda açıkladığı “Türkiye cephe ülkesidir;” sözleri ABD’ye verilen liman ve üslerle daha bir anlam kazandı.
Haber turuma devam ediyorum sevgili okur, nasıl hoşunuza gidiyor mu? Bambaşka bir dala konuyoruz, ne âlâsı var demeyin, anlayana; ‘En büyük Yahudi nisanı Nazarbayev’e verildi. Dünya Yahudileri Konseyi, Kafkasya’nın enerji merkezlerinden Kazakistan’ın Devlet Başkanı Nursultan Nazarbavev’e, medeniyetlerarası diyaloga katkılarından dolayı, “Uluslararası Maimonides Nişanı-en büyük Yahudi nişanı” verdi. Avrasya Kuruluşları Birlikleri temsilcileri ve Nazarbayev ödül töreninin ardından, Kazakistan-Astana’da yeni yapılan Orta Asya’nın en büyük sinagogu Rachel-Habad Lyubavivch’i törenle açtılar.[12]Bu en büyük Yahudi nişanının Nazarbayav’e verilmesinin diğer önemli sebebi ise; Fetullah Gülen’in okullarına yaptığı destek olduğu konuşulmaktadır.
Fetullah Gülen’le MOON ve MASON İlişkileri:
Moon tarikatı ile Fetullah teşkilatı arasındaki örgütlenme modellerindeki siyonist ilişkileri yanında en önemli benzerlikse birinin Mesihliğe, diğerinin ise İslam temsilciliğine ve Mehdiliğe soyunmalarıdır.
Her ikisini de organize eden, Amerika’daki siyonist kuruluş; CSIS’tır.
CSIS 1962’de Georgetown Üniversitesi’nde kurulmuş. Amerikan devletine ve özellikle petrol ve silah şirketlerine hizmet veriyor. Dış ülke yöneticileriyle, bürokratlarıyla, Amerikan çıkarlarına dolaylı ya da dolaysız hizmet verecek akademisyenlerle bağlar kuran CSIS, bir devlet kurumuyken, yenidünya düzenine uyum sağlamak üzere şirkete dönüştürülüyor. CSIS, Ortadoğu petropolitik araştırmalarıyla da ünlüdür. Ortadoğu bölümünün içinde Türkiye’ye de ayrı bir bölüm açılmış, CSIS birimlerinin yönetimlerinde istihbarat örgütlerinde ve yabancı ülkelerdeki diplomatik misyonlarda dünya deneyimi kazanmış eski devlet memurları bulunuyor. Üçüncü ülke adamları da bu şeflere raporlar hazırlıyorlar.
CSIS yabancı devletlerin görevlilerini de gerektiğinde ABD’de konuk edip, ilgili konularda konferans vermelerini sağlar. Bunların arasında Türkiye başbakanları da bulunmaktadır. Hatta CSIS, Kafkasya petrol boru hatları ile ilgili toplantılarını Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığında gerçekleştirmiştir. Sonraları Başbakanlık danışmanlığına getirilen, DSP milletvekili ve Ecevit’in ABD gezilerinde en büyük yardımcısı, 2002 yılında Kıbrıs’dan sorumlu Devlet Bakanı, Harvard mezunu Tayyibe Gülek komitenin sekreterliğine getirilmiştir. CİA’nın bile bir üst kurumu gibi çalışan CSIS Fetullah Gülen’inde en büyük destekçisidir.
Çok sayıda ülkenin yanı Sıra ABD’de de “lobby” oluşturmak gerekçesiyle okullar kurulması bir gazetede şu ilginç açıklamayla yer alıyordu:
“Gülen’in şimdiki planı, ABD’de Türklere de, Amerikalılara da eğitim verecek bir üniversite açmak. Virginia eyaletine bağlı küçük bir yerleşim birimi olan Staunton’da, boşaltılmış bir hastane binasını devralan “Fethullahçı” grup, burada binden fazla öğrenci kapasiteli bir üniversitenin kurulması çalışmalarına başladı. Gülen Londra’da kolej açmış, matematik doktoru bir arkadaşlarının” Staunton Belediyesi ile anlaşması halinde, üniversitenin dünyanın her yanından gelecek öğrencilere “evet” diyeceğini söylüyor.[13]
“Fethullah Gülen’in” adamları tüm dünyada, Tanzanya’dan Çin’e çoğunluğu eski Sovyetler Birliği Türki cumhuriyetlerinde yer alan 200’den fazla okul kurdular. Bu okullar İslam’dan çok Türk milliyetçiliğini esas alan bir felsefeyi yaymaktadır. “Balkanlar’dan Çin’e, Türkiye’yi model alan bu seçkinlerin oluşumunu görmek istiyor. (…) Bu kuruluşlar Müslüman olmayan öğrencileri kabul ediyorlar ve yüksek nitelikleri ve belki de İngilizceyi temel eğitim dili olarak kullanmaları nedeniyle, seçkinlerin çocuklarını çekmektedir.
Şimdi soralım İngilizce dilinde eğitim yapmayı esas alan bu kurumların “Türk milliyetçiliğini” nasıl esas aldığı ya da nasıl olup Tanzanya veya Çin yönetimleri seçkin aile çocuklarının “Türk Milliyetçiliğini esas alan” bir eğitimden geçirilmesine izin vermektedir.
“The man and his movement” (Bir Adam ve Hareketi)
26-27 Nişan 2001 tarihlerinde, Georgetown Üniversitesi’nde CMCU’nun son konferansının konusu “F. Gülen: The man and his movement (Bir adam ve onun hareketi) idi. Bu konferansta F. Gülen’in son elli yılda gelişen İslam’i hareketler içinde kurumlaşan tek hareket olduğuna dikkat çekildiğine ve eski CIA şefi Graham Fuller’in RAND şirketi adına Türkiye Nurculuğunu araştırmaya başlamış olduğuna dikkat edilirse ABD ile “entegrasyon”un liberal olarak tamamlanmak üzere olduğu söylenebilir.
