Dr. Greg Barton: “İslamiyetin temel bakış açısı Hıristiyanlık veya Yahudilikten çok farklı değil. Avrupa’da Yahudi ve Hıristiyan toplumlar demokrasiyi kurabiliyorsa, pekala İslam toplumları da bunu yapabilir. Bu mümkündür ve olması gerekir.”
İslam—demokrasi ilişkisi birçok akademisyenin üzerinde kafa yorduğu bir konu. Özellikle 11 Eylül saldırıları, bu ilişki üzerindeki tartışmaları daha da yoğunlaştırdı. Sadece Müslüman ilim adamları değil, birçok Batılı akademisyen de “İslam demokrasiyi kapsar mı, yoksa onunla çatışır mı?” sorusuna cevap arıyor. Batı’daki siyasî kültürde önemli bir yeri bulunan Hıristiyan demokrat partilerin, Müslüman demokrat adıyla ülkemizdeki siyasal kültüre taşınıp taşınamayacağı da tartışmanın diğer boyutunu oluşturuyor. Hatta bu çerçevede AK Parti’nin, “muhafazakar demokrat” olarak belirlediği kimlik tanımı, Müslüman demokrat partiler tartışmasına da yeni bir boyut kazandırmış durumda.
Bir süredir Türkiye ve ülkemizdeki Müslüman gelenek üzerine çalışmalar yapan Avustralya Deakin Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Greg Barton, İslam ve demokrasi ilişkisine kafa yoran isimlerden. Onun konuya yaklaşımı basit, ama etkili: “Ben bir Protestan olarak kendi inancımın ışığında İslam—demokrasi ilişkisini değerlendiriyorum. Bana göre İslamiyetin temel bakış açısı Hıristiyanlık veya Yahudilikten çok farklı değil. Avrupa’da Yahudi ve Hıristiyan toplumlar demokrasiyi kurabiliyorsa, pekala İslam toplumları da bunu yapabilir. Bu mümkündür ve olması gerekir.”
Barton’un İslam’a ilgisi lise yıllarında Hindistan’a yaptığı bir ziyaretle başlar. Doktora tezini Asya ülkeleri üzerine yapar ve Endonezya’daki İslamî hareketi analiz eder. Barton, bu ülkeyi Türkiye’ye benzetiyor ve toplumsal gücün yüksekliğine işaret ediyor. Portre çalışması yaptığı Endonezya Devlet eski Başkanı Abdurrahman Vahid’i İslam’la demokrasinin uyumuna örnek gösteren Barton, her iki ülkede de modern hareketin ve demokratik düşüncenin Müslüman gruplardan çıktığı tespitini yapıyor. Türkiye’den örnek olarak da Bediüzzaman Said Nursi ve Fethullah Gülen’i veriyor. Bu iki ismi, geleneksel İslam’dan gelen; ancak modern düşünceye sahip dinî önderler olarak tanımlayan Greg Barton, Abdurrahman Vahid’i de aynı kategoride ele alıyor.
Her üç ismin, geleneksel İslamı temsil etmelerine rağmen moderniteye yakın görüşleri ile etkili olduklarını söyleyen Barton, Said Nursi, Gülen ve Vahid’in din—devlet ayrımını desteklemelerine dikkati çekiyor. 20. yüzyıldaki İslamî düşünürlerin devletin değişmesi, şeriatın gelmesi ve bir İslam devleti kurulmasını savunduklarını hatırlatarak ekliyor: “Halbuki Said Nursi ve Fethullah Gülen bireyin dönüşümünü önemsiyor, eğitime büyük önem veriyorlar. Böylelikle modern bilim eğitimini klasik İslamî bilimlerle birleştiriyorlar. Eski fıkhî konulara ve bunların yorumlarına takılıp kalmış değiller. Onun yerine iman ve inanç gibi İslamiyet’in asıl meseleleriyle ilgileniyorlar.”
