Site icon Turkish Forum English

Turkey’s Islamist Danger

WO AB190 GULEN G 20100603175818
Spread the love

A response to Rachel Sharon-Krespin’s ‘Fethullah Gülen’s Grand Ambition: Turkey’s Islamist Danger’ (2)

GREG BARTON, Ph.D.

ADJUNCT PROFESSOR

Area of Expertise – Southeast Asia

——————————————————

orijinal publication of Rachel krespin can be found with the following link

https://www.meforum.org/2045/fethullah-gulens-grand-ambition

Veya turkce icin asagidaki link e tiklayip turkce okuyabilirsiniz

https://www.meforum.org/2071/fethullah-gulenin-buyuk-ihtirasi

greg barton is A writer in fetullah gulen web side(*)

It is deeply misleading and offensive to claim that “Fethullah Gülen is an imam who considers himself a prophet.” This is a very strong assertion but the evidence given in support of it does not go beyond hearsay and is certainly entirely out of keeping with the vast corpus of material published by and about Gülen.
Were it to be true it would involve both a vast conspiracy of silence and profound doctrinal deviation on the part of the millions involved with the movement. This is frankly not plausible.

It is also misleading to say that Gülen’s “formal education is limited to five years of elementary school.” It is true that his early classroom education was cut short when his family moved to the village of Alvarli in the impoverished province of Erzurum. Conditions in Turkey’s mountainous far east in the 1940s was difficult. But it is noteworthy that Gülen went on to complete the official imam hatip exams and graduate from secondary school. Gülen certainly benefited from his studies with well-established Islamic scholars, but he is also a voracious reader and autodidact. A prolific author accomplished at writing for both ordinary laypeople and for scholars his Quranic scholarship and studies of Said Nursi are highly regarded by academic experts.

By any measure he is not just one Turkey’s most significant contemporary intellectuals but also one of the world’s leading modern Islamic intellectuals. It is, of course, reasonable to disagree with him, but it is foolish to dismiss him as a lightweight.

Sharon-Krespin makes brief reference to Nursi. She is correct in associating Gülen with Nursi’s legacy, but the way in which she discusses Nursi’s views suggests either deep prejudice or deep ignorance.

It is not clear where Sharon-Krespin gets the ideas that Gülen’s followers “even refrain from marrying until age fifty per his instructions.” Her account suggests a dour and joyless community earnestly following their leader’s instructions without thinking for themselves. As a scholar of religion, I fully acknowledge that such groups do exist (including within the world of Protestant Christianity with which I am associated), but in my observation the Gülen movement is not such a group. In my dealings with members of the movement, I am struck by their consistent good humor and occasionally even mischievous sense of fun. These are people who love life and enjoy each others’ company. Yes, they do tend to dress in a more conservative fashion — although not exclusively so — which is hardly surprising given the social origins of the movement and, like the vast majority of observant Muslims around the world, they do not drink alcohol. But to spend time in their company is to be reminded that one needs neither alcohol nor secular cool to enjoy laughter and good humor. Social conservatism is not necessarily a sign of fundamentalism.

The Gülen movement’s contributions to education are indeed impressive but seem more than a little exaggerated here. And presenting them as being part of an “education jihad” based on indoctrination is more than a little unfair as it grossly misrepresents the consistently secular content of what is taught in the classrooms and the overall ethos of the schools. Different scholars will, naturally enough, have different positions on this. My own position, having observed the movement over the past five years is that it represents precisely the sort of non-Islamist, progressive, civil society movement that Muslim world needs at this point in history if it is to engage with democratic, secular, modernity. In my reading, the educational programs can be understood as broadly paralleling earlier examples of Christian and Jewish educational philanthropy in the West.

Perhaps this makes me a non-credible observer as one of the many “friends, ideological fellow-travellers, and co-opted journalists and academics.” If that is the case, it would appear that I am in good company.

[*] Professor Greg Barton is a Herb Feith research professor for the study of Indonesia and acting director at the Centre for Islam and the Modern World.