CMCU konferansına katılanların kimlikleri ve deneyleri, Georgetovvn Devlet Üniversitesi’nin yanı sıra ABD yönetiminin ve Yahudi örgütleri ile Alman Stiftung’larının Türkiye’deki din ve ifade hürriyetine verdikleri değerin açık bir göstergesiydi (!): Toplantıya katılanların özellikleri işin ne denli ciddiye alındığını göstermekteydi:
Alan Makowsky: ABD Dışişleri istihbarat Bürosu eski şefi, Körfez savaşında ordu danışmanı, İsrail destekçisi WINEP (Washington Institute for Near East Policy) görevlisi. George Harris: ABD eski dışişleri görevlisi, eski Ankara B.elçisi, istihbarat uzmanı, Asya, Ortadoğu, Güneydoğu Asya uzmanı.
Roscoe Suddarth: Mali 1961, Lübnan 1963-65, Yemen 1967, Ürdün 1974-1990 istihbarat görevlisi, Middle East Institute başkanı.
Graham Edmund Fuller: Yemen, Cidde, Uzakdoğu CIA görevlisi, ABD Hava Kuvvetleri ne bağlı RAND şirketi yöneticisi. Şimdilerde Türkiye’deki Nurcu hareketini ve “Irak, Bahreyn, Suudi Arabistan, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki çeşitli “Şii Müslüman Cemaatlerin gelecekteki politik rolleri’ni Rend Francke ile birlikte araştırıyor. Şii araştırması projesinin amacı, “Şiilerin özgürlüğü, siyasete ve yönetime katılımlarının geliştirilmesinin yollarını bulmak” olarak belirtilmektedir.
Bekim Akal: Wolkswagen Stiftung, Almanya (Yahudi)
Osman Bakkar: Georgetovvn CMCU Malezya Seksiyonu İslâm Kürsüsü başkanı.
Thomas Mitchel: Vatikan Cizvit seksiyonu sorumlusu, İstanbul Bediüzzaman ve “medeniyetler arası diyalog” konferansları katılımcısı.
Mücahit Bilici: Sosyolog, Boğaziçi Üniversitesi.
Yasin Aktay: Prof. ODTÜ.
Fahri Çakı: Sosyolog; İstanbul Üniversitesi’nden sonra Temple’da Nurcu Hareketin Sosyo-Ekonomik gelişmesi tezini hazırlıyor.
Ahmet Kuru: Bilkent Üniversitesi, Fatih Üniversitesi. Utah Üniversitesi doktora öğrencisi.
Zeki Santoprak: ABD Rumi Forum Başkanı, Marmara İlahiyat Fakültesi, El-Ezher, Harran Üniversitesi. Şimdi Washington Katolik Üniversitesi’nde.
Hakan Yavuz: Utah Üniversitesi.
Elizabeth Özdalga: Prof. ODTÜ, CHP araştırmacısı, İsveç Enstitüsü müdürü, İslâm Konferansı örgütleyicisi, “Adsız Kahraman: Fethullah Gülen Cemaatinin kadınları arsında Bireysellik ve İçselleşmiş Yansıma” tebliği sahibi.
Bayram Balcı: Fransa Milli İltica Bürosu, Paris Arap Dünyası görevlisi, Fransa Dışişleri Orta Asya Araştırmaları Enstitüsü’nde kadrolu eleman.
Berna Turam: McGill Üniversitesi/Kanada
ABD Dışişleri Bakanlığı Uluslararası Din Hürriyeti Bürosunca hazırlanan “Din Hürriyeti-Türkiye Raporu”nda “İslamic Leader” ve “Moderate İslamic Leader” olarak kayıtlara geçirilen F. Gülen’in hakları Amerikan devletince resmen savunulduktan sonra, ilginin boyutu genişletilmekte ve Amerikan devletinin ünlü üniversitesinde akademik bir düzeye yükselmekte olduğu görülüyordu. Bu “bilimsel” toplantıyı CMCU ve “The Rumi Forum” düzenlemişti.
Bu tür “bilimsel” toplantıların sonuçlarının resmi raporlara etkisi elbette olumlu olacaktı. ABD Dışişleri Bakanlığının raporlarında “Ilımlı İslami Lider” olarak sıfat kazanan F. Gülen, 2002 yılı Din Hürriyeti Raporu’nda “İslamic philosopher and leader/İslam Filozofu ve Lideri” olarak nitelenmeye başlanmıştır.
Aynı raporun 44. paragrafında “Din Hürriyeti Tacizleri” başlığı altında “Ahmadi Muslims” cemaati diye Cüppeli Ahmet Hoca’ya da sahip çıkılmıştır.[14]
ABD’de son toplantıysa 19-20 Nisan 2004’de Washington’daki John Hopkins Üniversitesi’nde “Abant in Washington-İslam. Laiklik ve Demokrasi: Türk Deneyimi” adı altında toplandı.
Toplantının programına göre, “hoş geldiniz” konuşmalarını Francis Fukuyama ve “Abant Platformu” başlığıyla Bilgi Üniversitesi’nden Mete Tuncay yaptı. Açılış konuşmalarını ise diyanetten sorumlu Devlet Bakanı Prof. Mehmet Aydın ile ABD Dışişleri Müsteşarı eski Ankara Büyükelçisi Marc Grossman yaptı. Türkiye Gazeteciler ve yazarla Vakfıénca çağrısı yapılan ve ATFA (American Turkish Friends Association- Fairfax) örgütlenen bu ilginç konferansın panellerine içinde CIA şefleri yanında Cengiz Çandar’da vardı.
Türkiye’nin İslam, Laiklik ve Demokrasi Deneyimi ve Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya İlişkisi Yuvarlak Masa Toplantısı:
Kemal Derviş (CHP Genel Başkan Yardımcısı-Açılış konuşması), Elisabeth Özdalga (CHP eski danışmanı, TESEV danışmanı, İsveç Araştırma Enstitütüsü), Cüneyt Ülsever (Liberal Düşünce Topluluğu Derneği, Hürriyet Gazetesi), Sabri Sayarı (Eski RAND danışmanı, Georgetown Ünv.), Emal Uşşaklı (TGYV), Hüseyin Gülerce (TGYV), Kenan Gürsoy (Galatasaray Unv.), Fehmi Koru (Yeni Şafak Gazt.), Kemal Karpat (WisconsinUnv.), Ruşen Çakır (TESEV), Mithat Melen ( İstanbul Unv.) Şahin Alpay (Bahçeşehir Unv.), Zeki Sarıtoprak (John Caroll Unv.), Adnan Aslan (ISAM-İslami Araştırmalar Merkezi), Ömer Taşpınar (John Hopkins Unv. Brookings Inst), Zeyno Baran (Nixon Center, Eski CSIS elemanı), Cengiz Çandar (Sabah Gazetesi), Seda Çiftçi (CSIS elemanı), Hakan Yavuz, Henry Barkey, John Lee Esposito David Calleo, Steven A. Cook, Svante Cornell, James Miller, Charles Fairbanks, Carter Findley, Hussain Haqqani (Carnegie Endowment), Barry Jacobs ve Anatol Lieven (American Jewish Committee), Heath Lowry, Zack Messitte (Saint Mary’s College), Eric Hooglund (Filistin Araştırmaları) ve John Hulsman (Heritage Fdn.)