Greg Barton’un üzerinde durduğu konulardan biri de, Batı dünyasındaki İslam imajı. Bu konuda çok dertli. Batı’da İslam imajı denilince, hemen “İçine düştüğümüz çukur bundan kaynaklanıyor” diyerek söze giriyor. Onun şikayeti bu imajı belirleyenin büyük oranda Arap âlemi olması. Batı’da İslam’ın doğrudan Araplarla bağdaştırıldığını söyleyen Barton, ciddi bir reform sürecinden geçmeyen ve baskıcı rejimlere sahip Arap âleminin İslamiyet için bir imaj kırıcı olduğunu vurguluyor. İslam hakkındaki görüşünü Araplara bakarak belirleyen Batı’nın, bu dünyadaki İslamî hareketlerin tamamını radikal ve yer altı örgütleri olarak gördüğünü söylüyor. Prof. Dr. Barton, bu problemin çözülebilmesi için Batı dünyasının Türkiye ve Endonezya gibi ülkelerden öğreneceği çok şey olduğunu sözlerine ekliyor.
Peki Arap ülkeleri dışındaki Müslüman toplumlar neden Batı dünyasında fazla tanınmıyor? Greg Barton, önyargılar ve subjektif yaklaşımlar dışında bu sorunun en temel sebebini dil problemi olarak görüyor. İngilizcenin halen bu iki ülkede yeteri kadar yaygın olmadığını hatırlatarak, “Geleneksel olarak Batıda bir araştırmacı İslamiyet’i öğrenmek istediğinde Arapça öğrenir. Bu yüzden de İslam dünyasını araştıran uzmanlar Araplar’a bakarak Türkiye, Malezya ve Endonezya gibi ülkeleri atlıyor” diyor. Samuel Hantington’ın medeniyetler çatışması tezini eleştiren Barton, Amerikalı akademisyenin İslam âleminde azınlığı temsil eden radikal gruplara yönelik değerlendirmelerini genele mal etme çabası içinde olduğunu söylüyor.
Türkiye’de gerek dinler gerekse kültürlerarası diyalog konusunda büyük bir istek gözlemlediğini belirten Barton, “Gördüğüm kadarıyla Said Nursi Risale—i Nur ile çok güzel bir zemin oluşturdu. Fethullah Gülen ise bu zeminin üzerine taşları dikiyor. Said Nursi imkanları bakımından daha kısıtlıydı, dar ve küçük çevrelerde hayatını yaşamak zorunda kalmıştı. Fakat Gülen’in öğrencileri dünyanın her yerine dağılmış ve aktif şekilde diyalog çalışmalarını destekliyor. Bu gerçekten bütün dünyanın ihtiyacı olan bir çalışmadır” diyor.
Türkiye’nin AB Üyeliği Avrupa’yı da Geliştirecek
Türkiye’nin AB’ye katılımı için çok güzel gerekçeleri olduğunu söyleyen Greg Barton, bu üyelikten her iki tarafından da önemli çıkarları olacağı tespitini yapıyor. Türkiye’nin katılımının Avrupa’yı da geliştireceğinin atlanmaması gerektiğini vurguluyor. AK Parti hükümetinin Avrupa’ya yönelik çabalarını da olumlu buluyor. Greg Barton’un dikkat çektiği hususlardan biri de, sekülerizmle din ilişkisi. Ona göre İslamî toplumların yaşadığı modernleşme süreci sadece sekülerizme götüren bir süreç değil ve modernite de dinin bir alternatifi olamaz. Bu konuya en iyi örneğin eski Sovyetler Birliği olduğunu söylüyor: “Eski SSCB’de din yok edilmeye çalışıldı ama bunu kimse başaramadı. Komünizm dahi dini yok edemedi. Asıl soru şu: Din modernleşmeye yardımcı mı olacak yoksa bir engel mi? Gülen hareketinin önemi bu noktada ortaya çıkıyor. Bu gibi hareketler İslamî toplumların yaşadığı reform sürecinin devamlı olmasına katkı sağlıyor. Çünkü Gülen hareketi devleti değiştirmekten ziyade daha çok bireye yönelik çalışıyor. Savaş ve kavgadan yana değil, barış, uzlaşma ve diyalogdan yana tavır alıyor. Barışçı kavramları öne çıkarıyor ve bunları devamlı olarak savunuyor.” (Zafer Özcan) |