11 February 2009, Wednesday
GREG BARTON [*]
(*)

GREG BARTON WRITE UP IN FETULLAH GULENS WEB SITE

Batı, İslamı Araplar Üzerinden Tanıyor!
Aksiyon
25.10.2004
Dr. Greg Barton: “İslamiyetin temel bakış açısı Hıristiyanlık veya Yahudilikten çok farklı değil. Avrupa’da Yahudi ve Hıristiyan toplumlar demokrasiyi kurabiliyorsa, pekala İslam toplumları da bunu yapabilir. Bu mümkündür ve olması gerekir.”

İslam—demokrasi ilişkisi birçok akademisyenin üzerinde kafa yorduğu bir konu. Özellikle 11 Eylül saldırıları, bu ilişki üzerindeki tartışmaları daha da yoğunlaştırdı. Sadece Müslüman ilim adamları değil, birçok Batılı akademisyen de “İslam demokrasiyi kapsar mı, yoksa onunla çatışır mı?” sorusuna cevap arıyor. Batı’daki siyasî kültürde önemli bir yeri bulunan Hıristiyan demokrat partilerin, Müslüman demokrat adıyla ülkemizdeki siyasal kültüre taşınıp taşınamayacağı da tartışmanın diğer boyutunu oluşturuyor. Hatta bu çerçevede AK Parti’nin, “muhafazakar demokrat” olarak belirlediği kimlik tanımı, Müslüman demokrat partiler tartışmasına da yeni bir boyut kazandırmış durumda.

Bir süredir Türkiye ve ülkemizdeki Müslüman gelenek üzerine çalışmalar yapan Avustralya Deakin Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Greg Barton, İslam ve demokrasi ilişkisine kafa yoran isimlerden. Onun konuya yaklaşımı basit, ama etkili: “Ben bir Protestan olarak kendi inancımın ışığında İslam—demokrasi ilişkisini değerlendiriyorum. Bana göre İslamiyetin temel bakış açısı Hıristiyanlık veya Yahudilikten çok farklı değil. Avrupa’da Yahudi ve Hıristiyan toplumlar demokrasiyi kurabiliyorsa, pekala İslam toplumları da bunu yapabilir. Bu mümkündür ve olması gerekir.”

Barton’un İslam’a ilgisi lise yıllarında Hindistan’a yaptığı bir ziyaretle başlar. Doktora tezini Asya ülkeleri üzerine yapar ve Endonezya’daki İslamî hareketi analiz eder. Barton, bu ülkeyi Türkiye’ye benzetiyor ve toplumsal gücün yüksekliğine işaret ediyor. Portre çalışması yaptığı Endonezya Devlet eski Başkanı Abdurrahman Vahid’i İslam’la demokrasinin uyumuna örnek gösteren Barton, her iki ülkede de modern hareketin ve demokratik düşüncenin Müslüman gruplardan çıktığı tespitini yapıyor. Türkiye’den örnek olarak da Bediüzzaman Said Nursi ve Fethullah Gülen’i veriyor. Bu iki ismi, geleneksel İslam’dan gelen; ancak modern düşünceye sahip dinî önderler olarak tanımlayan Greg Barton, Abdurrahman Vahid’i de aynı kategoride ele alıyor.

Her üç ismin, geleneksel İslamı temsil etmelerine rağmen moderniteye yakın görüşleri ile etkili olduklarını söyleyen Barton, Said Nursi, Gülen ve Vahid’in din—devlet ayrımını desteklemelerine dikkati çekiyor. 20. yüzyıldaki İslamî düşünürlerin devletin değişmesi, şeriatın gelmesi ve bir İslam devleti kurulmasını savunduklarını hatırlatarak ekliyor: “Halbuki Said Nursi ve Fethullah Gülen bireyin dönüşümünü önemsiyor, eğitime büyük önem veriyorlar. Böylelikle modern bilim eğitimini klasik İslamî bilimlerle birleştiriyorlar. Eski fıkhî konulara ve bunların yorumlarına takılıp kalmış değiller. Onun yerine iman ve inanç gibi İslamiyet’in asıl meseleleriyle ilgileniyorlar.”