Toplantıya ABD eski Ankara Büyükelçisi ve Dışişleri Siyaset Planlama Müsteşarı Marc Grossman’ın yanı sıra Savunma Bakanlığı Müsteşarı Paul Wolfowitz’in de katılarak açılış konuşması yapacağı, eski Büyükelçisi ve NED yönetim kurulu eski “üyesi Abramowitz, WINEP eski direktörü, 1990’da Ortadoğu’ya ABD askeri saldırısı sırasında danışmanlık yapmış olan, ABD Temsilciler Meclisi Personel Direktörü Alan Makowski Temsilcilerden Rober Wexler, John Hopkins Arap İşleri uzmanı Fuad Ajami’nin ve Frederick Star’ın da katılacağı duyurulmuştu Ne ki, toplantıya on gün kala bu kişilerin katılamayacağı görüldü.
Türkiye’de DGM’nin aradığı kişi, ABD’deki devlet üniversitesinde adına düzenlenen bilimsel toplantılarla onurlandırılıyor, ABD Dışişleri’nin katıldığı toplantılar düzenleniyor. Bir kişinin bir mahkeme tarafından aranıp aranmaması, haklılığı ya da haksızlığı önemli görülmeyebilir. Ancak uzun yıllar devlet yöneticilerince “stratejik ortak” olarak tanıtılan ABD’nin tutumuna kısa bir soruyla değinilebilir: ABD’nin ulusal güvenlik gerekçesiyle aradığı herhangi bir kişi için, örneğin Ankara Üniversitesi’nde onurlandırıcı bir konferans düzenlense, ABD Dışişleri ne yapar?[15]
Kim ne derse desin, işin özü, toplulukların dinsel inançlarını kullanılarak oynanan oyun değişmiyor. Moon hareketi Mesih’e; Fetullahcılık hareketi de Mehdi’ye özeniyor. Her ikisinin yolu da “Amerika ile entegrasyon” projesine çıkıyor.
Moon misyonerleri örgüte bilimsel bir saygınlık görüntüsü vermek için üniversitelerden adam seçiyorlar. Bu katılımcıların Moon’un kilisesine bağlı olmadığını, salt ayrı dinlerin ya da üniversitelerin temsilcileri olduğu izlenimini vermeye çalışıyorlardı. Örneğin, turcular arasında Moon tarafından kutsal nikâhla evlendirilmiş en az on yıllık kilise üyelerinin örgüt bağlarından söz edilmiyordu.
Türkiye’yi temsil edenler arasında, Dünya dinleri Gençlik Semineri’ ne katılan Ahmet Davutoğlu bulunuyordu. Boğaziçi Üniversitesi’nin öğretim görevlisi Davutoğlu, masumane çalışmaların amacını şu ilginç sözlerle açıklıyordu:
“Amerika’da kendi sahasında söz sahibi değişik dinlere mensup bir grup profesörün önderliğini yaptığı bu gezide, amaç bilfiil yaşayarak daha açık bir ifade ile “gezici bir üniversite” şeklinde, dinler arasında diyalog ve fikir alışverişi temin etmektir. İlki geçen sene yapılan bu geziye Türk temsilciler bu sene katıldı. Gerek ABD’de gerekse Kudüs’te gerçekten çok değerli gözlemler yapma imkânı bulduk.[16]
Mooncular “Kitlelerin yoğun ilgisini çeken Futbola da el attılar. Seul’de, her girişimin adında yer aldığı gibi, amaç “barış” olarak bildirilir. 10 Temmuz 2003 futbol turnuvasına Fransa’dan Olympique Lyonnais, Güney Afrika’dan Kaizer Chiefs, Almanya’dan TSV 1860 München, ABD’den Los Angeles Galaxy, Hollanda’dan PSV Eindhoven, Uruguay’dan Club Nacional de Football ve Güney Kore’den de Seongnam Ilhwa takımları katılır. Türkiye’den de Beşiktaş Spor Kulübü Futbol Takımı turnuvada yerini alır. Birinciye 2 milyon dolar ve ikincinin de 500.000 dolar ödül verilir. Bu haber Türkiye’deki bazı gazetelerde kısaca yer alır. Ama “Moon tarikatının düzenlediği turnuva” sözleri ve Moon örgütlenmesiyle ilgili kısa bilgiler yer alır. Bu durumda Din-Kilise-Futbol ilişkisi üzerine akla gelebilecek sorulara yanıt da Zaman gazetesinde yer alır. Fatih Üniversitesi öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Ali Murat Yel, kutsallık ile futbol ve din arasındaki ilişkinin teorik temellerini ortaya koyar.
Öğretim üyesinin yazısındaki satırlar yeterince aydınlatıcı ve tarikat-futbol ilişkisini kötüleyenlere de iyi bir yanıt oluşturur:
“(..) Futbol da birçok özelliğinden dolayı yeni bir dini hareket olarak görülebilir. “Para-religious-Din gibi” olarak da adlandırılan bu hareketlerde dini herhangi bir unsur olmamasına rağmen pek çok hususta dine benzer özelliklere rastlanılmaktadır.[17]
1990’h yıllarda Moon Hazretleri’nin PWPA örgütünün Türkiye etkinlikleri iyice yaygınlaşıyor. Medeniyetler arası Diyalog, Bediüzzaman Said-i Nursi Konferansları adı altında yapılan toplantılara Amerika’dan gelip konuk olanlar çoğalıyor. Bu adamlarla ilgili övgüleri Aksiyon dergisinde, Zaman gazetesinde bolca bulmak mümkündür.
AKP’li ve Fetullah Gülen’ci Belediye Başkanları eliyle, tarihi camiler yıkılarak, kiliseler açılmaya başlanmıştır.
755 yıllık camiyi yıktılar ve Moon-Presbiteryen müritlerini karşıladılar.
Özellikle 2000-2002 yılları arasında dünya mirası, dinlerarası diyalog, din-inanç turizmi denilerek bizzat hükümet tarafından uygulanan projeyle cemaatsiz kiliseler kurulurken, antik kiliseler de yenilenmiştir. Aynı dönem içinde sayısız tarihi cami ise ya yıkıma terkedilmiş ya da bilerek ve istenerek yıkılmıştır. Bunun son örneği Türklerin 1211 yılında kurdukları Denizli kentinde yaşanmıştır.
“Denizli’de Türklerin ilk yerleşimde kurdukları ve sayısız depremden sonra onarıp açık tuttukları, 755 yıllık Ulu Cami ve tarihsel Selçuklu minaresi birbirini izleyen 2 gecede belediye” ekiplerince yıkıldı. Bu yıkımın ardından yedi gün geçmeden yörede devlet eliyle yenilenen 11 kiliseden biri olan ve yüzlerce yıldır kullanılmayan antik Pamukkale Kilisesi’nin yıkıntıları arasında ayin düzenlenmiştir. Ayini düzenleyen birinci grup Amerikan Presbiterian kilisesi mensuplarıdır. Bu grubun başında Amerikalı papaz Bruce McDovvell ve Papaz İlhan Kekinöz bulunmuştur, ikinci 25 kişilik grup ise Unification Church bağlılarıdır.[18]
“Ayinciler devlet yöneticilerinden vali yardımcısı Musa Uçar’ı ziyaret etmişler ve ondan hediyeler almışlardır. “Bizans dönemi kalıntılarıyla Amerikalı papazın ya da Korelilerin ne tür bir dinsel ilişkisi olabilir? Onlar kendi inançlarına uygun ayin yapacak bir yer bulamamışlar mıdır?” gibi ilginç soruların yanıtını verecek bir laik rejime sahip çıkacak bir görevli herhalde vardır.
Koreli misyonerler de deprem yıkımından yararlanarak sözde yardım diye yerleştikten sonra, dışı ev, içi kilise inanç merkezleri kurmayı başardılar. Örneğin Yalova yakınlarında, deniz kıyısında ev-kilise kuran misyonerler, üşenmeyip deprem bölgesini geziyorlar ve topladıkları çocukları kiliselere ziyarete götürüyor ve beyinlerini yıkıyorlar.
Uluslar arası örgütlenmeyi gerçekleştiren Moon, Amerika’nın desteği ile dünya egemenliği ardında koşan devletlerin örtülü operasyon ilkelerini çağrıştıran önemli bir açıklama yapmıştı:
“Zamanı geldiğinde, dünyayı yönetmek için otomatik (olarak işleyen) bir teokratik düzene sahip olmalıyız. Siyaseti dinden ayıramayız. Hülyamda, bir (…) siyasi parti var; bu parti (…) da içine almalıdır. Bir kolumuzla dini dünyayı, öteki kolumuzla da siyasi dünyayı kucaklayabiliriz.
Bunları söyleyen kişinin liderliğini yaptığı cemaat, yüzlerce şirkete, vakıflara. okullara, üniversiteye, yayın evlerine, gazetelere, dini İlmi örgütlere, hoşgörü kuruluşlarına, v.b sahip. Cemaat gençliğe büyük önem veriyor. Onları örgütlüyor beyinlerindeki tüm inançları silip kendi safsatalarını yerleştiriyor ve yalnız cemaat içinde ve lideri için kapalı devre yaşamayı öğretiyor. Politikacılar, yazarlar, sanatçılar, bilim adamları, cemaatin çevresinde toplanıyorlar. Dünyanın pir çok ülkesinde kuruluşları olan bu cemaatin, kaynağı merak edilen parasının büyüklüğü hesap edilemiyor
Söz konusu cemaatin lideri Amerika’da bulunuyor. Cemaatin liderine “hazret-üstad” deniyor ama, o bir “Hoca Efendi” değil. O Reverand (Hazret) Sung Myung (Moon) ve cemaatinin adı ise; Dünya Hıristiyanlığını Birleştirmek İçin Kutsal Ruh Cemiyeti, kısaca Unification Church (UC, Birleştirme Kilisesi)’dir.
Moon’un, Kore istihbarat servisi K-CIA ile başladığı ve Amerika’daki siyonist yahudi stratejistlerin desteği ile parlayıp şöhret kazandığı bu şeytan tarikatında, Japonya’nın ilginç iş adamları, ABD politikacıları, ABD başkanları, Yahudiler Güney Amerikalılar, Katolikler, Protestanlar, Müslümanlar bulunmaktadır. Moon’a göre dünyadaki kötülüklerin kökeninde “Adem” baba ile “Havva” ananın işledikleri günah bulunmaktadır. Bu yasak ilişkiden doğan çocuğun kanı da işte bu yüzden kirlenmiştir. O nedenle insanlığın kurtuluşu ancak ve ancak, kanının temizlenmesiyle gerçekleşebilir. Temizleyici kan ise; dönemim gerçek ana-babası yani Moon ve Moon’un karısının damarlarında akmaktadır. Artık asıl olan Adem ile Havva değil, kendilerini “true-parents” yani “gerçek ana-baba” olarak ilan eden Moon ve eşidir.
Yeni ve temiz ana-babaların yetiştirilmesi, kurtuluşun en temel koşuludur. Temiz ana-babalar ise ancak kutsal nikâh törenlerle birleşebilirler. “True-Parents days (günlerinde) Sung Myung Moon ‘Hazretleri’ binlerce yeni çifti kutsuyor ya da evli olanları yeniden nikâhlayarak toplu düğün düzenliyor. Nikâhları kutsanan çiftler, Moon’un kanını temsilen birer kadeh şarap içiyorlar. Böylece Adem ve Havva’nın şeytanla işbirliği yaparak kirlettikleri insan kanı da temizlenmiş oluyor.