Greg Barton’un üzerinde durduğu konulardan biri de, Batı dünyasındaki İslam imajı. Bu konuda çok dertli. Batı’da İslam imajı denilince, hemen “İçine düştüğümüz çukur bundan kaynaklanıyor” diyerek söze giriyor. Onun şikayeti bu imajı belirleyenin büyük oranda Arap âlemi olması. Batı’da İslam’ın doğrudan Araplarla bağdaştırıldığını söyleyen Barton, ciddi bir reform sürecinden geçmeyen ve baskıcı rejimlere sahip Arap âleminin İslamiyet için bir imaj kırıcı olduğunu vurguluyor. İslam hakkındaki görüşünü Araplara bakarak belirleyen Batı’nın, bu dünyadaki İslamî hareketlerin tamamını radikal ve yer altı örgütleri olarak gördüğünü söylüyor. Prof. Dr. Barton, bu problemin çözülebilmesi için Batı dünyasının Türkiye ve Endonezya gibi ülkelerden öğreneceği çok şey olduğunu sözlerine ekliyor.

Peki Arap ülkeleri dışındaki Müslüman toplumlar neden Batı dünyasında fazla tanınmıyor? Greg Barton, önyargılar ve subjektif yaklaşımlar dışında bu sorunun en temel sebebini dil problemi olarak görüyor. İngilizcenin halen bu iki ülkede yeteri kadar yaygın olmadığını hatırlatarak, “Geleneksel olarak Batıda bir araştırmacı İslamiyet’i öğrenmek istediğinde Arapça öğrenir. Bu yüzden de İslam dünyasını araştıran uzmanlar Araplar’a bakarak Türkiye, Malezya ve Endonezya gibi ülkeleri atlıyor” diyor. Samuel Hantington’ın medeniyetler çatışması tezini eleştiren Barton, Amerikalı akademisyenin İslam âleminde azınlığı temsil eden radikal gruplara yönelik değerlendirmelerini genele mal etme çabası içinde olduğunu söylüyor.

Türkiye’de gerek dinler gerekse kültürlerarası diyalog konusunda büyük bir istek gözlemlediğini belirten Barton, “Gördüğüm kadarıyla Said Nursi Risale—i Nur ile çok güzel bir zemin oluşturdu. Fethullah Gülen ise bu zeminin üzerine taşları dikiyor. Said Nursi imkanları bakımından daha kısıtlıydı, dar ve küçük çevrelerde hayatını yaşamak zorunda kalmıştı. Fakat Gülen’in öğrencileri dünyanın her yerine dağılmış ve aktif şekilde diyalog çalışmalarını destekliyor. Bu gerçekten bütün dünyanın ihtiyacı olan bir çalışmadır” diyor.

Türkiye’nin AB Üyeliği Avrupa’yı da Geliştirecek

Türkiye’nin AB’ye katılımı için çok güzel gerekçeleri olduğunu söyleyen Greg Barton, bu üyelikten her iki tarafından da önemli çıkarları olacağı tespitini yapıyor. Türkiye’nin katılımının Avrupa’yı da geliştireceğinin atlanmaması gerektiğini vurguluyor. AK Parti hükümetinin Avrupa’ya yönelik çabalarını da olumlu buluyor. Greg Barton’un dikkat çektiği hususlardan biri de, sekülerizmle din ilişkisi. Ona göre İslamî toplumların yaşadığı modernleşme süreci sadece sekülerizme götüren bir süreç değil ve modernite de dinin bir alternatifi olamaz. Bu konuya en iyi örneğin eski Sovyetler Birliği olduğunu söylüyor: “Eski SSCB’de din yok edilmeye çalışıldı ama bunu kimse başaramadı. Komünizm dahi dini yok edemedi. Asıl soru şu: Din modernleşmeye yardımcı mı olacak yoksa bir engel mi? Gülen hareketinin önemi bu noktada ortaya çıkıyor. Bu gibi hareketler İslamî toplumların yaşadığı reform sürecinin devamlı olmasına katkı sağlıyor. Çünkü Gülen hareketi devleti değiştirmekten ziyade daha çok bireye yönelik çalışıyor. Savaş ve kavgadan yana değil, barış, uzlaşma ve diyalogdan yana tavır alıyor. Barışçı kavramları öne çıkarıyor ve bunları devamlı olarak savunuyor.” (Zafer Özcan)


Spread the love
Exit mobile version