Moon’un gençlik örgütünün eski yöneticisinin gönderdiği mektuptaki şu bilgi bu işlerin, yalnızca kilise çevresini geliştirmek üzere, siyasal-bilimsel toplantılar düzenlenmesini aştığını gösteriyor. Mektuptan okuyalım:
“… Dünkü New York Post (16 Aralık 1999) Moon’un 13 Şubat kitlesel düğün törenlerine (giriş) ücretinin 100 dolar olduğunu yazıyordu ama haberde bir eksilik vardı. Gerçekte evlenen çiftlerin binlerle ifade edilen dolarlar ödeme zorunluluğundan söz edilmiyordu.”
Moon’un Mesihliğinin nedeni ise şöyle belirtilir. Moon’a göre Hz. İsa politik becerisi bulunmadığından, Hıristiyanlığı ve insanlığı kurtaramamıştır. Bu nedenle Moon kendini Mesih olarak ilan ediyor. Sorgusuz bağlanılacak her şeyh-dede-şef örgütünde olduğu gibi, eleman devşirilme işi, hem Moonculukta, hem Fetullaçılıkta beyin yıkama esasına dayanır.
İnsanlığı kurtaracak bir ‘Mesih’ olarak, ortaya çıkan Moon’a kimse sahte peygamber diyememektedir. Bu örgütle Fetullah Gülen’nin yapılanma modeli oldukça benzeşmektedir. Ancak Türkiye merkezli Moon kilisesi kadar büyük değildir. Her ne kadar iki örgütün yükselmeye başlamaları Amerika’nın başlattığı, 1950’lerin komünizmle mücadele örgütlenmesine dayanıyorsa da, Moon Hazretleri, Amerika’ya uzaktan yaslanacağına, kendisini ABD’ye atmış ve kırk yıldan bu yana işin ana müteahhitliğine soyunmuş bulunuyor. Fetullah Gülen ise: kırk yılın ardından farkına varmış ki; “Güç neredeyse orada olunmak” der gibi, o da Amerika’ya taşınmış. ABD federal devlet yönetimiyle içli dışlı olmayı başaran Moon, her geçen yılın ardından kutsallığının en üst noktasına ulaşmıştır. Her yıl 10-15 Şubat arasında “Gerçek Ana-Baba” nın doğum günleri büyük gösterilerle ve ayinlerle kutlanmaktadır. Tıpkı peygamberlerin doğum günlerinin kutlandığı gibi. Bu arada, onun otellerinde intihar ölümleri de sıklaşıyor. İki yıl önce kendi oğlu da aynı otelde intihar etmişti.
Moon’un, Amerika’da merkezleşmeyi seçmesinin nedenini anlamak, o denli zor değil. Moon Hazretleri cin gibi akıllıdır; dünyanın değişik ülkelerine Hristiyanlık Kilisesi olarak gitmenin olanaksızlığını görmüş ve her dinden, her milliyetten insanlarla ilişki kurmak üzere entel örgütleri oluşturmuş. Bilim adamları, barış kadınları, dinler arası federasyon, dünya üniversiteleri federasyonları gibi sayısız örgüt kurulmuş.
İşte bunlardan, PWPA (Proffesors World Peace Academy /Profesörler Dünya Barış Akademisi) ile dünyanın dön bucağında toplantılar düzenletmiş. PWPA’ nın el atmadığı konu yok. “Sovyetler yıkıldıktan sonra ne olacak?”dan “Afrika’nın geleceği” ne, “Latin Amerika’nın borç sorunları” ndan “Ortadoğu’da ticaret ve barış süreci”ne, “İslamın sorunlarından” Ermenistan’ın kalkınma yollarına dek, akla gelebilecek ne denli konu ya da bölgesel sorun varsa, hemen hemen tümü için “konferans” ve “sempozyum” adı altında, 1973’den bu yana 400’ü aşkın toplantı düzenlenmiş.
Birleştirme Kilisesi Türkiye’ye giriyor
PWPA’nın Türkiye’deki ilk başkanı ünlü siyasetçi Kasım Gülek’dir. Onun Koreli Moon’un kilisesince kurulmuş olan bir tarikatı Türkiye’de başkan olarak temsil etmesinin gerekçelerini anlamak mümkün değil ama, onun yaşamına kısaca göz atmak bize bazı ip uçları verebilir.
Kasım Gülek (Adana 1910- Washington 1996) İttihat ve Terakki üyesi Mustafa Rıfat Bey’in ve Tayyibe Gülek’in oğludur. GS Lisesi ve Robert Kolej’de, Paris Ecole Science Politiques (1924-28), Columbia University (Dr.l928)’de eğitim gördü. ABD’de öğrenciyken Chase Manhattan Bank’da çalıştı. Harvard Üniveristesi’nde işletmede “master” yaptı. Rockfeller bursuyla Berlin Üniversitesi’nde, Cambridge Üniversitesi’nde çalışmalar yaptı. Cambridge rektörünün tavsiyesiyle CHP’ne girdi; Bilecik Milletvekilliği yaptı, Bayındırlık Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı, CHP Genel Sekreterliği görevlerinde bulundu.
1958 yılında Kuzey Atlantik Ansamblesi Başkanı (1957-1959) Albay J. J. Fens, Menderes hükümetinden Türk heyetinin bildirilmesini ister. CHP’den Nüvit Yetkin seçilir. Harekete geçen CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek, Colonel (Albay) Fens’e mektup yazar ye Nüvit Yetkin yerine kendisinin çağrılmasını ister. Konu Zafer Gazetesi’nde manşet olur. Kasım Gülek, İnönü’ye böyle bir mektup yazmadığın9ı söyler. Bir gün sonra, gazete mektubun kopyasını yayınlayınca, İsmet İnönü, Kasım Gülek’e güvenemeyeceğini bildirerek, görevden ayrılmasını ister. İnönü’nün 1950’den 1957’ye, dek görevde tuttuğu Kasım Gülek ile çalışmasının nedeni; Gülek’in yeteneklerinin yanı sıra; O’nun yabancılarla kurduğu sıkı dostluklarından yarar umması olabilir. Ne de olsa İnönü, onun Amerikan ilişkilerinden 1948’de yararlanmayı düşünmüştü,
Kasım Gülek, Kore Birleşmiş Milletler Komisyonu Başkanlığı (1950-1953) Kuzey Atlantik Ansamblesi Başkanlığı (1968-1969), NATO Parlamenterler Konferansı Başkan Yardımcılığı ve Kontenjan Senatörlüğü yaptı. Kasım Gülek’in yaşamında en ilginç teklif General McArthur’dan geldi. MacArthur, Gülek’ten ABD’de kalarak senatör olmasını istemişti.
1980’li yıllarda Sung Myung Moon’un Türkiye ilişkilerini yürüten Kasım Gülek, Unification Church’ü güçlendirmek için büyük çaba gösterdi. Örgütü, ABD Büyükelçisi Şükrü Elekdağ’a “empoze” etmeye çalıştı. Kasım Gülek bu arada Fetullah Gülen’le dostluğu ilerletti ve onu ABD Büyükelçisi Morton Abramowitz ile tanıştırdı. Kasım Gülek, yaşlılık yıllarında yeniden CHP ile ilişki kurdu.
Kasım Gülek’in baldızı Aylin Radomisli, uzun yıllar ABD’de yaşadı; Amerikan ordusuna katıldı; Asya’da elçilik görevine atanacağı söylenirken, 19 Ocak 1995’de evinin bahçesinde ölü bulundu. Ölümün nedeni araba kazası olarak kayıtlara geçirildi. Aylin Radomisli’nin Türkiye’den ilginç konuklan oluyordu. Yakın arkadaşı Aylin Gönensay (Eski dışişleri ve devlet bakanlarından Emre Gönensay’ın eşi) bunlardan biriyle tanışır. Bu adam Zaman gazetesinin ihtiyaçları için Amerika’dadır.
Kasım Gülek’in kızı Tayyibe Gülek, Teyzesi Aylin Rodomisli ile ABD’de yaşadı. Harvard’ı bitirdikten sonra, Türkiye iktisâdını pek ama pek iyi yönetenlerin yuvası London School of Economics’ te yüksek lisans yaptı. Türkiye’ye döndü. Engin deneyimlerine güven duyularak Başbakanlık Danışmanlığına getirildi. Türkiye’nin Bakû-Ceyhan Boru Hattı Sekreterliğini yürütürken, Ecevit’lerin kontenjanından Adana Milletvekili (1999) olarak TBMM’ye girdi. Ecevit onu ABD gezilerinde hep yanında bulundurdu. Tayyibe Gülek Temmuz 2002’de Kıbrıs’tan sorumlu devlet bakanlığı görevine getirildi
ABD’lilerle 1920’li yıllardan beri içli dışlı olan Kasım Gülek, moon tarikatı elemanlarının da katıldığı ilk toplantıyı, 1982’de İstanbul’da yapmıştı. Bu toplantılarda Moon’un Ortadoğu Temsilcisi, Thomas Cromwell başta olmak üzere Moon’un örgütlerinden ve yerlilerden birçok yönetici katılmıştı. Toplantıların konuları da ilginç; 21 Yüzyıl Eğitimi ve Türk Yunan İlişkileri. Bu toplantılara katılan Türk büyükleri de ilginç kişilerdendi. Emre Gönensay, Sabahattin Zaim, Erkek Akurgal, İlahiyat Fakültelerinin dekanları, sanatçılar, ünlü Belediye Başkanlarından Gülay Atığ, Semra Özal, Diğer uluslar arası toplantılara katılanlar arasında, Deniz Baykal, Hayri Erdoğan Alkin, Handan Kepir gibi tanınmışlar da vardı.
Moon’un PWPA toplantılarında en sık görülen İlahiyatçıların başında Salih Tuğ gibi İlahiyat Fakültesi dekanları geliyor. İlim Yayma Cemiyeti üyelerinden ve Aydınlar Ocağı eski başkanlarından Salih Tuğ 1997’de Kanal 7 televizyonunda Fehmi Koru ile programa çıkıyor ve Moon’un Church hareketini öve öve bitiremiyordu. Bu toplantılara katılmış olan Yaşar Nuri Öztürk Moon’un İlahiyatçılara 45 gün süren Amerika gezisi ayarladığını söylüyordu.
Anlaşılıyor ki, (Birleştirme Kilisesi), Hrıstiyan ya da Müslüman ayırt etmiyor, önüne geleni birleştiriyordu. Tolaransçı Hocaefendi’yi, Belediye Başkanını Cumhurbaşkanı’nın eşini Devlet Bakanlarını ve daha nice ünlüyü yan yana getirebiliyor. Ayrı bir kitap konusu olacak kadar geniştir. Moon’un Türkiye ve Türkiyeli tarikatlarla ilişkileri. Şimdilik, Unification Church’ün yayınlarına göre toplantıları kısa bir listede toparlamak yararlı olabilir:
1982 Roma: Kasım Gülek,
1982 İstanbul Hazırlık Toplantısı: Bu toplantıyı Moon’un sağ kolu Chung Hwan Kwak vönetivor ve Kasım-Nilüfer Gülek Türkiye düzenlemesini yapıyorlar.
1984 Roma: Hayri Erdoğan ilkin (Konferans Başkanı olarak),Prof. Sabahattin Zaim
1986 İstanbul Hilton “21. Yüzyılda Eğitim” Kasım Gülek, Sabahattin Zaim. PWPA’ nın ABD başkanı Nicholas Kitrie ve Yunanistan’dan Evanghelos Moutsopoulos da katılıyor.
1986 İstanbul Hilton: “Türk-Yunan İlişkileri” Sabahattin Zaim, Ekrem Akurgal, Emre Gönensay (Sonra başbakan Danışmanı, T.C Dışişleri Bakanı, Nilüfer Gülek’in kardeşi Aylin Radomisli’nin Amerika’dan yakın dostu), Kasım Gülek.
1987 Chicago: Kasım Gülek
1988 Londra: Prof. Handan Kepir Sinangil (Robert kolej /Bosphorus. Un)
1991 İstanbul President Oteli.
1994 İstanbul the Marmara Oteli.
1996 İstanbul (1-14 Haziran).
Öteki katılımcılar: Deniz Baykal, Işılay Saygın, Mehmet Aydın (9 Eylül Üniv. İlahiyat Fak. Dekanı, Abant toplantıları yöneticisi, (18 Kasım 2002 AKP) Abdullah Gül Hükümeti Devlet Bakanı), Sabri Orman, Ali Şafak E. Ruhi Fığlalı, Gülay Atığ (Aslıtürk), Semra Özal, Nilüfer Narlı, Nevzat Yalçıntaş, Lütfü Doğan, Osman Zümrüt, Şerafettin Gölcük, Salih Tuğ, Fehmi Koru, Barış Manço, Ayseli Gürsoy.
ABD’den İstanbul toplantılarına katılanlar arasında Moon’un has adamları Richard Rubinstein, Nicholas Kittrie’nin yanı sıra Yunanistan’dan, Ürdün’den, Mısır’dan, Kore’den gelenler var.
Kasım Gülek’in, ölümü üzerine, PWPA’nın Türkiye başkanlığını Dr. Hayri Erdoğan Alkin üstlendi. Hayri Erdoğan Alkin, eski adıyla Robert Kolej devamıyla Bosphorus University’de profesörlüğünün yanı sıra Türk Ekonomi Bankası (TEB) yönetim kurulu üyeliği yapmaktaydı. İlkin, aynı zamanda NED’den büyük parasal destek alan ve Türk Dışişleri politikasını yönlendirmeye çalışan TESEV’in de danışmanıdır.
Hayri Erdoğan Alkin, Moon’un kurduğu PWPA’nın yayınlarına yansıyan bilgiye göre, PWPA’nın Avrupa toplantılarına katılmıştır. Yine Boğaziçi Üniversitesi’nden Handan Kepir Sinangil de, Avrupa toplantılarına katılmıştır. Anımsanacağı gibi, Hayri Erdoğan Alkin’in oğlu ARI Derneği kurucuları arasında yer almıştır.
Moon’un 1000’i aşkın kuruluşlarından en ilginci olan Global image Association bir zamanlar Türkiye’nin “lobi” işlerini üstlenmiştir. Ve milyonlarca dolar karşılığı ülkemizi dünya’ya tanıtmıştır.
“Moon” culuk ve “Mason”lukla Atatürkçülük uyuşur mu?
1919 Haziran’ın da Anadolu’nun doğusunda bir Ermeni devleti kurulmasını sağlayamayan ABD, Gümrü Anlaşmasıyla Türkiye’nin doğu sınırlarının da güvence altına alınması ve Sakarya boyunca Yunan saldırısının da püskürtülmesi üzerine, İstiklal Savaşı’nın Ankara’daki Milli Yönetim’in lehinde sonuçlanacağını hesap etmiş olmalı ki, İngilizlerin silahlı istilâ planlarına karşılık kaleyi içerden fethetmek için sinsice isteklerde bulunmaya başlamıştı. ABD, elbette bu mandaçılığın peşini bırakmayacaktı.
Nitekim, savaş ortamında yurdumuzun düştüğü zayıflıktan yararlanmak için Öksüzler Yurdu ve örnek çiftlikler kurarak, ABD Anadolu’da yerleşmek istemiş ve bu isteği Ankara’ya iletmişti. Meclis Başkanı Mustafa Kemal, hemen İçişleri Bakanlığı’na bir muhtıra yollayarak uyarıda bulunmuştu. Bu muhtırayı okuyalım:
Muhtıra
Ankara Büyük Millet Meclisi Hükümeti, ülkenin bayındırlaşmasına, öksüzlerin rahatlamasına, genel sağlık ve ekonomimizin düzeltilmesine yönelik girişim ve çalışmaları teşekkürle kabul eder.
Ancak, bu konuda gerek uzak, gerek pek yakın geçmişte, bize oldukça pahalıya patlayan deneyimlere dayanarak bir takım kaygılarımızı açıklama gereği vardır.
Şimdiye kadar ülkemizde ekonomik amaçlarla, politik ve bilimsel çalışma (yapan) kurumlar ve yabancılar özellikle aşağıdaki amaçları izlemişlerdir:
1- Ülkemizdeki çalışmalarından korkunç bir ekonomik ve politik kazanç sağlamak. Bizim için en zararlı olanı bunlardır.
2- Bir bölgede elde edecekleri ekonomik yetkiye (imtiyaza) dayanarak o bölgenin sahibi olmaya çalışmak.
Bu gibilerin ülkemizde bir daha çalışmalarına kesinlikle izin verilmemesi kararlaştırılmıştır. Böyle yapmakla yalnız kendimize değil, bütün insanlığa olabildiğince büyük hizmet ettiğimize inanıyoruz. Dolayısıyla Genel Savaşı (Birinci Dünya Savaşı)’nı çıkaranlar, bu gibi amaçları izleyen paralı gruplar ve onlara alet olan politikacılardır:
3- Ekonomik amaçla, bilim ve insanlık (yararı) görüntüsü ile yurdumuza gelip, ilerde istila (işgal) hazırlamak için, etnik toplulukları gerek hükümete, gerek birbirlerine karşı kışkırtmak. Bu gibiler hem 1. dünya savaşının hem ülkemizdeki korkunç katliamların düzenleyicileridir.
4- Yurdumuzda, yalnız bilim ve insanlık amaçları ile çalışmakla birlikte, ruhlarında bulunan Hıristiyanlık duygusu nedeniyle, hemen Hıristiyan azınlıklarla ilişki kurmak ve ister kasıtlı, ister kasıtsız olarak, aralarında azınlıkların da yaşamakta olduğu Müslüman topluluklardan ayrılma isteğini propaganda etmek ve kışkırtmak.
Bu gibilerin gerek Müslümanlara, gerek iyiliğine çalıştıkları (nı ileri sürdükleri) Hıristiyan azınlıklara, aralarında yaşamakta oldukları İslâm çoğunluğuna (karşı) baskı yapılmasını aşılamakla, ne denli insanlık dışı bir biçimde çalıştıkları ve bu yüzden meydana gelen cinayetlerden sorumlu oldukları ortadadır.
Hükümetlerimiz bu gibilerin de özgürce çalışmalarına izin verdiğinde Müslüman ve Müslüman olmayan bütün uyruklarına karşı pek ağır bir sorumluluk yükü altına girmiş bulunacaktır.
Buna izin vermek, çocukları yaşayacakları çevreye düşman ya da hiç olmazsa yabancı olarak yetiştirmek ve (çocukları) yaşayacakları çevre ile çatışmak zorunda bırakmaktır. Bu ise, gerek o çocukların, gerek içerisinde yaşayacakları halkın yıkımını hazırlamaktır.
Bunu yasaklamak hükümetin görevidir.
Bundan dolayıdır ki, Amerikalılarca örnek çiftlik vb kurumlar kurup, buralarda kendi uyruğumuzdan olan binlerce çocuğun Türk hükümetine ve ulusuna karşı sevgisiz ve uyumsuz duygularla yetişmelerine izin veremeyiz.[19]
Mustafa Kemal, muhtırasını, diplomatik bir dille sürdürür ve Amerikalıların kurmak istedikleri örnek çiftliklerin yönetiminin ve çalışan çocukların eğitiminin Türk hükümetinin atayacağı görevlilerce yürütülmesi, bu gibi yerlerde çalışacak. Öksüzler arasında soy, mezhep ayrımı yapılamayacağı gibi şartlarını belirterek, diplomatik bir tavırla reddeder. Onun duyarlılıkla ve devlet adamı sorumluluğuyla ayrımcılığa ve karıştırıcılığa gösterdiği bu tepkisinde söz ettiği acı deneyler arasında Osmanlı yönetiminin ve İttihatçı mason hükümetlerin vurdumduymazlıkla izin verdiği Anadolu illerindeki Amerikan konsolosluklarının: Hıristiyan azınlıkları ve özellikle Ermenileri eğiten misyoner okulları kurmaları, azınlıklara birer ABD pasaportu vererek onları Amerikanlaştırmaları ve misyoner okullarını, manastırları silah deposu haline getirmeleri ve sonunda terör eylemleri ve devlete isyan girişimleri bulunmaktadır.
Osmanlı’nın son döneminde ittihat terakkici’lerinde desteği ile yabancıların işlettiği okul sayısı, 98’dir. Bu işi yalnızca savaş öncesi durumun bir özelliği olarak göstermek de yanıltmanın bir parçasıdır. Mustafa Kemal’in Amerikan okullarının yıkıcı etkisini bilmemesi düşünülemez. Amerikalıların Talaş Koleji’nde 1880 yılı ders programında, Ermenice ve Rumca Gramer, Osmanlıca İncil, Hristiyanlara göre tarih derslerinin yanı sıra Amerikalıların 3 ayrı yerdeki matbaada, Ermenice, Rumca, Bulgarca, İtalyanca, Ladion (İspanyol Yahudi dili) dillerinde, kitap yayınladıkları bilinmektedir.
Mustafa Kemal, kültürel işgalin sonuçlarını iyi değerlendirmektedir. Sözde öksüzler yurdu kurma gibi insancıl girişimin altındaki azınlık örgütleme plânının yattığını elbette biliyordu. 1922 yılı başında, ülke işgal altındayken ve en zor koşullarda yaşanırken yazılmış olan bu muhtıradaki değerlendirmeye “komplo teorisi” diyebilecek bir kişi olabilir mi?
Buna “komplo uydurması” diyenler, Reagan’ın 1982’de koyduğu adla “demokrasi projesi” nin Yugoslavya’da, Çekoslovakya’da, Balkanlarda, Asya’da, Afrika’da, Orta ve Güney Amerika’da, Irak’ta, Venezuela’da yol açtığı sonuçlan unutsa da, bunların Türkiye’deki etnik ve dinsel kışkırtmalarını Lozan’ın yeniden gözden geçirilmesi dayatmalarını yok sayması mümkün değildir.
Mustafa Kemal’in, 27 Aralık 1919’da yabancılarla yatıp kalkanlara verdiği şu yanıtı okuyunca; Bugün Atatürk’cü geçinen ABD uşaklarına ve AB aşıklarına şaşmamak elde midir?
Şimdi bir kez daha Mustafa Kemal’i dinleyelim:
Tekrar ediyorum, aleyhimizde ileri sürülen değerlendirmeler yanlıştır. Bu gerçek, (hem) tarih, (hem de) mantık açısından sabittir. Bu hususu, yalnız Batı’ya değil, hatta vatandaşlarımıza da, ehemmiyetli bir surette ihtar etmek gereğini duyuyorum. Çünkü ender de olsa, üzülerek işitiyoruz ki, milletin tarihini okumamış veya milli duygudan yoksun kalmış olan bazı kişiler, yabancıların, aleyhimizde ileri sürdükleri suçlamaları reddetmedikleri gibi vatanını ve milletini kusurlu göstermekten de çekinmiyorlar. Bugün bile, sultani mektebinin salonlarını aleyhimizde konferans verdirmek için yabancılara açanlar var.
Bu gibilere lanet”
——————————————————————————–
[1] Graham Fuller / Siyasal İslam’ın geleceği / Sh:220-223 / Timaş Yayınları
[2] Graham Fuller / Siyasal İslam’ın geleceği / Sh:214 / Timaş Yayınları
[3] Aydınlık / 05 Eylül 2004
[4] Prizma.2 / Sh:12-13 /
[5] Asrın Getirdiği Tereddütler / T.O.V yayınları / Sh. 200 ve 4. Sayfa/
[6] Nevval Sevindi / A.g.y – Sh:39
[7] Prof. Alpaslan Işıklı / Sh:85 /
[8] Fetullah Gülen / F.F / C:2 / Sh:212
[9] Nevval Sevindi / A.g.y. Sh.39
[10] M. Emin Değer / Bir Cumhuriyet Düşmanı / Sh:283
[11] Fetullah gülen / Papa’ya Mektup / 09 Şubat 1998 /
[12] Akşam / Güler Kömürcü / 24 Eylül 2004
[13] Milliyet / 02 Eylül 1997
[14] Sivil Örümceğin Ağında / Mustafa yıldırım / 3. Baskı / Sh: 520
[15] Sivil Örümceğin Ağında / Mustafa yıldırım / 3. Baskı / Sh: 512-523/
[16] Yankı / Ağustos Sh:30
[17] Zaman / 09 07 2003
[18] “Pamukkale’de sabah ayini” / Gündem (Denizli) / 24 Haziran 2002
[19] Mustafa Kemal’in el yazması ile Muhtıra/Belge no: 1125 / ADP: Cilt 1, Sh:384; Mustafa Onar, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları II, T.C. Kültür Bakanlığı Atatürk Dizisi, Ankara 1995
– Bak: Sivil Örümceğin Ağında / Mustafa Yıldırım / Sh:564-568 / 3. Basım